Sürekli bir üzülme, öfkelenme duygusunun sağlıklı olmadığı  açık. Farklı dünyalara açılmaktan başka çare yok; başka dünyalar da ancak sanatta var. Kitapların, müziğin, filmlerin, sergilerin dünyasında. Ben de, bir oyun, bir sergi, bir kitaptan söz etmek istiyorum bugün.

-Şehir Tiyatrolarının Ümraniye Sahnesi’nde Bilgesu Erenus’un yazdığı, Hüseyin Köroğlu’nun sahneye koyduğu Arka Bahçe oyunu var.  Oyun güzel, reji mükemmel, oyuncular çok iyi.
 
Oyunun anlamı, Özgürlük Anıtıyla da simgelenen özgürlük, demokrasi söylemi ile egemen ülkelerin arka bahçesinde biriken “çöpler” arasındaki çelişkide yatıyor. Biri evin hanımı, öbürü hizmetçi olan iki kadın ve sonrasında arka bahçede ortaya çıkan halkların hayaleti ile anlatılıyor bunlar.  Kadının, o hayaletlerden hem korkması hem de onları sindirmek, ele geçirmek için gösterdiği gayreti,  uluslararası ilişkilerin hali olarak almak hiç de yanlış olmaz.

Sahneye konuş, dekor ve kareografi, oyuncular, hepsi çok iyi.  Ülkede olup bitenler, Ortadoğu’daki patlamalar, Suriye meselesini düşünürken, bunların arkasındaki daha büyük resmi sanatsal bir ifadeyle görmek için bile gidilebilir.

-Salvador Dali sergisi... Sergide yer alan çalışmaların çoğu küçük boy ve orijinal değil taş baskı; litofgraf.  Buna karşın, epeyce kalabalık, çoğu genç geziyor sergiyi. Göze de, beyne de hitap eden resimler önünde durup yorum yaptıklarını görmek keyif verici.
 
Çılgın bir düş gücü ile bunu resme dökebilme dehası bir araya gelmiş... Bu nedenle, hemen her birindeki metaforların anlamını çözmeye çalışmak gerekiyor. Sergi iyi bir beyin jimnastiği de olmakta. Ne yazık ki bu hafta sonu, 26 Şubat’ta bitiyor.
 
Üç bölümde toplanmış resimler; Sürrealizmin İzleri; İlahi Komedya ve Gala ile Akşam Yemeği... Kendi adıma, nankörler, hainler, taklitçiler, hırsızlar, yalancılar, hilekarlar gibi insanları resmeden çalışmalar, insanlık hallerini anlatan bu kavramların resimde ifade bulması açısından çok etkileyici.

Onlara bakarken, Dali’nin, sürrealizmden  anlatmak istediklerini ifade etmek açısından çok iyi yararlandığını düşündüm.  Bu gerçeküstü anlatımları yazıya dökmek zaten zor, benim dilimin yetersiz kalacağı da açık; yine de bir kaçını anlatmak için kendimi zorlayacağım.

Örneğin, hainleri, arkasında bir egemen figürün yer aldığı,  betonların arasına kafa gömen bir siluetle anlatmış.  Hainin iğrençliği kadar bir şeyin maşası olma hali...  Taklitçiler, elleri ayakları çivilenmiş, bağırsakları dışarda, bedeni de  koltuk değneğiyle desteklenerek zar zor durabilen yaratıklar... Hilekarları, koca bir kayanın içinden çıkan ayaklar olarak resmetmiş; kendileri görülmeyen, ama tekmeleri hissedilen ayaklar... Devlet başlıklı resim de ilginç. Aşağıda yere kuvvetle basan çizmeli bir ayak var, yukarıda doğru amorf bir varlık, en yukarıda da renkli bir yele; bin bir dolabın döndüğü bir baş olarak düşünmek mümkün geldi bana.
 
Gala ile Akşam Yemeği başlıklı bölümde yer alan çalışmalarda ise,  abartı ve gösteriş hakim.  68 yaşında ve ünlü aşçıların tariflerinden  yararlanarak yaptığı söylenen bu resimlerde, yemeğin ve sevişmenin hazzını bir araya getirilmiş; ama dünya haline göndermeler de ihmal edilmemiş. Örneğin Gece Arzuları adlı resimde,  çeşitli yiyeceklerle dolu bir kadın başı (Gala) var; kadının ağzında gördüğümüz bir üfleme balona açılıyor; balonda ise insanları, orduları, savaşları, yokluğu ile koca bir dünya görüyorsunuz. Yorum kişiye bağlı; ister Gala’nın sanatçı için hazzı ve vahşetiyle tüm dünyayı temsil etiğini, ister yemeğin, ya da sevişmenin hazzı ile dünyadaki vahşetin birbiriyle olan bağlantısını, ister  sanatçının ikisiyle de bağını düşünün; resim sizi düşünmeye çağırıyor.

-Ve de Mine Söğüt’ün “Deli Kadın Hikayeleri.”  Kitabın adı gibi, içindeki hikayeler de insanı şaşkına döndüren cinsten. Kitap da, “delirerek ölenlere “ adanmış... Çoğu ölümle bağlantılı, çoğu hayatını yaşayamayan, ya da istediklerinden başka şeylere mahkum olan kadınların hikayeleri;  yaşanmamışlıktan delirerek ölmeye uzanan hikayeler. Okurken buruk, acı  bir tat bıraksa da insanda, hikayelerdeki düş gücü ve anlatım zenginliğine kapılmamak olanaksız.
 
Ölürken ezbere bildiği tam beş yüz altmış üç şarkısını doktora emanet eden kadın; evin dilini, acısını çözmüş hikaye anlatıcısı, sineklerin sevişmesini izlemeye mahkum yerinden kalkamayan çocuk, geceleri kadınların rüyalarına giren yılanlar gibi 21 hikaye... Hayır, fantastik değil, daha çok yanımızda yöremizde olup da göremediğimiz, insanlara ve yaralarına ışık tutan hikayeler.