Şu son on gün içinde bir sürü arkadaşımla birlikteydim. Özellikle yayınevlerinden arkadaşlarla. İlk kez Müren Beykan ile gidip Günışığı’yla açtım, Murathan Mungan sayesinde Metis’le kapadım. Kadıköy Belediyesi’nin 9. Kitap Günleri’nden söz ediyorum. Arada, hafta içinde bir kere daha gittim. Hani mümkün olsa her gün giderdim. Arabaların Gar’a kadar girmesine izin verseler (İhtiyar, hasta ve sakatlara ayrıcalık istiyoruz, ki kolaylıkla her bir gruba dahil olabilirim) muhteşem olacak. Bir de tuvalet sorunu var ama, şu mutluluğumuzun hakikiliğini bir tuvalet yazısıyla bozmak istemem. Oysa çok komik de olabilirdi. Sadece şunu söyleyeyim: Sırf legal bir tuvalete sahip olup, restoranla hiçbir ilintisi olmadığı söylenen ‘özel işletmeci’li tuvaletten kurtulmak umuduyla gidip restorana oturduğum son günde, masaya yerleşip tuvaleti sorunca, iki gündür upuzun sıralarına girdiğim yeri gösterdiler. Aynı tuvaletti ve önümde 22 kişi vardı. Öte yandan o gün bulduğumuz Bostancı sahil otobüsü rüya gibiydi.

İlk gün Müren’in arabasıyla gittik, hafta arasındaki ikinci gün Erenköy mahallesi muhtarımız, tatili sırasında kendisine üç gün vekalet ettiğim (Fatma Sevin Okyay / Muhtar Vekili) Necla ve eşi Volkan Alpüstün’ün arabasıyla. O sefer belediye iltimasıyla dönüşte Gar’ın önünden alınmıştık. Cumartesi taksiyle gidip layığımı buldum ama yukarıda bahsi geçen otobüs sayesinde bu üçüncüsü (Bekir’le), en keyifli dönüştü. Yalnız gidemiyor muyum? Gitmesem isabet oluyor.

Her şeyden önce mekânın kendisi insanın hatıralarını canlandırıyor, hele belli bir yaşın üstündeyseniz. Hele hele bizim gibi “Kartal Pendik / Gittik geldik” nakaratlı kara trenleri hatırlıyorsanız. Bu arada, tuvaleti bir yana, o güzelim restoran yerli yerinde. Platformlar, sonraki dönemlerin trenleri ve bilumum işaretler de öyle. Hatta son günde düdüğünü çalarak dolaşan komik bir kondüktör de vardı. Platformlar boyunca, iki tarafta ve ortada kitap standları uzanıyor. İnsanların yüzlerinde de sanki biraz da burada buluşmuş olmaktan doğan bir aşinalık ve samimiyet ifadesi var.

Aradığım pek çok kitabı buldum. Kimini standı dolanarak parayla satın almayı başardım. Mutluluk da veriyor, rahatsız da ediyor. Bazılarını indirimle aldım, ki en doğrusu. Bir kısmını da düpedüz hediye ettiler, iflas edecek bunlar. Ama imzalattıklarım emsalsiz oluyor. Adı Necati olan iki ustanın imzaladığı kitaplar çok makbule geçti. Necati Güngör de, Necati Tosuner de Bâb-ı Âli’deki ilk dönemimden arkadaşlarımdır. Ne güzel ki, halen de öyleler. Necati ile bir trende karşılıklı oturduk, radyo için söyleşi de yaptık. Bir yazar olarak değil, fuarı gezmeye gelmiş bir okur olarak konuştu. Politika gazetesinde yanyana otururduk. Tosuner’in ise imza günü olduğunu bilmiyordum. Birkaç kişinin arasından gördüm onu, çok memnun oldum, boynuna sarıldım. Türkçe’yi en iyi bilen-kullanan yazarlardandır. Çoğumuz vaktiyle ondan azarımızı işitmişizdir. Ben en son, 'an itibariyle' kullanımı yüzünden işittim. Necati, bilmiyorum inandın mı ama, bana vallahi komik geliyor. Tek nedeni buydu.
Hocam yaşında pek kimse kalmadı ama, bir öğrencimi imzada gördüm. Verdacığım (Pars), elini biraz çabuk tut da şu ikinci kitabı teslim et artık. İkinci çocuk seni kurtarmaz. Hüseyin Çukur hep Milos standının başındaydı. Zamanla bir pazarlamacı acarlığı da edinmiş, doğru söylüyorum. Onu örnek alıp biraz da abartarak “Cinayet var, soygun var, tecavüz var, seri katil var” diye bağırmama ramak kaldı. Bu arada Celil Oker üstadımız ile 221B Dergi ve Polisiye konulu (başlığı benim fikrim değil) bir söyleşi de yaptık. Celil Hoca ile söyleşi eşi olmak her zamanki gibi harika.

Kendi evime kavuşmuş gibiydim. Yakın dostlarım ve uzun zamandır hasretini çektiklerim hep oradaydı sanki. Dostlar, kitaplar, açık hava ve eskinin hatıraları varken mesut olmamak mümkün mü? Biz de ağzımız kulaklarımızda Kadıköy 9. Kitap Günleri’nde böyle dolaştık işte. Evde de okuyacak bir sürü kitabımız var. Daha ne olsun?