Arda, Mars’a da gitse bu ülkenin kendisidir

Bir kulübün antrenörü, futbolcusu, başkanı olmak ona birtakım tarihsel sorumluluklar ile ahlaki yükümlülükleri de beraberinde verir. Ya efsane olma sürecinin karşılığıyla değer bulursunuz, ya da bir riyakâr olma değersizliğiyle yok olursunuz.”

Üsteki yazıyı Totti’nin neden efsane olduğuna dair geçen hafta yazdığım yazıdan aldım.

Biz efsane değerlerimizi sanırım en son Metin Oktay, Metin Kurt, Lefter ve Can Bartu dönemiyle tamamladık.

Bugüne kalanlar ise, piyasa koşullarının ve ilişkilerin belirlediği, futbolu araçsallaştıran sistemin birer neferi olarak ortada duruyorlar.

Kulüp başkanlarının ‘tek adam’ formatıyla adeta kulüpleri babalarının malıymış gibi yönetmesi, birtakım kişisel beklentileri ve bundan kaynaklanan riskleri düzenlemek için siyasi biat içinde hareket etmelerine neden olmuştur.

Bunun en büyük nedeni parasal meblağın büyüklüğü ve rantın paylaşımıdır.

İşte bu süreç yeni futbolcu formatının da ortaya çıkmasını sağladı.

Ortaya çıkan formatta; Totti, Ronaldo ve Messi’nin sahip olduğu sadakat ve verdikleri emeklerinin iç donanımlarına sahip olan futbolcu modeli ve en ufak bir çabası olmayan ve tek hedeflerinin ülkenin koşullarında, kendine alan bulmak ve bundan faydalanmak olan futbolcu modeli.

Bu model çerçevesinde, mesleğin ahlaki düsturları ve entelektüel donanımlarına sahip olma ile ilgili bir kaygı taşımalarına gerek olmadığı gibi, zaten hiç birinin böyle bir kaygısı da yok.

İşte bu modeldeki futbolcular Mars’a da gitseler, tutum, davranış ve beklentilerinde en ufak bir değişiklik olmuyor.

Eyüp Stadı’ndaki tutum ve davranış ne ise Nou Camp’taki de o, Beşiktaş İnönü Stadı’ndaki davranışlar ne ise West Ham United Upton Park Stadı’nında da o olur. Anlayış ve bakış açısı değişmez.

Hayatları boyunca, tek hedefleri üç büyüklerde oynamak olan ve sebebi de futbol değil, ‘para’ olan bu futbolcuların beklentilerinin dayanakları, hiçbir ‘sadakat’ ve ‘emek’ içermemektedir.

Bu kadar geniş ‘küresel’ donanımlara sahip olan futbolun içinde, bu kadar ‘yöresel’ kalmak sadece bizim futbolcularımıza mahsustur. Tüm ülkelerdeki futbolcular, bu büyük ağın içinde olmak ve dünya vatandaşı olmak için çaba sarf ederken, bizimkilerin bu yöresel tutkusunun altında birçok sebep yatmaktadır.

En önemli unsur; dünya vatandaşı olma ile ilgili kültürel ve entelektüel eksikliklerdir. Bu eksiklikler ile yüzleşme onlarda birçok korkuyu içinde barındırmaktadır. Bu yüzden Arda hâlâ Türkiye’deki gibi yaşama ısrarından vaz geçmemekte direnmektedir.

Bakın Arda’ya tüm arkadaşları ve çevresindeki insanlar Türkiye’den… Acun, Rıdvan, Galerici Erkan...

Tabi bu tutum sahaya da yansımaktadır. Oyun anlayışındaki tutuculuk, takımın sistematik kurgusunda aksamalara neden oluyor ki; Arda çok önemli maçlarda, bu sabit düşünce anlayışından dolayı bu maçlarda takımı çok büyük sıkıntı çekmiştir.

Şimdi, tüm bunları topladığımızda, ortaya tamamlanamayan bir pazıl çıkmaktadır. Tıpkı ülke gibi…

Tıpkı, 1923’te tamamlanıp, 1980’de bozulan ve hiçbir zaman tamamlanmasına izin verilmeyen pazılın ve bu, 1923’teki pazılın kimliği olan İzmir Marşı’na, Rıdvan Efendi’nin verdiği tepkideki anlayış gibi… Bu anlayış artık ülkede sistem haline gelmiştir.

Maddi ve siyasi çıkar dışında, hiçbir katkısı almayan anlayışın her alana egemen olması, maalesef tüm zafiyetlerin birçok alanda donanımsız insanların üzerinde kodlanmasına neden olmaktadır. Tabii bu kader değildir. Arz talep dengesindeki seviyenin kendisidir.

Federasyonlarda bu böyledir. Milli takımlarda bu böyledir. Kulüplerde bu böyledir.

Bakın Arda kaç yıldır yurtdışında oynuyor ve farklı bir kültür anlayışının içinde birçok düşünce ve davranış şekillerine tepkiler vermektedir. Artık süreç içinde, kalite farklılıklarını gözlemlemek herkes için en doğal beklentidir. Bu Milli Takım için de Barselona için de aynıdır.

Yazılan olumsuz bir yazıya verdiği tepki, hâlâ 15-20 yıl önceki davranış şeklini içeriyorsa ve ettiği küfürler dahi, hepsi aynı 15-20 yıl önceki format içindeyse, Arda için her şey boşa geçmiş demektir. Arda’nın adalet anlayışı ülkedeki anlayıştan farklı değildir.

Değişmeyen ülkenin kaderi, Arda için de belki bir çıkış noktası olmuştur! Çünkü içinde bulunduğu koşulları kaldırmak ve bu süreci yönetmek için ciddi sorunlar ve eksiklikler yaşamaktadır. Bu sorunları çözemediğinden, içinde bastırmış olduğu ve bu ülkenin kaderi olan günlük yöresel, içi şiddetle yoğrulmuş ritüellere dönerek çıkış bulmaya çalışıyor.

Bunlar delikanlılık kisvesi altındaki racon kesmeler, şiddet ve küfürdür.

Tüm bunlar Arda’nın bir çıkmaz içine girdiğinin kanıtıdır.

Tıpkı ülke gibi…