Google Play Store
App Store

Gıda fiyatları dünya genelinde düşerken Türkiye’de artıyor. Bakanlık aksini ispatlama peşine düşse de üstü örtülemeyecek bir gerçek var ki o da halkın gıdaya erişim sorunudur. Yüksek enflasyon ve düşük reel gelirlerin egemen olduğu bir ekonomide, gıda güvencesi ve egemenliği dikkate alınmadan temel gıda ürünlerinin dışarıya pazarlanmasıyla övünülebilir mi?

Artan gıda fiyatları iddialar ve gerçekler
Fotoğraf: AA

Prof. Dr. Bahadır AYDIN

Gıda fiyatlarında dünyada düşüş yaşanırken Türkiye’de halen ciddi artışın devam etmesi1 yanında, ülkenin giderek tarımda dışa bağımlı hale geldiğini vurgulayanlar ile tarımsal üretimde başarı öyküsü yazdığını söyleyen iktidar arasında tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmalar sırasında iktidar farklı platformlarda tarıma ilişkin eleştirilere cevaplar üretiyor. Bunlardan bir tanesi de Tarım ve Orman Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan değerlendirme. Benzer değerlendirmeler devletin resmi medya kanallarında “iddiaların aksine” sloganı ile halen yer almakta.

Tarımda bir değişim ve dönüşüm yaşanırken Tarım ve Orman Bakanlığı web sitesinde 2024 Temmuz tarihli “Kamuoyunda Gündeme Gelen Asılsız İddialar ve Gerçekler” (https://www. tarimorman.gov.tr/Belgeler/ iddiallarvegercekler_20240718. pdf) başlıklı bir yayın yer aldı. Bu yayında özellikle ilk asılsız iddia olarak verilen “Tarımsal Gayri Safi Yurtiçi Hasılada Sürekli Düşüş Yaşanıyor” başlığı ve onun içinde “Tarımsal İhracata” yönelik bilgilendirmeler analiz edilmeye çalışılmış. Bu analizde yer alan verilerin Türkiye tarımının gerçek yapısına uygun olup olmadığı yanında ulaşılan sonuçların anlamlılığı da ayrı bir tartışma konusu.

TESPİTLERDEN GEÇİLMİYOR

Önce bakanlığın yaptığı tespitleri hatırlamakta fayda var: “Tarımsal Gayri Safi Yurtiçi Hasılada Sürekli Düşüş Yaşanıyor” iddiasına “2003-2023 döneminde tarımsal gayrisafi yurt içi hasılada önemli artışlar yaşandı. Cari fiyatlarla 2002 yılında 25,1 milyar dolar olan tarımsal GSYH, 2023 yılında %176 artışla 69,2 milyar dolara yükseldi.” şeklinde bir yanıt verilmiştir. Aynı metinde “Türkiye, gıda ve tarım ürünleri dış ticaretinde net ihracatçı bir ülkedir. İktidarlarımız döneminde ülkemizin bu durumunu daha da çok güçlendirdik” ve “2023 yılında 6,9 milyar $ dış ticaret fazlası verdik. 2019 yılında 19,7 Milyar $ olan Tarımsal ihracatımızı 31Milyar $’a yükselttik” cevabı eklenmiş.

Aynı yayında “Türkiye Birçok Üründe Kendine Yeten Bir Ülkedir. Bakla (taze), bezelye (taze), biber, domates, havuç, hıyar, kavun, karpuz, patlıcan, pırasa, limon, mandalina, portakal, altıntop, çilek, dut, nar, kestane, Antep fıstığı, üzüm, elma, armut, ayva, şeftali, erik, vişne ve kiraz gibi pek çok üründe de yeterlilik oranları %100’ün üzerindedir” ifadeleri yer alıyor.

Sanırım çok fazla eleştirilen buğday ithalatı nedeniyle “Buğdayda, Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ihracat bazlı ithalat yapıyoruz. Aldığımız buğdayı un, makarna, irmik vb. olarak ihraç ediyoruz Buğday unu ihracatında ülkemiz 2002 yılında dünyada 11’inci sırada iken, 2005 yılından beri dünyada 1’inci sırada yer almaktadır. 2002-2024 (Nisan ayı sonu itibarıyla) yılları arasında mamul maddenin (un, makarna, irmik, bisküvi, bulgur vb.) buğday karşılığı dahil 105,2 milyon ton ithalat yapılmışken, 110,6 milyon ton ihracat yapılmıştır” denmekte.

GERÇEKLER ORTA YERDE

Tarımın GSYH içindeki payının düşüşü yanında Tarım Bakanlığı’nın “İddialar ve Gerçekler” adlı açıklamasında tarımsal ürün ihracatında 2023’te 31 milyar dolara ulaşıldığı belirtilmekte ancak ithalat rakamlarından ve ithalat ile ihracatın niteliğindeki değişime ilişkin hiçbir açıklama yer almıyor. Oysa analiz, ithalat verileri ve ihracatın niteliğindeki değişim dikkate alınarak yapıldığında Türkiye tarımına ilişkin çok çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. Grafikten de açıkça görüleceği gibi 2002’den itibaren ekonomik faaliyetlere göre tarımsal dış ticarette verilen açık her yıl giderek artıyor. Birikimli olarak yapılan hesaplamalar geçen 21 yılda toplam 48 milyar dolarlık açık verildiğini ortaya koyuyor.

2002’den 2023’e kadar Standart Uluslararası Ticaret Sınıflamasına (STIC Rev.4) göre tarımsal ürün dış ticaretinde toplam 342 milyar dolarlık ihracata karşılık 335 milyar dolarlık ithalat yapılmıştır. Yani 21 yılda toplam 7 milyar dolarlık net ihracat yapıldığı görülüyor. Bu sonuçlar ışığında ekonomik faaliyetler sınıflamasına göre 21 yılda toplam 48 milyar dolar açık veren tarımsal dış ticaretin, ticaret sınıflamasına göre aynı dönemde toplam 7 milyar dolar fazla verdiğini tespit edebiliriz. Ancak bu sonuçların anlamlılığını tarımsal dış ticarette hangi dönüşümlerin yaşandığını görmeden analiz doğru değildir.

ÖVÜNDÜKLERİ GİBİ DEĞİLİZ

TÜİK verilerine göre işlenmiş ürün ve gıda maddelerinde 2002-2023 döneminde toplam 313 milyar dolarlık işlenmiş ürün ve gıda maddesi ihracatına karşılık 219 milyar dolarlık ithalat yapılmıştır. Diğer bir ifade ile 94 milyar dolarlık fazla verilmiştir. Sadece 2009 yılında 1,2 milyar dolarlık açık verilmiş onun dışında 20 yıllık dönemde sürekli fazla verilmiş.

İşlenmiş ürün ve gıda maddeleri dış ticareti sonuçları aslında çarpıcı bir gerçeği ortaya koymaktadır. Türkiye bu alanda ticarette tümüyle meyve ve sebze ihracatı ile ayakta kalmaktadır. Bu grubu dışarda tuttuğumuzda övünüldüğü gibi bir gıda ihracatçısı da değiliz. Özellikle ucuz emeğe dayalı bir grup olarak öne çıkan meyve ve sebze dışında kalanlar daha çok sermaye yoğun ürünlerdir ve o alanda ciddi bir dışa bağımlılık söz konusu.

TÜİK verilerinin ortaya koyduğu sonuçlar Tarım Bakanlığı’nın yayınında Türkiye’nin birçok üründe yeterlilik düzeyinin yüksekliğine ilişkin verdiği liste ile son derece uyumlu. Verilen listedeki ürünlerin neredeyse tamamı meyve ve sebze grubundan oluşuyor.

Yeterlilik düzeyinin yüksek olduğu ürünler verilirken geçmişte tahıl ambarı olarak tanımlanan ülkenin arpa, buğday, mısır gibi ürünlerde dışa bağımlılık düzeyinden ya da pirinçte, kuru baklagillerde ithalata bağımlı olduğumuzdan bahsedilmiyor. Bu sonuçlar gıda ihracatçısı olduğumuz iddiasının aslında yanıltıcı olduğu, sermaye yoğun üretim teknikleri gerektiren gıda ürünlerinde de bir bağımlılığın geliştiği oraya çıkıyor. Sadece düşük ücretlerle üretilen emek yoğun gıda ürünlerinde (sebze-meyve) net ihracatçı olduğumuz görünmektedir. Ya da sermaye yoğun üretim gerektiren örneğin buğday ithal edilirken, düşük ücret ve çevresel maliyetler ile üretilen makarna benzeri ürünlerde net ihracatçı olduğumuzu belirtmek gerekir. Bu sonuç aslında iktidarın çok fazla eleştiri aldığı buğday ithalatına, ithal edilen buğdayın aslında işlenmiş ürün olarak (makarna, un) ülkeye ciddi döviz kazandırdığı şeklindeki cevabı ile uyumlu görünmektedir. Ancak, bu ilişkiye ciddi döviz kazandırdığı şeklindeki iddia nedeniyle biraz ayrıntılı bakmak gerekmektedir.

20 yıllık dönemde un ve makarna dış ticaretinden yaklaşık 25 milyar dolar net ihracat olduğu görünüyor. Bu sonuç iktidarın buğday ithalatının, ihraç edilecek ürünlerde kullanılmak üzere yapıldığı şeklindeki söylemi ile paraleldir, ancak yaklaşık 27 milyar dolarlık buğday dış ticaret açığı dikkate alındığında bu ticaretin ülkeye ciddi bir döviz kazandırmadığı tersine 2 milyar dolarlık açık uğruna yapıldığı görünüyor.

TÜİK verilerine göre hammaddeler başlığında yer alan ürünlerde 2002-2023 döneminde toplam 22 milyar dolarlık ihracata karşılık 145 milyar dolarlık hammadde ithalatı yapılmıştır. Diğer bir ifade ile 123 milyar dolarlık açık verilmiştir.

Grafik.3: Standart Uluslararası Ticaret Sınıflamasına göre Hammadde dış ticareti (1000 dolar) Sermaye yoğun ürünlerde bağımlılık, hammaddelerde çok daha üst boyutlarda. Örneğin, dokumacılık alanında hammaddelerde 45 milyar dolar açık verilmiştir. Tekstil alanında ihracatçı görünen Türkiye’nin bu alanda büyük oranda dışa bağımlı olduğu görünmektedir. Benzer durum kağıt hamuru ve kullanılmış kağıt ticaretinde de yaşanıyor.

Tüm veriler Türkiye’nin işlenmiş ürün ve gıda maddeleri dış ticaretinde verdiği fazlanın hammadde ithalatına gittiğini göstermektedir. Yine alt gruplar çerçevesinde ortaya çıkan sonuçlar gıda maddesi ihracatı için büyük oranda hammaddeye bağımlılığın varlığını ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, bakanlığın açıkladığı bu rakamlar her ne kadar Türkiye tarımının kendine yeterliğini ve tarımsal dış ticarette fazla veren ülke olduğunu kanıtlamaya dönük olsa da, ve Bakanlığın iddia ettiği bu savların hepsi doğru kabul edilse de, üstü örtülemeyecek bir gerçek var ki o da Türkiye’de halkın gıdaya erişim sorunudur. İhracata dayalı büyüme modeli, evde yaptığı yemeği çocuklarına yedirmek yerine dışarıda satarak paraya çeviren ebeveyn modelidir. Yüksek enflasyon ve düşük reel gelirlerin egemen olduğu bir ekonomide, gıda güvencesi ve gıda egemenliği dikkate alınmadan temel gıda ürünlerinin içeriden esirgenerek dışarıya pazarlanması gerçekten övünülecek bir durum olabilir mi?