Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yatıp kalktığımız şu günlerde Arjantin’den gelen “iflas” haberiyle aklım kısa süreliğine de olsa yurtdışına gitti. Sizi “ülkelerin iflası nasıl oluyor” diye meşgul etmek istemiyorum. Birçok ekonomist, köşe yazarı uzman bu konuyu enine boyuna zaten her gün medyada tartışıyor. Benim dikkat çekmek istediğim konu Arjantin’in bugünlere nasıl geldiği.

Arjantin’in tanıdık hikâyesi

Yurttaşı yolunacak kaz, ülkeyi sömürülecek pazar, işçiyi köle, sermayeyi efendi gören neo-liberal politikaların akıl hocaları tarafından yıllar önce pazarlanmaya çalışılan Arjantin Mucizesi’nin aslında nasıl bir ihanet ve yağma hikayesi olduğu 1936 doğumlu Arjantinli yönetmen Fernando Ezequiel Solanas tarafından 2004 yılında yayınlanan bir belgeselde çok güzel anlatılıyor. Belgeselin adı “Memoria del Saqueo”, Türkçesiyle “Yağma Günlükleri”. Yönetmen belgeseli, bütün ihanet ve yağma yılları boyunca onur ve cesaretleriyle direnenlere adamış. Belgeseldeki bütün verilerin Arjantin veya uluslararası resmi verilere dayandığına dair de bir uyarı var.

Yağma Günlükleri
Yağma Günlükleri’nde Arjantin’in başının bir türlü beladan kurtulamamasının temel nedeni olarak dış borç gösteriliyor. Bağımsızlığını kazandığı iki yüzyıl öncesinden başlayarak dış borç Arjantin’deki fakirleşmenin, yozlaşmanın ve en büyük skandalların kaynağı olmuş. Bu Arjantin’de finans çevrelerini zengin etmek, finans sektörünü denetlemek ve ülkenin varlıklarından mahrum bırakılması için kullanılmış. İşin ilginci, Arjantin’in bugünkü durumunun temel sebebi olan dış borç esas itibariyle 1976-1983 arasında, askeri cunta döneminde oluşmuş. Kaynağının hileli olduğu mahkeme kararıyla bile tespit edilmiş ama ne hikmetse hiçbir zaman siyaset kurumu tarafından gerektiği gibi araştırılmamış. Büyük olasılıkla yönetici elit bu durumdan beslendiği için üzerine gitmeyi çıkarlarına aykırı buldu.

1976-1983 arasında 7 yıl hüküm süren askeri cunta dönemi kapandığında Arjantin’in borcu, yarısı özel sektöre ait olmak üzere 45 milyar dolarmış. Bu rakamın 23 milyar doları ülkede iş yapan çokuluslu bankalara ve şirketlere aitmiş. Dikta yönetiminin bırakıp gittiği bu ağır yükün Arjantin halkının sırtına yüklenmesi görevi ise, gerek “El Turco” olarak bilinen Carlos Menem, gerekse De la Rua hükümetlerinin finanstan sorumlu süper yetkili bakanı Cavallo’ya verilmiş.


‘Nefretlik Borç İlkesi’
Yağma Günlükleri’nde cuntanın devrettiği borcun içerisinde yer alan ve özel şirketlere ait olan kısmın aslında yabancı şirketlerin borcu olduğu, zira ana şirket tarafından alt şirkete borç olarak verilmesi sonucu doğduğu savunuluyor. Özetle, yabancı şirketlerin iç hareketleri Arjantin’in dış borcu sayılmış. Bu operasyonun bankaların borçlarını devlete yükleme amacıyla yapılmış bir dolandırıcılık olduğuna inanıyorlar. Ayrıca bankalar fahiş borçlanma faizleri uygulamış.

Normal faiz oranları uygulanmış olsa dış borç 1988’de tamamen kapatılabilirmiş. Diğer taraftan “borçtan kamu yararlanmıyorsa bu borç kamu borcu değildir” argümanına ABD’nin de zaman zaman başvurduğunu hatırlatıyor ve tarihten örnekler veriyorlar. Bir de “Nefretlik Borç” kuramı denilen bir kuramdan bahsediliyor. Türkçesi “hırsız siyasetçinin borcunu halk ödemez” kuramı. Bizzat IMF’nin ABD’li yöneticisi Karen Lissakers “Nefretlik Borç ilkesini uygulasaydık 3. Dünya ülkelerinin bugün hiç borcu yoktu” demiş. Az çok tahmin edilen ve çok da kurcalanmayan bir konu.

Arjantin’de iktidara gelen partinin söylediğiyle yaptığı pek tutmamış. Uluslararası şirketlere boyun eğmeme, cuntadan hesap sorma, yoksullukla mücadele vaatleriyle iktidara gelenler, çıkardıkları yasalarla cunta döneminin suçlularını aklamış, büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmiş, yoksulun daha yoksul, fakirin daha fakir olmasına yol açacak hesapsız-kitapsız özelleştirmelerle koca bir ülkenin insanlarını dev şirketlerin kaderine terketmiş. 1983’te iktidara gelen Alfonsin Hükümeti (Radikal Parti) 1987’de iktidardan düşünce kriz derinleşmiş, hiperenflasyon başlamış. Halk süpermarketlere hücum etmiş. İşte bu dönemde El Turco lakaplı Carlos Menem iktidarı yakalamış.


“Hepimiz Dante’nin cehennemindeyiz”
Uzun yıllar Arjantin’in en fakir eyaletlerinden birisini yönetmiş olan Menem’in ani yükselişi Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Washington Fikir Birliği yaklaşımının kuruluşuna denk geliyor. Açıksözlülüğü ve hitabet yeteneğiyle dikkat çeken Menem üretim devrimi ve yüksek maaş vaat etmiş. Menem’in bir özelliği de eski bir isyancı olan “Ovalar Kaplanı” Facundo Quiroga gibi uzun favorilere sahip olması.

Menem iktidara gelirken verdiği sözleri birkaç gün içerisinde unutuyor, favorileri kesiyor ve Latin Amerika’da neoliberal politikalar çağını resmen aralıyor. Peron ve Evita’nın anti-emperyalist ve tarafsız politikalarına ihanet ediyor. Menem döneminde halkına ihanet eden sadece Neoperonist Menem ve partisi değil. Hayatı direnişlerle bezenmiş birçok politikacı, sendikacı vb hemen hemen toplumun her katmanından insan bir şekilde yeni dünya düzenine teslim oluyor. Carlos Menem asıl niyetini gizlediğini bizzat kendisi itiraf ediyor. Belgeselde Peronist partinin tarihi lideri Senatör Antonio Francisco Cafiero ile de görüşmüşler. Deneyimli politikacı politikada ihanetlerin yaşanabileceğini, oy alabilmek için yalan söylenebileceğini ama bunun etik olmadığını, Carlos Memen’de ihanetin daha şiddetli yaşandığını, bu modelin kullanıldığını ve artık tükendiğini söylüyor. Ülkede mafyokrasi var mı sorusuna ise kesin cevap vermiyor. Yolsuzluğun sadece yönetici sınıfa yüklenmesine itiraz ediyor. Arjantin toplumunun bir bütün olarak kendisine temiz diyemeyeceğini, yönetici sınıfın da Arjantin halkı arasından çıktığını hatırlatıyor. Politikacılar olarak sınıfta kaldıklarını kabul ediyor ama bir yandan da “Arjantin halkının tercihi bu kardeşim, politikacıyı da bu halk seçiyor işte” demeye getiriyor. “Toplum olarak bir değerlendirme yapmamız gerekirse hepimiz Dante’nin cehennemindeyiz” sözü de ağır bir itiraf olmuş.

Gerçi Cafiero gibi düşünmeyenler de var. Halkın önüne gelen adaylar arasından tercih yaptığını dolayısıyla Arjantin halkının tercihi nedeniyle suçlanamayacağını söyleyen bu görüşe göre; etkisi azalmış bir kamuoyu, tarihsel mirasına ihanet eden ve düşmana boyun eğen bir parti, sanayisizleştirme ile aşındırılmış hain dolu bir işçi sınıfı, hukuka bağlılığı sahte mahkemeler, hareket alanı daraltılmış muhalefet partileri soncunda Cumhuriyet’in bozulması kaçınılmaz.


Yandaş Yüce Divan
Carlos Menem başlangıçta gizlediği planları için yandaş bir Yüce Divan, hükümet kontrolunda mahkemeler ve parlamento tarafından verilmiş olağanüstü yetkilere ihtiyaç duyduğu için iktidarının daha ilk ayında Yasaların Yasası olarak bilinen Devlette Reform Yasası’nı Meclis’ten geçirmiş. Kamu işletmelerini, hiçbir hesap kitap yapmadan, ölçüp biçmeden özelleştirme yetkisi veren bu yasanın mimarı da karanlık cunta döneminin işkencecilerine kahraman diyen ve işi heykellerinin yapılmasını teklif ettirmeye kadar götüren, kendisi de eski bir asker olan muhafazakar politikacı Alsogaray. Uzatmayalım, neticede yağma yasaları neo-Peronist partinin oylarıyla Meclis’ten hızlıca geçiyor. Carlos Menem dikta rejiminde bile olmayan olağanüstü yetkilerle donatılıyor.

Menem’in ses getiren ilk özelleştirmelerinden ikisi ulusal petrol şirketi ile gaz şirketinin özelleştirilmesi. 200 milyar dolarlık rezerve sahip olduğu bilinen ulusal petrol şirketi 9 aylık üretim karşılığı bir bedelle 25 yıllığına hediye ediliyor. 38 dolar olan hisseye 19 dolar değer biçilmesi sonucunda 350 milyon hissede olağanüstü bir kamu zarar olduğu öne sürülüyor. Yabancı bir danışmanlık firmasına hazırlatılan raporla rezerv olduğundan daha düşük gösterilmiş ki özelleştirme fiyatı düşük çıksın! Bir yıl sonra gerçek rezerv seviyesi defter kayıtlarıyla ortaya çıkıyor.

Arjantin’in milli varlıkları yağmalanırken medya da boş durmuyor, özelleştirmenin faydasından, özel sektörün verimliliğinden dem vuruyor. Bir zamanlar tüketiminin yüzde 95’ini üretebilen Arjantin, Menem’in ekonomik modeli sonucunda enflasyonla mücadelede başarı yakalıyor ama sanayi ağır yara alıyor. 1 peso = 1 dolar denklemi ithalatı patlatırken yerli sanayi, küçük üretici, esnaf ve tüccar birer birer piyasadan çekiliyor. İşsizlik yüzde 11’lerden yüzde 20’lere fırlıyor. Bir zamanlar Latin Amerika’nın örgütlü çalışma hayatıyla bilinen Arjantin’de halk iş meleğinden yardım dilemek için kilisede buluşmaya başlıyor. Şanslı olanlar ise ağır çalışma koşulları altında, şikayet edersek işsizler ordusuna katılırız korkusuyla sessiz sedasız işini yapmaya çalışıyor. Dolar ülkeyi istila ediyor. Pesonun yanında dolarla da her türlü alışveriş yaygınlaşıyor. Pespaye TV programları ile birlikte bir dejenerasyon dönemi de başlıyor. Bu dönemde özelleştirme yanlısı yayınlarda “Devlet demek bürokrasi ve yolsuzluk demek” diyen de var, “Yerin altındaki petrolün kime ne faydası var” diyen de, “Bu ekonomik modelin fakirlik getirdiğini söyleyen yalan söylüyor” diyen de… TV’ler bu şekilde Menem yanlısı yayınlar yaparken devlet okullarında öğretmenler açlıkla mücadele eden çocukların eğitimi için zorlu bir mücadele veriyor.


 Arjantin mucizesi!
Hiç şüphe yok ki Menem’in ekonomik modeli küresel bir planın bir parçası. Menem’in Maliye Bakanı Cavallo, ABD Hazine Bakanı’yla “borç işini” görüşmek üzere masaya oturuyor ve ilginç bir planla masadan kalkıyor: Buna göre; kamu şirketlerinin hissesini temsil eden Hazine Bonoları çıkarılacak, satış fiyatı olarak nominal değerin yüzde 15’i belirlenecek, satılan şirket geri alınmak istenirse nominal bedelin yüzde 100’ü ödenecek. Ne güzel plan değil mi! Yüzde 15’ine sat, geri almak istersen yüzde 100’ünü öde. Arjantin mucizesi! Bu planın Arjantin’e 30 milyar dolara mâl olduğu hesaplanıyor.

Arjantin’deki haraç-mezat özelleştirmelere katılan şirketlerin marifetleri de bize tanıdık geliyor. Şirketlerin yatırım yapma taahhüdü var. Bunun için para koyması lazım. Koymuyor, lazım olan kaynağı tarifeyi artırarak elde ediyor. Bir başka örnek telekom sektöründen. Bizde de çok şaibeli bir özelleştimedir telekom satışı. Örneğin Telekom’da kârlılık normalde yüzde 5 ama Arjantin Telekom’da bu oran yüzde 16’lara çıkıyor. Hırsız politikacıdan yüz bulan sermaye, özelleştirme esnasında verdiği taahhütlerini yerine getirmiyor. Para lazım olunca da halka ödetiliyor. Bunu meşrulaştırmak da iktidarın ağzının içine bakan mahkemelere ve yüksek yargıya kalıyor.

Arjantin kamu şirketlerini borçsuz devretmiş. Devlet desteklerinin kamu açıklarına yol açtığı iddiasıyla haraç-mezat satılan kamu şirketlerinin bugün büyük çoğunluğu devlet desteği almaya devam ediyor. Ulusal karayolu ağı işletmesi özelleştirilmiş örneğin. Özelleştirmeden elde edilen gelir bugün verilen devlet desteğinden azmış. Demiryolu özelleştirmesi ise tam bir işsizler ordusuna sebep olmuş. Binlerce aile taşınmak zorunda kalmış. Demiryolu ağı 36 bin km iken bu rakam 8 bine düşmüş. 95 bin kişi çalışırken bu sayı 15 bine gerilemiş. Özelleşen hemen hemen tüm şirketler kısa sürede büyük kârlar elde etmesine rağmen büyük de borca sokulmuş. Birçok yolsuzluk yapılmış. Taahhütler yerine getirilmemiş. Örneğin Sular İdaresi özelleştirilmiş ancak 800 bin kişi sudan yararlanamazken, 1 milyon kişi kanalizasyondan mahrum bırakılmış. Demiryolu şirketinde sadece işten çıkarılanlara ödenmesi için Dünya Bankası’ndan sağlanan kaynak için bankaya borç 1.4 milyar dolar civarındaymış.

Carlos Menem’in iktidarı süresince işadamları ihya olmuş, işçi sınıfı ezilmiş, işçinin haklarını korumakla görevli sendika patronları iktidar yalakalığı yapıp köşeyi dönünce işçiler sendikadan uzaklaşmış, örgütlü yaşam darbe alınca sermaye boşluğu doldurup vahşi kapitalizmi iyice ülke ekonomisine hâkim kılmışlar.