Ayaktopuna sövüyor yakınımdaki iyi giyimli kişi, İngilizce. Bir diğeri daha, onun dilini bilmiyorum ama anlıyorum kibarca küfrettiğini. Dünyanın her ülkesinden izleyici var Arena Di Verona’da. Yirmi beş bin kişi. Opera şöleni ya Avrupa karşılaşmaları nedeniyle İtalya yengisi dökmüş insanları sokaklara. Arena’nın içine dek sızıyor bağrışlar ve operacıların o erişilmez seslerine karışıyor neredeyse. Yandaşlar, dört saat süren gösterimden sonra dışarıya çıktığımızda dolanıyorlar hala “İtalya İtalya…” diye…
 
Önce yıllardır düşünü kurduğum La Scabla’da bir opera izleme istemim Manon’la gerçekleşiyor Milano’da; ardından Venedik’te Sevil Berberi ve sonra Verona’da görkemli yapımlar; ilk gün Aida ve ertesi gün Carmen, bir haftaya sığıyor...
 

Anlatılması zor güzellikleri sanatın; eşsiz sesleri, yorumları, sahnelenişleriyle…
 
İtalya’da bize eşlik eden Kübra, “İki yıldır bilet bulamıyordum ben Verona’da bu ikisine,” diyor… İyi de biz aylarca önce aldık biletleri İstanbul’dan… Biz derken, can dost Gülfem ayarladı; uçağından oteline, operasından her bir şeyine… Elli yıllık okul-sınıf arkadaşım, daha o yıllarda operalarla, Kafka’larla birlikte tanıştığımız Rıza Çebi ve sevgili eşi Gülfem’le birlikte yapacaktık bu kültür gezisini. Ne yazık ki onlar işleri-yoğunlukları nedeniyle katılamadılar. Ama onların girişimleri destekleriyle gerçekleşti bizim sürdürdüğümüz bu gezi.
 
Kent değil, tümüyle birleştiğinde (kiliseleri, müzeleri, anıtları, doyunakları(lokanta), su yolları(kanal) sanatsal bir başyapıt diyebileceğim Venedik’teki o kalabalık ne öyle? Sanki Türkiye’ye gelen tüm gezmenlerin(turist) toplamı sığıvermiş bu kente… Dünyadaki en büyük üçüncü Roma yapısı Açıkhava tiyatrosu Arena di Verona; geçmişte binlerce kişinin salt eğlence için öldürüldüğü bir yer, başta gladyatörleri vahşi hayvanlarıyla… Şimdiyse yaz aylarında her opera gösterimine akan 25.000 kişi…                           Gezimsel(turistik) anlamda düşünüyorum da nesi yok bu İtalya’nın? Yok, yok…
 
Ya Türkiye’nin? Var yok…