Arsızlığın iktidarı... Medyanın arsızlığı...

Gözün, hiç ışık kaynağı olmayan bir karanlığın içinde alışsa alışsa karanlığa alışacağını, ama istediği kadar alışsın, hiçbir halt göremeyeceğini anlamaya başlıyordu...”

Bu satırlar, kadri kıymeti pek bilinmemiş, Türk edebiyatının en lezzetli kalemlerinden sevgili dostum Sezgin Kaymaz’a ait. “Kün”* adlı romanında söylüyor bunu. Ve tam da anlatmak istediklerime tercüman oluyor.

Kün, “OL” demek. Kitabın arka kapağından birkaç cümle de nelerin nasıl olduğunu anlatıyor:

“Ölülerin daha da ölebildiği ya da tam ölemediği, cami imamıyla ateistin birbirini aydınlatabildiği, köpeklerin (hem de Konya ağzıyla!) konuşabildiği, el kadar oğlanın kendisine el kaldıranı haşat ettiği bir alem…”

Sezgin’in -elbette- “Kün” ile Türkiye’yi anlatmadığını, bunu amaçlamadığını biliyorum.

Ama ben bakıp bakıp Türkiye’yi, iktidarı ve medyasını görüyorum. Birisi “OL” diyor oluyor. Olduruluyor. Konuşan köpekler ortada cirit atarken taşlar / eller / kollar / diller bağlanıyor.

Hiçbir ışığın sızmadığı karanlığın içinde sadece en çok bağıranın sesi duyuluyor. Duyuruluyor.

İşin hazin yanı, kimileri, gözleri karanlığa alıştığı için karanlığın aslında ne kadar karanlık olduğunu fark etmez oluyor.

İktidar, işte buna güveniyor. Yolsuzlukların, baskıların, beceriksizliklerin, ülkeyi giderek daha geriye götürmenin, kutuplaşmanın geldiği halin görülmediğine güveniyor. Neredeyse yüzde 90’ından fazlasını idare ve kontrol ettiği medyanın “göstermeyeceğine” güveniyor.

En küçük bir ışık sızıntısında da korku dağları yaratarak aydınlığın önüne set çekiyor. Karanlığı daha da koyulaştırmaya çalışıyor.

Bunu da hem medyadaki elleri / sesleri ile hem de siyasetteki fedaileri ile yapıyor.

•••

Aslında, bu, iktidarın uzun yıllardır yaptığı bir şey. Ancak artık öylesine sıkıştı ki, elinde kala kala neredeyse sadece ARSIZLIK kaldı. Öyle ya, açılım masalları bitti. Büyüme masallarının nasıl “hormonlu” olduğu apaçık ortada. Eser adına, insanların geçmemek için her şeyi yaptığı iki köprü bir de tüp geçit dışında övünebileceği şey yok. Eğitim projeleri, imam hatip baskılamaları kendi tabanında bile itibar görmedi, görmüyor.

Ne kalıyor geriye?

Her şeyi muhalefetin ya da dış mihrakların üzerine yıkmak… Ve bunu ARSIZCA yapmak.

Alın işte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun CHP Lideri’ne söylediklerini: “Kılıçdaroğlu, bittin sen!”

Muz cumhuriyetlerinde, Orta Doğu’nun zavallı ülkelerinde bile kalmadı böyle bir anlayış... Böyle faşizan bir yaklaşım..

Neden bitti? Nasıl bitti? Buna karar verecek olan sen misin! Bir siyasetçi, hele hele bir içişleri bakanı böyle bir çıkışa nasıl cüret eder!

Üstelik, bir zamanlar Erdoğan’a verip veriştiren -hatta yolsuzlukla, şeffaf olmamakla suçlayan- “muhalefet yoksa demokrasi de yoktur” diyen bir siyasetçi, nasıl olur da AKP’ye kapılandıktan sonra aklını bu ölçüde kaybeder!

Ya, yanındakiler / üstündekiler...

Yıllarca PKK / Gülen / ABD / Esad konusunda “aldanacaksınız”... Sonra da hepsiyle ilgili muhalefeti suçlayıp “aldatılma hakları yok” diyeceksiniz.

Gümrük ve Tekel bakanınız, CHP’nin önergesine (mecburen) verdiği yanıtta, bu yılın ilk 9 ayında Türkiye’nin neler neler ithal ettiğini anlatacak: 64 bin baş canlı sığır... 3 bin ton kırmızı biber, 3 milyon ton buğday falan filan... Sonra AKP Genel Başkanınız çıkacak ve fıkra anlatır gibi “Türkiye büyümede dünya lideri” diyecek.

Medyanız da bütün bunları “görmeyecek”... Hiçbir yaptırım gücü / işlevi olmayan Kudüs kararını bilmem kaç sütuna manşetten verecek.

New York’taki davada Hakan Atilla’nın avukatının “Halk Bank Genel Müdürü Aslan, Sarraf’tan utanmazca rüşvet aldı” sözlerini ve “anlamını” kimse fark etmeyecek... Hatta parasını Türkiye Cumhuriyeti’nin -yani bizlerin- ödediği o avukat, “Sarraf’ın Türkiye’de rüşvet verdiği kişiler arasında üst düzey yetkililerin de olduğunu” söyleyecek... Ve medyanız bunu da görmeyecek... Onun yerine CHP ile FETÖ arasında ilişki varmış gibi asparagas haberlere yer verecek.

Kusura bakılmasın ama bunun her dilde karşılığı aynıdır: ARSIZLIK!

•••

Ama, biliyor musunuz! Sokak eski sokak değil. Seçmen eski seçmen, esnaf eski esnaf değil. TÜSİAD bile “az büyüsek de olur, yeter ki hukuk ve demokrasi olsun” diyor.

Arsızlar, bağırdıkça, işlerin onların istediği gibi yürüyeceğini sanır. Arsızlığın, karşısındakini yıldırmasına alışmıştır... “Ol” denince olacağına iman etmiştir. Sıkıştıkça daha çok bağırır.. Arsızlığın ölçüsünü, sözünün / kararının şiddetini kaçırır..

Ne var ki, hep söylendiği gibi karanlık sonsuza kadar sürmez. Ezilenin, yoksulun canına tak etmeye görsün! Işık en karanlık mahallere / beyinlere bile sızmaya başlar.

Saray’ın anket şirketlerinden MAK Danışmanlık’ın son araştırması bunun ipuçlarını veriyor: Bugün bir seçim olsa AKP’nin oyları 7 Haziran seviyesinde. Yani yüzde 40-41 bandında. Yani, “tek başına iktidar” imkânını elinden aldığı için, Türkiye’yi -Bahçeli’nin ‘değerli’ katkılarıyla- yeniden sandığa götürdükleri eşikte!

Üstelik, o zamandan bu yana işler, özellikle ekonomide hiç mi hiç iyi gitmedi. Gitmiyor. Enflasyon yüzde 13 ile AKP tarihinin zirvesinde. Dövizdeki artış, gündelik hayata yansıyan zamlarla toplumun geniş kesimlerini açıktan etkiler hale geldi. Dövizle borçlanan özel sektörü ise can evinden vurdu. Dahası, arsız medya ne kadar saklamaya çalışsa da Sarraf davası, saklanan pek çok şeyi “görünür” kıldı.

Nitekim;

İktidara iman etmiş kalemlerden Abdülkadir Selvi, önceki gün yazısını şu cümlelerle bitirdi:

“İğneyi Amerika’ya batırırken, çuvaldızı da kendimize batırmalıyız.

Tamam anladım, 17-25 Aralık FETÖ’nün darbe girişimiydi.

Tamam anladım, New York’taki mahkemede 17-25 Aralık’ın ABD versiyonu yaşanıyor.

Ama bir şeyi anlamadım. Bu rüşvet iddiaları ne olacak?

Sizi bilmem ama benim midem bulandı.

Rüşvet aldığı iddia edilenlerin kuzuların sessizliğine bürünmesi ise en az Zarrabkadar rahatsız edici.”

Kapılanmadan önce canlı yayınlarda AKP’nin yolsuzluğundan söz eden bakan Süleyman Soylu, bugün bu ifadeleri nasıl yiyip yutacak acaba? Nasıl hazmedecek?

ARSIZLIK da bir yere kadar!

Işığın vakti saati gelince karanlığın hükmü kalmıyor!

*“Kün” Sezgin Kaymaz. İletişim Yayınları