EURO 2016 bizim için olmasa da devam ediyor. Milli futbolumuzun icap ettiği gibi kendi maçlarımızı bitirip olasılık hesaplarına giriştik. Başkalarının maçını kendi maçımızdan daha büyük bir destek ve konsantrasyonla izledik. Biz farklı yenersek, o yenilirse, o yenerse diyerek takip ettik gruptaki maçları. Haklarını yemeyelim, takımımız da 2 farklı yenmek zorunda olduğunun bilincindeydi. Hatta gazete başlıklarına bakılırsa “Üzerlerine düşenleri yaptılar.” Yıllarını Avrupa ve Dünya Kupası izleyerek geçirmiş biri olarak milli takıma çok bel bağlamamayı hayal kırıklıklarımı azaltmanın reçetesi olarak kabul ederim. Gelgelelim maçları izlerken ister istemez heyecanlanıyor insan. Sonuçta biz üzerimize düşeni yaptıysak da rakipler yapmadı ve veda ettik.

Bu yılki maçların diğer yıllardan en büyük farkı sanıyorum ilk kez bir dünya yıldızının bizim takımda olmasıydı Arda Turan. Elbette insan Barcelona’da oynayan, Messi’ye asist yapan birinden daha fazla şey bekliyor. Fakat takdir ederiz ki bir kişinin tüm takımı sırtlaması mümkün değil. Fakat milletçe yaptığımız en iyi şey eleştirmek olduğundan 3-0 yenildiğimiz İspanya maçı sırasında Arda’yı ıslıklayarak protesto ettik. Aslında yapılana protesto da denmez zira o konuda pek iyi olduğumuz söylenemez.


Belki ‘kol kırılı yen içinde kalır’ sözü ile yetiştiğimden, belki misafirlikte annesinin ‘eve gidince göstereceğim ben sana’ bakışıyla büyüdüğümden kendi takımını ya da oyuncuyu rakip önünde ‘azarlamanın’ doğru olmadığına inanırım. Misafirliğe gitmeden önce annenizden taktikler alırsınız; oynayacağınız mevki söylenir mesela “yanımdan kalkmayacaksın.” diyerek. Sonra rakiple ilişkiye vurgu yapılıp diğer çocuklara uymamanız tavsiye edilir. Son olarak da temiz bir oyun çıkarmanız istenerek kavga, gürültü olmaması için uyarılırsınız. Taktikler ne olursa olsun bazen işler istediğiniz gibi gitmez. Bu durumda sabrı taşan anne sizi oracıkta, herkesin önünde azarlar. Durumdan mahcup olan misafir teyzesi de sizin tarafınızı tutup kol kanat gerer; sizi kendi annenize karşı korur. İşte o an siz yabancı bir evde, başkalarının yanında azarlandığınıza mı utanacağınızı yoksa yabancı birinin sizi kendi annenizden korumasına mı üzüleceğinizi şaşırırsınız. Biz Arda’yı ıslıkladığımız anda İspanyolların ona sahip çıkması da aynı böyleydi.

Avrupa’da durum böyleyken Amerika kıtasında da bir turnuva devam ediyordu. Şili ile final mücadelesinde Arjantin’in yıldızı Messi penaltıyı gole çeviremedi. Maç sonunda gözyaşları içinde milli takımı bıraktığını açıkladı. Bu konuda başarısız olduğunu, elinden geleni yaptığını ama olmadığını söyledi. Henüz 29 yaşında olduğundan önünde en az bir Dünya Kupası daha vardı. Diğer tarafta Polonya’yı penaltılarla zar zor geçen Portekiz’in yıldızı Ronaldo herkese saç baş yoldurdu. Bir maçta hiç göremedik kendisini, diğerinde orta yaşlı, göbekli, ortalama bir halı saha abisinin atabileceği toplara dokunamadı. Üç yıldız da başarısızdı diyebiliriz.

Milli takımı bırakmanın Arda ile Ronaldo’nun aklından geçtiğini sanmam. Kişisel olarak zaten kimsenin böyle bir lüksü olduğunu da düşünmüyorum. Konu kupalarda yıldızlaşıp kulüpler tarafından talep görmek ya da takımındaki fiyatını artırmak olunca memnun olup, başarısız olunca bırakamazsın takımı. Her nasıl ki sözleşmesine imza attığın takıma ‘eleştiriyorlar, gidiyorum’ diyemiyorsan milli takıma da diyemezsin. Milli formanın kutsallığından öte bir futbolcunun yeteneğini kendi ülkesi, ülkesinin insanları için kullanmaktan imtina etmemesi gerekir.

Bu taraftan bakınca Arda misafirlikte azarlanan, Ronaldo eve dönünce çimdiklenen, Messi ise misafirlikte ağlaya ağlaya ortalığı ayağa kaldıran çocuğa benziyor. Milletçe üzerimize düşeni yapıp daha şefkatli ve sağduyulu ebeveynler olursak her şey daha da güzel olacak.