Arka sokaklarda neler oluyor?

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Çağdaş yaşamın gökdelenlerin arasında yaşandığının hissettirilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Televizyon ekranlarında neredeyse aralıksız dönen yeni yaşam konutları reklamları. İlan panoları ve radyolar da böyle. Sosyal medya ha keza. Yaşamların en güzelleri bu konutlarda. Aksi takdirde yaşamıyoruz!

Bu gökdelenlerin, yapılan konutların görünen yüzleri ışıl ışıl, göz kamaştırıcı da ya görünmeyen kısımları? Arka sokakları? Bir adım sonraları? Çiğdem Aldatmaz, Alakarga Yayınları tarafından yayımlanan kitabı ‘Sem’de arka sokaklara ışık tutuyor. Karanlık Fırın Sokağı’nda neler yaşandığını gösteriyor. ‘Prolog’ başlığı ile davet var kitaba hemen ilk sayfada: “Karanlık fırın sokağından üç gece geçtim. Dördüncü gece beni bir zindana kapattılar. Beşinci gece zihnim incele seyrele durdu. Altıncı gece iplik dokur gibi yaşamaya başladım. Yedinci gece hep günahtır. İlk geceyi hatırlıyorum ama karanlıkta yazamam. Anlatsam dinleyip susarsınız. Başınızı sallayıp kısa kısa, gözlerinizi ermiş gibi gözüme dikersiniz. Anlatmak kuyulardan Yusuf çıkarmıyor. Hoş, bugünlerde hiçbir kuyu Yusuf doğurmuyor içinden. O iş bir kere oluyor. Bu yüzden ilk geceyi yazacağım. İkinci ve üçüncü gecelerde ne olduğunu siz bulacaksınız. Bulursanız, oynarız bu oyunu. Hepimizin kendine ait bir kuyusu olur, hiç bakılmamış gibi, hiç olmamış gibi.”

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm ‘Karanlık Fırın Sokağı Öyküleri.’ Her bir bölüm ayrı başlık taşısa da göze görünen bir bütünlük var. Karakterler ve konu birbiriyle bağlantılı. Çok kısa bir roman olarak da değerlendirilebilir.

Karanlık Fırın Sokağı, çağdaş yaşam merkezleri sayılan gökdelenlerin arka sokağı aslında. Burada yaşayanlar da yeni yaşamlarda yer edinememiş, bir anlamda kaybedenler kulübünün üyeleri. Salih, Melahat, Halil ve diğerleri… Özellikle Halil Karanlık! Teknik okuldan mezun olduğunda genç, neşeli, yaşamak için ayak direyen bir insandır. Gençlik yıllarını Gölcük’te geçirse de karşı kıyılara bakarken hep bir iyimserliğe sahiptir Halil. O büyük şehre gıptayla bakan, hayalleri olan ve orada olmak için her zaman gün sayan bir adamdır. Fakat bir sabah uyanır ve hayatında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz Halil Karanlık’ın.

İkinci bölüm ise ‘Şimdiki Zamanın Rivayeti.’ İlk bölümle bağı var mı yok mu çok anlaşılamasa da her biri kendi içinde bağımsız birer kurgu diyebilirim bu öyküler için. ‘Monteneyrüs’, ‘Göl Kıyısı’, ‘Yangın Kuşları’, ‘Kendini İkna Sanatı’ dikkat çeken öyküler bu bölümde.

Çiğdem Aldatmaz’ın yalın bir anlatımı var. Yalın olduğu kadar da arzulu. Nedenini bilmiyorum ama böyle bir his uyandırdı bende. Sanki bıraksalar kitabı bitirmeden, durmaksızın yeni öyküler anlatacak gibi bir arzu. Işıltılı dünyaların bir adım ötesindeki, görünen ama gösterilmek istenmeyen arka sokaklarının öykülerini. Kitabın adı da ilginç geldi bana. İlk gördüğümde, ‘Sem’i sanki bir kadın adıymışçasına aldım elime. Oysaki kapağa dikkatli bakınca “organizmaya girdiğinde kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyı öldürebilen madde, ağı, zehir” olduğunu gördüm. Karşılaşmayı hiç ummadığım öykülerle karşılaştım ‘Sem’de. Ve günlük yaşamımızda, telaşla yetişmeye çalışırken oradan oraya, görmediklerimizi, unuttuklarımızı yeniden anımsattı.

Son sözü kitaptan alarak bitiriyorum: “… Trenler raydan çıkar, gemiler alabora olur, pusula ibreleri kırılır içimizde. Haritalar durmaksızın unutulmuş toprakları siler. Yaşamak ağırdır artık.”