Bir futbol takımın ortaya çıkışının temelini; kendine ait hikayeler ile, o hikayelerinin kahramanlarının oluşturduğu armanın etrafında bütünleşen duygusal değerler ve prensipler bütünü oluşturur.

Futbol takımlarının oluşturdukları hikayelerin tamamını kapsayan bir var oluş felsefesi vardır. Hikâyedeki tema bir grubu, bir şehri, ya da bir ülkeyi ilgilendiren insan faktörünün ortaya koyduğu ciddi mücadeleleri ve fedakârlıkları kapsar.

Maden işçilerinin kurduğu takımlar, liman işçilerinin kurduğu takımlar, demiryolu işçilerinin kurduğu takımlar, azınlıkların kurduğu takımlar, kralın veya diktatörlerin kurduğu takımlar, krala ve diktatöre karşı kurulan takımlar gibi…

Buradaki asıl olan güç dengesi, bir hikâye sonucu ortaya çıkartılmış takımların sürdürülebilir değeri kazandırmaktır.

Takımların devamlılığını sağlayan grubu duygusal yönden bağlayıcı kılan etken; armanın devamlılığını sağlayacak rekabet koşullarının yaratılması ve bu koşullar içindeki paydaşların içinde kalıcı olarak yer alınmasıdır.

Takımların ve sahip oldukları armanın iç dinamikleri, duygusal bağlılıklar ile başarı ve başarısızlıkların bıraktığı duygusal travmalar tamamını kapsamaktadır.

***

Böyle kuvvetli bir iç dinamiğe sahip takımları yönetebilmenin temel unsuru da lider yapısının derinliklerinde yatmaktadır. Vizyon sahibi ve değişimi isteyen ve çabalayan liderler her zaman takımın değerini zamanın ruhuna uygun hale getirirler. Liderin yaratılan değerler içerisinde tüm bu iç dinamikleri kapsayan ve bunlara hitap eden hikâyesi olmak zorundadır. Howard Gardner, “Liderliğin dili hikâye dilidir. Liderlerin anlattıkları hikâyelerle insanlar kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorgular, kendi anlam dünyalarında liderin görüşüne yer açarlar. Öyküler, liderin cephaneliğindeki en etkili silahtır.” (Horvard Busness Revier Liderlik).

Futbol kulüplerine kendi içinde yetişmiş bir lider gereklidir. Kulüp kültürünü bilmeyen ve sürece dışardan katılan birinin (günümüzün sorunu), kulübe bir vizyon yüklemesi mümkün olamaz. Galatasaray ve onun temelini oluşturan lise kültürünü, Fenerbahçe’nin burjuvazi kültürünü sağlayan tarihsel dokusu ve içerik zenginliğini, Beşiktaş’ın son 20 yıl içinde, bizzat yönetimler tarafından ciddi deformasyona maruz bırakılsa bile ‘halk takımı’ olma misyonunun üzerine yüklediği başarı hikâyelerini ve Trabzonspor’un 70’li yıllarda oluşturduğu kendi oyuncu profili ile onu yetiştirme sorumluluğunu bilmeden o takıma ait sorumluluk almak doğru olmaz.

***

İşte ‘küresel’ anlamda başarılı ve sonrasındaki başarısız olmada en iyi örnek Galatasaray’ın UEFA Şampiyonluğunu kazanmasıdır. Bu aynı zamanda yaratılan başarıdan, takım ve armadan alması gereken değerlerden nasıl uzaklaştırıldığının da iyi bir örneğidir. Takımın kazandığı değerin sürdürülebilmesi için var olan prensiplerden taviz verilmemesi gerekliliğine rağmen, Galatasaray’ın o dönemki lider konumdaki figürlerinin ki başta Fatih Terim olmak üzere takımın önüne geçerek, kendi avantajlarını nasıl kazanca dönüştürürüm kaygısı Galatasaray’a zarar verdiği gibi, bugünkü borçlanma sürecinin de başlangıcı oluşturdu. Başarıdan kâbusa dönen sürece ilişkin olması gerekeni Starbucks’un sahibi Howard Shultz’un çok güzel bir değerlendirmesi açıklar: “Hayâllerimizin suya düşecek gibi olduğu önemli anlarla karşı karşıya kalırız. Bu tür olaylara hazırlıklı değilsinizdir ama nasıl tepki vereceğiniz önemlidir. Önemli olan sahip olduğunuz değerleri unutmamamızdır.”

UEFA Şampiyonluğunu avantaja çevirememek ciddi bir liderlik zafiyeti ve strateji hatasıdır. Armaya değer kazandırıp ekonomik çöküntüye geçmek ise, ‘kurumsal’ yapıya sahip bir kulüp için ancak arabesk bir kısır döngü içinde kalmaktan başka bir şey ifade etmez.

Takımın varoluş süreci kendisinin ortaya koyduğu rekabet ve başarı koşulları sonucunda ortaya çıkmıştır.

Futbol kulüplerinin dünyada tanınır olmak ‘küresel’ anlamada başarıyı yakalamakla gerçekleşir.

Real Madrid, M. United, Barcelona, B. Münih takımlar artık dünyada taraftar kitlesine sahip markalar haline gelmiştir. Buradaki süreç iç süreçten çok farklıdır.

‘Küresel’ başarı ticari anlamada ciddi katkı sağlayan en önemli girdiyi oluşturur. Bir nevi karşılıksız dış finans sağlamak gibidir. Sadece başarıyı ihraç ederek sağlanan ekonomik kazanç, aynı zamanda takıma ve ülkeye ciddi bir katma değer ve prestij sağlar. Mühim olan ‘küresel’ takım olarak başarı üzerinden kalıcı ve tanınır olmayı sağlamaktır. Sürdürülebilir başarı, ancak ciddi rakiplerin olması ile gerçekleşir.

Rekabet, futbol içinde diğer spor branşlarında olduğu gibi en önemli vizyon stratejisidir. Takım vizyonu açısından rakiplere göre bir fark yaratabilme ortamı bu sayede gerçekleşir.

Yüz yıllık kulüpler için değişim planlaması içinde birtakım disiplinleri barındırır. Öncelikli hedef, kulübün tarihsel sürecine ve vizyonuna uygun hareket etmektir. Sonrasında da belirlenen hedeflere uygun gelecek şekilde değişim unsurları belirlenmelidir. Her iki unsurun da birbirini tamamlayacak stratejilerinin olması gerekir.

***

Futbolda gelişim sadece yeteneklerini kullanmak anlamı içermez. Kolektif bir oyun olan futbolun tüm çevresel faktörlerin farkına vararak hedeflerini belirlemek ve bu hedefleri sağlayacak yeteneklerin yanında birikimlere de sahip olmakla gerçekleşir. Buradaki ana etken kendi kültürel değeriyle yetiştirilmiş oyuncuların üzerinden süreçte var olarak devamlılığının sağlanmasıdır. Can Bartu, Metin Oktay ve Vedat Okyar’la başlayan süreç, her takım için ayrıcalık içermesine rağmen, özellikle Beşiktaş için Metin, Ali, Feyyaz ve Nihat ile devam etmesiyle birlikte Rıdvan Yılmaz, Serdar Saatçi, Emirhan İlkhan ve Ersin Destanoğlu’nun yaşadıkları olumsuzluklarla beraber, sürecin henüz başındayken emek verilerek yetiştirilmiş bu değerler menajerler uğruna heba edilmeleri, kulüp kültürüne sahip olmayan kör bir zihniyetin tutumudur.

‘Küresel’ oyun olan futbolun rekabet koşullarındaki sertliği ve ‘küresel’ rekabet unsurlarının kuvvetlenmesi, farklı kültürlerin rekabetini de beraberinde getirir. Bu kadar farklılığın içerisindeki çelişkilerin değişimi ve gelişimi tetikleme gücü tabiiyetiyle çok hızlı ve çok yüksek olur.

Kulüplerin bu sürece ayak uydurması hem finansal hem de oyun kalitesi anlamında aynı şiddette olmak zorundadır. Aksi takdirde kulüp kendi varlığını kaybetme tehlikesi ile baş başa kalır. Özellikle dört büyük kulübün ki önceliğin Beşiktaş’ta olmak üzere-son 20 yıl içerisinde içine düştükleri durum bunu kanıtlar niteliktedir.

***

Kulüpler, finansal yönetiminin yanında, sınırları ve görev tanımı içerisinde kalarak teknik yapılanma konusundaki sorumluluğun da başta teknik direktör olmak üzere teknik birime verilmesi gerekir. Özellikle, teknik direktörün liderlik vasıfları ve prensipleri de sürecin doğru yönlendirilmesi bakımından önem arz eder. Bunun için bir takım farklı ama ortak parametreler vardır: Başarının sürdürülebilir olmasındaki en önemli kriter, hedefi gerçekleştirecek organizasyonun doğru şekilde tasarlanması ile sağlanır. Tabii ki bu menajerlerle olacak iş değil…

***

Yönetimin kulübü doğru yönetmesindeki belirgin etkisi, popülist beklentilerden ve menajerlerden kaçarak kulübün yapısına, tarihsel derinliğine, kültürel değerlere ve başlangıç noktasına uygun kurgunun hayata geçirmesindeki olgun politikalarında görülür.

Özellikle bizim gibi ülkelerde çok kırılgan olan bu politikaların dayanaklarındaki açık ise; mali analizlerin doğru yapılmaması ve bir zemine oturtulmamasından kaynaklanır. Verilecek açıklar (artık zararı bile peşin alıyorlar) takımların uzun yıllar bellerini doğrultamamasına, en önemlisi, elde ettiği tüm tarihsel misyonu askıya alarak sürecin dışında kalmasına neden olmaktadır.

Ülkemizdeki kulüpler bu konudaki en büyük açmazı, bu değerlerin dışında yönetici ve başkan olmaması gereken kişilerin genel kurullarda (!) seçilmesi nedeniyle yaşamaktadırlar.