Yüzündeki tiksintiye bulanmış öfkeyi gördünüz değil mi? Hınçla bilenmiş öfke; öç almaya koşullanmış. Öyle zihnin derin karanlığındaki çatlaktan sızmış bir dil sürçmesi değil. Amacı ne aşağılamak ne de hakaret. Hedefindekileri yok etmeden huzur bulamayacak. Ağız dolusu, bilerek, üstüne basa basa, söylemiyor da eyliyormuş gibi birbirine ekleyerek küfür ediyor. Söyleyince “gerçekleşiyormuş” gibi hissederek dökülüyor.

***

Tiksinti hissi memeli evriminde “koruyucu” bir işlev olarak ortaya çıkmış. Hayatı tehdit edebilecek bir uyaranla karşılaşıldığında “uzaklaşma” ya iten bir his. O her ne ise senin için zararlı olabilir, uzak dur uyarısını başlatıyor. En yalın örnek “bok”. İnsan başka bir insanın bokunu gördüğünde yüzünde tiksinti hissi olur ve boktan uzaklaşır. Leş karşısında da aynı his uyanır. Tiksindiğimiz şeyden uzaklaşırız. Tam o küfür anında bedeninin geriye doğru çekilmesi ve yüzünü kaplayan mimik “bizden” tiksindiğini gösteriyor.

Buraya kadar tamam, ama peki hınç? Hakikaten kinle beslenmiş; hamurunda var mıydı bilinmez ama mayasında olduğu kesin. Biraz naif bulunmasını göze alarak şu yalın söz tanımlayabilir onu; gerçekten hiç ama hiç hissetmemiş sevildiğini. Şöyle bir düşünün, bunca yıl boyunca bir kez içten, gönülden güldüğünü, gülümsediğini, çocuksu bir sevince kapıldığını gören oldu mu? Sadece “güç” onu heyecanlandırabiliyor.

Güç, görkem, şatafat ve çevresindeki herkesin ona koşulsuz boyun eğdiğini hissetmeye yazgılanmış. Yakınlarında olanların yüzlerinde, bedenlerinde sadece tedirginlik oluyor. Sanki gazabına uğramaları an meselesiymiş gibi tetikte oluyorlar. Neşe, coşku, mutluluk, doyum hissi gibi olumlu, zenginleştirici duyguları yaşantılama becerisi olmadığından ancak “büyüklenmecilik” hissi ile geçici bir rahatlama hissedebiliyor gibi. Her şey onun olmalı, her şeyden bir pay almalı ve her şey onun istediği gibi olmalı ki teskin olabilsin ruhu. Ama öyle bir kısır döngüde ki, dibi delik bir kovayı doldurur gibi yetinmezliğe düşüyor. Bir türlü rahatlayamıyor, bir türlü huzur hissi yaşayamıyor.

Neşeye, coşkuya, eğlenceye düşmanlık beslemesi de bundan. Ne yaparsa yapsın, ne kadar biriktirirse biriktirsin, ne kadar görkemli olursa olsun hiçbir zaman erişemeyeceği bu duyguları nefes alıp verir gibi zahmetsizce yaşayanlara haset ediyor. Gülen, dans eden, kucaklaşan, ağaç için, çiçek için, canlılar için emek verenleri gördüğünde hasetinden çatlayacak hale geliyor olmalı.

Hele kadınlar! Kadınlara tahammül edebildiği tek durum “anne” kadınlar. Anne olmayan kadınlar onun gözünde “mal”dan öte değeri olmayan şeyler. Annesi dışında hiçbir kadının saf sevgisini hissedemediği o kadar belli ki. Kadınları sadece gücü, görkemiyle etkileyebildiğinin ayırtında. Hele “özgür” kadınlar; seçebilen, istediğini seven istediğini de sevmeyen kadınlara düşman. O kadınların bırak kendisini sevmeyi yüzüne bile bakmayacaklarından o kadar emin ki. O yüzden küfrü de bilerek ediyor.

***

İnsanların karakterleri ilkin ailede mayalanıyor. Sonra öyle ya da böyle dahil oldukları dünya görüşleri oluşan hamuru biçimlendiriyor. Başka bir zamanda dükkânının camından dışarıda neşe içinde gezen insanlara öfke besleyerek, habire parasını, malını mülkünü sayarak rahatlayabilen, müdavimi olduğu kahvehane sakinlerinin pek hazzetmedikleri bir “komisyoncu”dan öte biri olamayacakken kinini dökmek için eline geçen fırsatı tepe tepe kullanarak geldi bugünlere. Her adımını pazarlık ederek, her anlaşmada bir verir gibi yaparken üç alarak, sinekten yağ çıkararak, hiçbir ilkeye sahip olmadan eline geçen her gücü istismar ederek, hep ihanet ettiğinden her an ihanete uğrayacakmış hissiyle yaşadı.

Dünyaya yaydığı kinin yansıyarak kendisine dönmesinden ödü kopuyor şimdi. Ama aynı zamanda bunca çabasına karşın insanların neşesini yok edemediğinden de çaresizlik hissediyor. Yoksulluk içinde bile gülebilen, eğlenebilen, içip neşelenebilen, kucaklaşıp dayanışanları gördükçe küfre daha da kapılıyor.

Tarihte tekil insanların yaşadıkları ülkenin kaderini belirlemeleri nadirdir. Şimdi bir kez daha bu topraklar benzer bir seçim anındalar. Onun halini gördükçe içim umut doluyor. Güleceğiz, hem de en çocuksu kahkahalarımızla, neşemizle uzaklaştıracağız, arkasından davul çalacağız. İnsan kalacağız.