1 Mayıs’ın üzerinden bir hafta geçti ama tartışmalar sürüyor. “Ana akım” medya ziyadesiyle yükleniyor İstanbul Valisi’ne, Emniyet’e ve hükümete. Onlarla aynı kulvarda...

1 Mayıs’ın üzerinden bir hafta geçti ama tartışmalar sürüyor. “Ana akım” medya ziyadesiyle yükleniyor İstanbul Valisi’ne, Emniyet’e ve hükümete. Onlarla aynı kulvarda yüklenme telaşında değilim. Çünkü, vaktiyle devrimciler, demokratlar meydanlara çıkıp tarandığında, evleri basılıp öldürüldüğünde, medya aynı medyaydı. Ve üniversitelerin ön kapılarında çıkan devrimciler taranırken, arka kapıdan sessizce girip eğitimlerini tamamlayan müminler, ordunun, medyanın desteğiyle bugünlere gelip, ülkeyi yönetir oldu. O sebepten, çıkarılacaksa bir günah, kullanılacak gücün “oranı” tartışılacaksa, herkes makarayı geriye sarıp, kendi “oranını” ölçmeli.

Üzerinden zaman geçti, farkındayım ama yine de bu 1 Mayıs daha çok konuşulacak gibi görünüyor. Yaşı ilerledikçe bıyığını, saçını badem yağıyla ovup, karaya boyayan adamlar gibi, bıyığını bura bura dolaşan muhterem Emniyet Müdürü Cerrah da çok konuşulacak, yaptığı açıklamada “Müdahale edilenler işçiler değil, marjinal sol gruplardı” diyen Vali de. “Hastane önünde yanlışlıkla gaz bombasını düşüren polisimiz, kendisi bile mağdur olmuş, gazdan etkilenmiştir” laflarının ardından, “Ver ulan şunu” diyerek gaz bombasını hastaneye sallayan polisin görüntüleri yayınlandığı halde sus pusluluğa devam etmesi de konuşulur umarım Vali’nin. Bunlar alışık olduklarımız. Beni asıl şaşırtan, elinde CHP bayrakları ile gaz bombası yiyenler oldu. İronik bir durum. Bir o kadar da nostaljik. Vali Güler’in de bahsini ettiği “sol marjinal gruplar” yani ki devrimciler alışıklar da böyle bombalı coplu sahnelere, takım elbiseli “nostaljik solcular” için enteresan oldu bu tablo. Umudum o ki, sık sık gaza gelip bayraklarla meydanları dolduran, AKP’ye yüklenirken ordunun haki tanklarının gölgesine sığınanlar, Taksim meydanının güvenliğini alan askerlerin arka planını ve durup durup e-muhtıra yayınlayan ordunun bu mevzu karşısındaki kediliğini de düşünürler. Ve tabi bu iş belli olmaz, yine de Paşalarımız bakarsın sırf AKP gıcıklığına, solcuları savunuverebilirler. Şimdiden hazırlıklı olmak lazım, bu pastayı yememe hususunda.

Velhasıl, bütün bunları “faşizme karşı birleşik cephe” diye tanımlayalım. Her ne kadar faşizm tanımı eksik yapılıyor olsa da… O gün oraya katılanların bir kesiminin AKP karşıtlığı üzerinden meydanlara çıktığı bir gerçek. En azından CHP’nin. Bu bir yana… Türbana takunyaya takılıp, AKP’nin arka planını unutmamak veya yeniden hatırlamakta fayda var. Nazım Alpman’ın Kenan Evren ile yapılan röportajını okuyanlar görmüştür, 1 Mayıs’ın bayram olmasını neden yasakladıklarını, 12 Eylül’deki rolünü anlatıyor. “Yargıya baskı yapmadım, sadece davaları hızlandırın dedim” diyor. Konuşmalarında, yaptıklarının farkında olmayan, yaşlanıp da bir huzurevinde günlerini geçiren SS subaylarının ruh hali var. İnsan eti kokusunu duyduğu halde, dana janbon yiyebilen bir subay… İşte böyle yarım ve anlaşılmaz hafızalar ile ne yaptığını çok iyi bilen paşaların kırdıkları kalemlerle geldik bu güne. Ordunun rezaletleriyle… O rezaletler, o utançlar yaşanırken, sırf devrimci akımlara karşı geliştirilip pohpohlananlar sadece cebi çakılı ülkücüler değildi. Okulun arka kapısından sessizce giren ve koltuk altlarında Necip Fazıl taşıyanlar, şimdinin “dinine bağlı” adamları değil, sermayedarları ve en az ülkü ocaklarında yetişenler kadar solun da düşmanıdırlar. Bu 1 Mayıs, AKP’nin tarzını anlama konusunda herkese ders olmalıdır. AKP, meydanlara bayraklarla çıkıp da “laiklik elden gidiyor” diye çırpınarak protesto edilecek bir parti değil, dallanıp budaklanan, sermayesi ile de sorgulanması gereken bir partidir. Hepimizin yanılsaması, AKP’yi dini eğilimi ile değerlendirip, oradan yüklenmek oldu. Oysa bu yöntem, AKP’nin mazlumu oynaması ve her seçimde oyunu daha da artırmasından başka bir işe yaramıyor. Eğer bir yerlerden tutup kurcalayacaksak, o da, devrimci gençler vaktiyle sokakları ayaklandırıp kırılırken, bu adamların emin adımlarla okullarını bitirip yeni bir akımı, liberal görünen yeşil sermaye akımını başlatmış olmalarıdır. Bilemeden, partinin üst yöneticilerinin hangi şirketlerinin olduğunu, türbanı tartışmak yanlışlıktan öteye gitmez. Yani ki CHP ve o kanalda durup da kendisini solda tanımlayanlar, AKP’yi mazlum gibi gösteren siyaseti bir kenara bırakıp, bam teliyle uğraşmalı artık. Budur diyeceğim.

•••

1977’de binlerce emekçinin meydanlara çıkmasının öncülleri, Denizlerin dün ölüm yıldönümüydü. Bütün bu olup bitenleri yazarken, yine de bir cümle gelip oturdu yazının sonuna: Geçse de yolumuz bozkırlardan, Denizlere çıkar sokaklar… Tıpkı Taksim meydanı gibi. Unutmayalım, unutturmayalım…