Ebru çok şefkatlidir, söylediğinize zıt bir fikir öne sürerken bile elinizi tutar, sesini yükseltmeden meramını anlatır. Adliyede ise sağlam durur, görünce “Avukatım olsun” dersiniz. Sadece siyasi savunmada değil, hukuki savunmada da mahkeme önünde başınızı eğmeyeceği konusunda ona güvenebilirsiniz. Avukatların çoğu gibi hâkim önünde el pençe divan durmaz, ceza hukukunda birçok ‘meşhur’ avukattan bilgilidir.

Pazar akşamı sosyal medyada “EbruÖlüyorAcilTahliye” etiketini yazmak, bu sebeplerle bazılarımız için daha zordu.

Mahkûm koğuşunda tutulan avukatlar Ebru Timtik 236, Aytaç Ünsal 203 gündür aç.

Penceresi açılmayan, floresan ışığı 24 saat kapatılmayan havasız odalarda, kapısındaki küçük bölmeden 24 saat jandarma ve polisin gözetlediği odalarda ölüm orucundalar.

Ebru 33 kiloya düştü, boğazındaki yaralar yüzünden su içemiyor, konuşamıyor, hareket edemiyor. ÇHD’nin açıklamasına göre, “sadece dakikaları kaldı”.

Adli Tıp Kurumu doktorları da dahil onları muayene eden tüm doktorlar, hapishanede tutuklu kalamayacaklarına, hayati tehlikeleri olduğuna karar verdi.

Ama Aytaç’ın tutulduğu odada gözetleme penceresinden bakan gardiyanın “Zor yürüyor müdürüm”, ardından bakan jandarmanın da “Çok tehlikeli aşamada görünmüyor komutanım” şeklindeki ‘teşhisleri’ devlet katında daha muteber.

Aytaç da Ebru da bilinçlerini kaybetseler dahi besin veya takviye müdahalesinde bulunulmaması için doktorlara yazılı ve sözlü beyanda bulundu.

Ancak bir Emniyet Müdürü’nün Aytaç’ın annesi Nermin Ünsal’a söylediği “Bakanın talimatı var, müdahale edilecek” sözü, karar merciinin doktorlar olmadığını gösteriyor.

İki avukatın durumuyla, Adalet veya Sağlık değil, İçişleri Bakanlığı “ilgileniyor”.

Dolayısıyla bu ilgi odalarının kapısı önünde yemek olarak tezahür ediyor: “17 Ağustos 2020, pazartesi gecesi saat 23.30 sularında uyumak için hazırlanıyordum. Son voltayı atmaya başlayacaktım. Bir anda içeriye yoğun bir yağ kokusu doldu, sesler duymaya başladım. Ayağa kalkıp neler oluyor diye baktığımda gözetleme camında oturan iki askerin suratıma baka baka ekmek arası döner ya da köfte yediğini gördüm. Onların arkasında kapının hemen önünde yine çok rahatlıkla görebildiğim bir yerde rütbeli de dahil olmak üzere 5-6 asker aynı şekilde ekmek arası döner ya da köfte yiyordu. Bir gece sonra aynı saatlerde benzer bir olay daha yaşandı. Henüz yeni yatmıştım. Jandarmalar dakikalarca kaç kilo çiğköftenin kendilerine yeteceğini tartıştılar. Sonra topluca kapının önünde çiğköftelerini yediler.” (Aytaç’ın mektubundan)

Anayasa Mahkemesi de devlete desteğini şu kararıyla gösterdi: “Sadece tahliyelerine karar verilmemiş olması nedeniyle yaşamlarına ya da maddi veya manevi bütünlüklerine yönelik ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığına dair bilgi ya da bulgunun olmadığı anlaşılmıştır.”

Oysa iki avukat adil yargılanmak gibi gayet kanuna uygun bir taleple ölüm orucunda. Sorun belki de Yargıtay’ın tek bir tahliye kararıyla çözülebilir.

Ama Yargıtay, Ebru’nun mahkûmiyetine delil gösterilen ifadenin sahibi olan tanığın “Sanrılar görüyorum, psikolojim bozuk, beyanlarımı dikkate almayın” dilekçesini bile göz ardı ediyor.

Dünyanın gözü önünde hukukun sahibinin kim olduğunun yeni bir öyküsü daha yazılıyor.