İnsan, ilk arkadaşında görür ölümü. Ölüm o zaman ‘yokluk’ kazanır, ‘boşluk’sa gerçeklik. Ölümün gülünç yanları yok mudur, vardır elbette. Tıpkı yaşam gibi ölüm de trajedi, dram, komedi türünden, hepsi de ironik sayılabilecek haller barındırır. Varoluşa kabul sırasında bu üç ve daha fazla sınavdan da geçilir, geçiyoruz. Macar yazar Tibor Dery’nin Eğlentili Bir Gömme Töreni kitabını […]

Arkadaşın ölümü

İnsan, ilk arkadaşında görür ölümü. Ölüm o zaman ‘yokluk’ kazanır, ‘boşluk’sa gerçeklik. Ölümün gülünç yanları yok mudur, vardır elbette. Tıpkı yaşam gibi ölüm de trajedi, dram, komedi türünden, hepsi de ironik sayılabilecek haller barındırır.

Varoluşa kabul sırasında bu üç ve daha fazla sınavdan da geçilir, geçiyoruz. Macar yazar Tibor Dery’nin Eğlentili Bir Gömme Töreni kitabını gençken okumuştum. Adı çok ilgimi çekmişti başta, sonra unutamadığım kitaplardan oldu. Adalet Cimcoz’un çevirisiyle 1967’de yayımlandı. Tam da sözünü ettiğim gibi ‘ironik gerçekçi’ bir kitap.

Gülünç demek kaba gelebilir, ama insan hatırlamadan da edemiyor. Bazen ölümün rengi de vardır, tıpkı kokusu, resmi, sesi olduğu gibi. İlk gördüğüm ölüm arkadaşımındı ve yeşildi. Çok basit bir nedenle. Yeşil düz kadifeden bir ceketi vardı Sezer’in. Bir Pazar günü yitirdiğimizde daha ortaokul 1’e gidiyordu, sıra arkadaşımdı. Pazartesi sabahı Türkçe öğretmenimiz Abdullah Az tahtaya ölümün resmini çizer gibi bir şiir yazdı yavaş yavaş: “Sessiz Gemi”. Miço mu demeli arkadaşlara tayfa mı? Belki çocukken miço, gençken tayfa. İlk miço Sezer’di bizi sessiz bir gemiyle terk eden. Annesi yeşil kadife ceketini bana vermek istedi. Gelenektir diye, oğlu arkadaşında yaşasın diye, alamadım, yeşil de olsa ağır gelecekti çünkü. Sezer’i, Cahit Sıtkı’nın çocukluğu gibi hatırlıyorum. Ölüm de bir daha hiç bu kadar yeşil oldu mu, bilmiyorum!

Sonra kapkara, kıpkızıl, sipsivri ölümler gördüm arkadaşlarımdan. “Biz üç güzel kardeştik ve ölüm/ ölüm en gencimizdi bizim” dediği gibi oldu Hilmi Yavuz’un, ölüm de arkadaşım oldu. Yeşil ölümle birlikte, renklerin de öldüğünü söylemek doğrusu şairane olur, hayır, öyle olmadı, öyle olmuyormuş meğer yine ölümden öğrendim. Çok yazdım, şiirde ve her şeyde. Benim ilk ‘gerçek ölü’m Şahin’dir. Sezer sınıf arkadaşımdı, alt sokağımızdan komşumuzdu, yeşil ceketi vardı, gözleri ve ağzı şımarmaya hazır beyaz bir çocuktu. Ne yazık ki hayat onu şımartmadan aldı götürdü. Bize de karatahtada bir “Sessiz Gemi”nin yüzdüğünü görmek kaldı ondan. Kala kala. Şiir Şahin’den kaldı fakat. Şiir, bazen de yarım kalan bir hayatın kalan yarımıdır. Yetimidir. Öyle kaldı, kalakaldı. Kalakaldım. Şahin benim yarımdı. Gözü pek değildi, ben de, gözü tekti. Onun gidişinden çok yıllar sonra, belki de daha buradayken, önceden, şunu yazacaktım. “Arkadaşı gibi gözü var mı insanın/nasılsa dünyaya aynı gözden bakacaktık!” Onları birlikte mi okumuştuk, hatırlamıyorum, ama Muzaffer Tayyip Uslu ile Rüştü Onur’un Zonguldak’taki yaşamları kadar bile sürmeyecekti arkadaşlık yıllarımız. Okumak ve düşlemekle geçen çocuk Eskişehir yıllarımızdan sonra İstanbul’a göç etti Şahin’in ailesi. Liseyi bitirdiği yıl, bir bayram arifesinde Pendik’te tren kazasında yitirdim Şahin’i. Taşralı iki küçük adam olarak yetişmemiz yarım kaldı. Edebiyatta, şiirde atılımlar yapamayacaktık belki de, ama birbirimize yetişmeye çalışacaktık bir yandan da birlikte yetişirken. Arkadaşlığın bir düş olduğunu ve insanın bu düşten bazen kabusla uyanabileceğini çok erken gördüm. Hüseyin Peker de “İnsan Arkadaşınındır” dememiş miydi hem, insan arkadaşınındı, onun gözüydü, düşüydü, ölümüydü, rengiydi… Maviydi Şahin’in ölümü. Paramparça bir mavi. Tek olduğu için ışıklı gözünden, sözcüklerinin sevincinden yayılan bir mavilik. Kim ölüm diyebilirdi ki buna? Çok isterdim arkadaşlık varsa ölüm yoktur demeyi, çok!

Melih Cevdet Anday unutulmaz “Anı” şiirinde “Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm/ kahramanlıklar okudum tarihte” der. Nice arkadaşlıklar ve arkadaş ölümleri gördüm, kardeş ölümü gördüm, genç ölümler, sırasız, erken, görülmemesi gereken çok ölüm gördüm, ‘ölüm beni de gör artık!’ dediğim oldu. Yakınlarım, yoldaşlarım, şair ve yazar arkadaşlarım, çok oldular, çok gittiler, sayamaz oldum. Baki Asiltürk ya da Baki Ayhan T. Kısacası Bakican bir mesaj yollamış, “Meğer ateşli bir hastalıkmış hayat” diyesim geldi birden” demiş. Bu yazı o gün aklıma düştü dizeyi biraz değiştirerek, “meğer ateşli bir hastalıkmış arkadaşlık”. Yalnızca Hazirandan, Temmuzdan, Ağustostan değil, bu aylarda çok şair yazar yitirdiğimiz için değil elbette. Arkadaşlık da aşka benzediği için. Şiir de dünyaya katlanma, sistemi bozma, düzene karşı çıkma yollarından biri olduğu için, kendiliğindenci biçimde de olsa devrimcidir. Dünyaya da kafa tutar Tanrıya da. Aşk da öyle değil midir? Arkadaşlıksa sanki aşkın, şiirin ve devrimin buluşması gibi heyecanlı ve Bakican’ın hatırlattığı gibi ateşlidir.

2 Temmuz Madımak Yangınının ateşi gittikçe daha derine inerken, kendimi gittikçe daha suçlu hissediyordum ben de. Yakınlarının, yaşıtlarının ölümünde belki herkesin yaşadığıdır bu. Sıra sendeyken kardeşin, sen dururken arkadaşındır ölen, “bir suçlu gibi ezik” kime selam söyleyeceksin, başını önüne eğer, içini derine gömer gidersin. Yıllar yılları, yangınlar yangınları kovalar, yara ağırlaşır, dert koyulaşır, insan her katliam anmasında kendisiyle baş başa değil hayır, yüz yüze kalır: Neden orada değildim? Şiir yazarsın bazen yangınından, küle sayılır. Yazı yazarsın, ne avutur ne ateşi söndürür, hep suçluluk duygusundandır. Sadece ondan. Temize çıkmayı düşündüğünden ya da istediğinden filan değil.

Geçen yılın haziranıydı, sabah iki kez aramış, duymamışım. Sonra aradım, telefonu yanıtlayan sesinden anladım, hastaydı. 3 yıl önce benzer bir acıyı kardeşimde yaşamıştım, iki kez aramıştım onu da, yanıt vermeyince içime ateşi düşmüştü: “Dün dağlarda dolaştım evde yoktum”a yakın bir şey söylemişti. Arkadaşım bu haziranı da çıkardı, geldi 2 Temmuz’un dumanına yetişti.

Bazı arkadaş ölümleri kıpkızıldır, bazıları kapkara, bazıları kül rengi. Arkadaşım dünyanın tüm sözcükleri gibi renklerini de buluşturmak isterdi, istedi. “Bir âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” denir, çocukluğun ölümü de gökyüzünün ölümüdür. Arkadaşımın şiirleri hep yaşayacak, ölümü gökkuşağı renklerindedir.