Arka fonda bir ülke

Nesli Zağlı

“Türkiye evlatlarına
kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor”
Ahmet Hamdi Tanpınar

İnsan ruhsallığına dair bir şeyi yorumlamanın farklı analiz seviyeleri var. Psikolojik bilimler içerisinde de, insan ruhuna ait olguları, soruları ve sorunları ele almaya dair farklı araştırma yaklaşımları var. En yaygın olarak depresyonu ele aldığınızda, bir bireyde depresyon gelişimini nörobiyolojik süreçler ve yaşam olayları düzeyinde de ele alabilirsiniz, sosyopolitik faktörler düzeyinde de.

Yaklaşık çeyrek asırdır psikolojik bilimlerin ağırlıklı eğilimi psikolojik rahatsızlıkların ardındaki genetik özellikleri araştırmak oldu. Depresyonun, bipolar bozukluğun, şizofreninin ardındaki olası tüm genetik yatkınlıklar inanılmaz bir teknoloji ve hızla araştırılıyor ki bu alandaki güncel literatürü takip etmek bile bir mesai gerektiriyor. Aynı şekilde çeyrek asırdır yaygınlaşan beyin görüntüleme yöntemleri ile ruhsal bozuklukların nöroanatomik ve nöroişlevsel özellikleri ile ilgili akıllara durgunluk veren bir hızda çalışmalar yapılıyor. Bu noktada alan içerisinde daha kapsayıcı bir “biopsikososyal” yaklaşım da var ve bu bakış açısı bir psikolojik fenomeni salt bir biyolojik altyapıya indirgemeksizin, çevresel koşulları da hesaba katarak epigenetik bir ruhsal hastalık/ sağlık çerçevesini baz alıyor. Tüm bu çabalar, insan ruhsallığına ışık tutmak adına çok anlamlı. Ancak ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerde serpilen bu yaklaşımlar, hiçbir günü bir diğerine benzemeyen çalkantılı bir psiko-iklime sahip bizim gibi ülkelerde ne anlama geliyor?

Ruh sağlığı uzmanları olarak karşımıza gelen danışan/ hastalarla çalışırken, bu kişinin çocukluğundan itibaren yaşadığı gelişimsel öyküsü, hayat olayları ve sosyoekonomik koşullarını titizlikle araştırıyoruz. Amaç her zaman kişiye dair öykü ile ruhsal zorluğu arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmak değil. Ancak bizim için karşımıza çıkan öyküyü anlamlandırmak için çok önemli bir “büyük resim” oluyor. Böyle de olması gerekiyor çünkü bilimsel olarak bir olguyu konumlandırmak için o öyküyü çevreleyen bağlamın koordinatlarına ihtiyaç var. Hepimiz bir sosyo-kültürel bağlamın içine doğuyoruz ve o arka fonun rengi ve dokusuyla anlaşılır ve görülür bir hacim kazanıyoruz. Bir uzman, içinde yaşanılan şehrin bir tepesinden veya bir kıyısından gelen kişilerin öykülerdeki farklılıkları her daim görür. Bu fark kimi zaman kültürel, kimi zaman sosyo-ekonomik, kimi zaman da sınıfsaldır. Tüm bu altyapı kişinin gelişiminde psikodinamik olarak farklı anlamlar taşır.

Sosyopolitik arka fonun kişinin psikodinamik süreçlerine nasıl yansıyabileceğine örnek getirelim. Örneğin ekonomik eşitsizliği ve hareketliliği çok olan bizim gibi ülkelerde başta işsizlik olmak üzere, borçlanma, iflas gibi olasılıklar çok güçlü psikolojik zorluk potansiyeli taşır. Aynı evde, aynı anne babayla yaşayan ve aralarında yaş farkı olan iki kardeşi ele alalım. Biri 1996, biri de 2001 doğumlu olsun. Aralarındaki beş yaş ne kadar önemsiz görünse de, anne veya baba 2001 ekonomik krizinde işlerini, güçlerini, evlerini kaybetmişse bu koşullar altında çocukların aldığı ebeveynlik süreçleri değişecektir. Gelişimsel ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanması, anne-babaya dair imgeleri ve idealizasyonları farklı olacaktır. Bu farklar yetişkinlik hayatında, kardeşlerin ruhsal zorluklarla nasıl başa çıktığını etkileyecek bir özellikte olabilir. Bu doğrultuda, anne-babası tutuklanan, hapse atılan, ayrımcılığa uğrayan, öldürülen çocukların ruhsallığındaki arka planı bir düşünün. Sonuçta bu ülkede adaletsizlik, eşitsizlik, ayrımcılık, yoksulluk, taciz, tecavüz ve şiddet yüzbinlerce insanı vuruyor.

Bu son 20’ye yakın yılda yaşadığımız çaresizliği bu ülke ilk defa bu kadar şiddetli yaşıyor. Bizim çocukluğumuz, gençliğimiz de gerici, baskıcı, rantçı iktidarlarda geçti ama suç ve kötülük bu kadar aleni değildi. Son bir senedir başımıza gelen salgın, deprem, sel, yangın felaketleri her ne kadar insan eliyle olsalar da, ne kadar kötü insanların eline düştüğümüzü bize gösterdi. Yaşadığımız her travma, usulsüzlük, haksızlıkla tekrar ne kadar büyük ve karanlık bir fonda olduğumuzu hatırlıyoruz; Peki bunca adaletsizlik karşısında bir insan bireysel olarak nasıl iç dünyasını derleyip, toplayabilir? Yok sayarak? Oysa biz, bir türlü tesis edilemeyen güvenlik ve adalet duygusunun arka fonda hep işlediğine, gizli gizli tüm varoluş çabalarını kemirdiğine tanık oluyoruz. Ruh sağlığınız içinde yaşadığınız toplumdan bağımsız değildir, olamaz. Örneğin son yıllarda artan tüm şiddet olayları gibi, öz kıyım da politiktir ve sosyo-politik bağlamından bağımsız görülemez. Kısacası bu ülkede olup biten her şey kalıcı bir arka fon oluşturuyor ve ruhsallığımıza dair her şey bu karanlık alanda cereyan ediyor. İnsanlar size gelip biricik dertlerini anlattığında siz de onları tüm psikopolitik bağlamdan bağımsız görmeye yeltenebilirsiniz. Ancak bağlam kendini her noktada tekrarlayacak ve hatırlatacaktır.

Bu yazıyla vurgulamak istediğim, bireyselliklerimizi düşünürken sosyopolitik arka planı da dikkate almamız gerektiğidir. Gönül isterdi ki bizler de şairin dediği gibi laboratuvarlarla ve beyin görüntüleme cihazlarıyla depresyondan sorumlu gen ve beyin bölgelerinin peşinden koşalım. Ya da “biyopsikososyal” modelin ara kademesi olan “psikolojik” olanla ilişkilenelim. Psikolojik analiz seviyesinde bireylerin bağlanma stilleri, tutum ve inançları, bireysel yaşam olayları, oy verme davranışları, mesleki tatminleri, yaşam kaliteleri vb. pek renkli ve fiyakalı araştırma parametreleri var. Türkiye’de insan ruhsallığına dair hiç biyolojik ve psikolojik araştırma yapılmadığını söylemiyorum. Ama asıl tüm bu zorlu psikolojik iklimin ruhsallık üzerine etkisinin yoğun olarak çalışılması gerektiğini söylüyorum.

Bu ülke insanın biricik yaşam öyküsünü ve ona dair olanı pamuklara sarıp sarmalasına ve sadece onunla ilgilenmesine olanak vermiyor. Son dönemde yaşanan felaketler sonrası danışanlarımın kendi sorunlarını önemsizleştirdiğine, terapide konuşmaktan çekindiğine şahit oluyorum. Bu yaklaşımda bir hata var. Asıl yapmamız gereken merceği ayarlamak: kendimize ve arka plana baktığımız merceği. Kimi zaman büyük resme bakmalı ve etkilerini hesaba katmalı, dayanışmalı ve çabalamalıyız. Kimi zaman da kontrol edemediğimiz şeyler karşısında elimizden geleni yapabildiysek (reel veya sosyal medya dayanışması, paylaşım ve örgütlenme) odağı tekrar kendimize çevirebilmeliyiz. Siz yine de sabahları kalktığınızda eksilen parçalarınız varsa lütfen evlilik sorunlarından, mobbingden veya sınır koyamamak kadar bu karanlık arka plandan bilin.