Bülent Arınç boşuna konuşmadı. Bir vicdan nöbeti de geçirmedi. Sadece gündem değiştirmek de değildi derdi. Söyledikleri arasında da, neden söylediğinden bağımsız olarak doğru olan şeyler var. Hatta o kadar doğru şeyler var ki, bunların tam da şimdi söylenmesi belli ki bir şeylerin habercisi.

Adaletle, ANAP’laşmakla, Hakan Fidan’la ilgili söyledikleri de çok çarpıcı ama en vurucu sözleri “%50 bizden nefret ediyor” ve “Böyle giderse ülke yönetilemez hal alabilir” mealinde olanlar. Bu cümlelerin işaret ettiği durum, 2010 referandumu ve 2011 genel seçimlerinden sonra adım adım geldiğimiz yerle, buraya geliş biçimimizle ilgili, ve bu cümleler büyük ölçüde doğru.

Yönetilemez hale gelme kısmı özellikle doğru, çünkü ülkenin yarısı da değil, yarısından fazlası yargıya, siyasete ve devlete dair en ufak güven kırıntısına bile sahip değil. Ancak denebilir ki bu durum yeni değil, devlet de yargı da siyaset de Türkiye’de hiç adil olmadı, hep yandaşlar kayırıldı, hep kurallar büküldü. Seçimlerde sayılan oylara bile güven olmadığı başka bir durumu ya da cumhurbaşkanının anayasayı hiç kafaya takmadan konuştuğu bir dönemi hatırlamakta zorlansak da, Türkiye’nin asla gerçek bir hukuk devleti olmadığı da ortada. Ama bu “%50’nin nefreti” denilen durum, maalesef gerçek, ve maalesef yeni.

Bunun çok açık bir sebebi var. Politikacıların hedefinde genelde diğer politikacılar olur. Diğer partiler olur. Diğer partilerin seçmenleri olmaz. Çünkü eninde sonunda oy isteyecekleri insanları karşılarına almak istemezler. Çünkü insanlar normal şartlarda fikir değiştirebilir, oy verdikleri partiyi de değiştirebilir. Ama işte 2011 seçimlerinden sonra iktidar partisi artık başka kimseyi ikna etmeye de, başka kimsenin rızasına da ihtiyacı olmayacağını düşündü. Ülkenin yarısı onlarındı, ne yaparlarsa yapsınlar.

Bu düşünce yerleştikten sonra, iktidardakiler diğer partilerin sadece yöneticilerini değil seçmenlerini de hedefe oturttular. Onlara çapulcu, yezidi, hain demedikleri gün geçmedi. Ayrıca ümit kestikleri toplum kesimlerinden de kategoriler halinde haz etmediklerini defalarca ifade ettiler. Etek boylarından çocuk sayısına, kürtajdan sigaraya, cemevlerinin statüsünden alkol düzenlemelerine kadar kendilerinden bilmedikleri her toplum kesiminin hayatına üstten ve buyurgan ifadelerle sürekli karıştılar. Eğitim sistemiyle ilgili toplumun en az yarısına kâbuslar gördürecek hareketler içine girdiler.

Bu bilgece ifadeleriyle gündeme gelen beyefendinin zamanında ve kontrolü altında Anadolu Ajansı ve TRT daha önce yanına bile yaklaşmadıkları derecede bağımlı kurumlar haline geldi. Çok yaygın inanışa göre kabine üyeleri dizi senaryolarına müdahale eder oldu. Rating sisteminden sponsorluk yasalarına, son 13 yılda en az etkili olabildikleri yer olan eğlence endüstrisini “adam” etmek için, “fıtrat eşitliği” adına kocaman hamleler yapıldı sektör bileşenlerine danışılmadan.

Medya operasyonları sonucunda milyonlarca kişinin sokağa çıktığı kitlesel eylemleri haber olarak görmeyen bir standart yerleşti, ki bu operasyonlar Gezi’den sonra da devam etti. Yeri geldi Twitter, yeri geldi Youtube kapatıldı. Ve altta yatan dinamik hiç değişmedi: iktidar partisi kendine oy vermeyenleri “bizden”, “milletimizden” ve hatta “insandan” saymadı çoğu zaman.

Ve sonuçta buraya geldik. Ama Arınç’ın söylediklerinin örtmemesi gereken kocaman bir gerçek var: bütün bunlara rağmen, şükürler olsun ki, hâlâ, toplumun yarısı diğer yarısından nefret filan etmiyor. Yöneticilerle ilgili durum bariz, ama onlara oy verenlerin nasıl bir borç kapanında, nasıl bir medya tahakkümü altında, onların da nasıl başka bir korku iklimi altında olduğunu, kendilerince makul bir alternatif olmadığı için oylarının sabit kaldığını anlayan da milyonlarca insan var aslında.

İşte Arınç’ın konuşmaları da bu durumun sonsuza kadar sürmeyeceğini anlatıyor. Her şeyin sandığımızdan büyük bir hızla değişebileceğini, bizim saydığımız sebeplerle olmasa da, bu sebeplerin yol açtığı başka dinamikler dolayısıyla, hayatın başka durumlara gebe olduğunu söylüyor kendisi.

Ve sadece geçen Pazar günü Türkiye’de ve dünyada haber olan bazı gelişmelerden bağımsız değil galiba bütün bunlar.