Uzun süre “ana akım” medyada çalıştıktan ve yöneticilik de yaptıktan sonra, iyi gazeteci olduğu halde, ya da iyi gazeteci olduğu için, artık orada barınamaz olan Murat Yetkin, geçen gün kişisel internet sitesi Yetkin Report’ta “Artık ‘ana akım’ yok, ‘baskın medya’ var” başlıklı bir değerlendirme kaleme aldı. Yazısının başlığındaki “Artık” sözcüğü dışında Murat’ın yazdıklarına katılıyorum. Yazıdaki “artık” […]

Uzun süre “ana akım” medyada çalıştıktan ve yöneticilik de yaptıktan sonra, iyi gazeteci olduğu halde, ya da iyi gazeteci olduğu için, artık orada barınamaz olan Murat Yetkin, geçen gün kişisel internet sitesi Yetkin Report’ta “Artık ‘ana akım’ yok, ‘baskın medya’ var” başlıklı bir değerlendirme kaleme aldı.

Yazısının başlığındaki “Artık” sözcüğü dışında Murat’ın yazdıklarına katılıyorum. Yazıdaki “artık” sözcüğüne itirazım, “artık”ın yakın zamana, bugünlere dönük bir referans olmasından. Oysa, Batılı ve liberal kuramlardaki anlamıyla bir “ana akım” Türkiye’de çoktandır yok.

Murat “ana akım” medyayı içinden biliyor. Birkaç yıl önceki terör saldırılarının televizyonlarda verilişine, Ankara’dan “Neden çok yer veriliyor?” diye telefonlarla müdahale edildiğine; o müdahaleleri, medya yöneticisi “meslektaş”larımızın; “Koyun yasağı, biz de rahatlayalım!” diye karşılamalarına tanık olmuş.

Normalde “ana akım” diye bilinen medyada “gazeteci” diye bilinen birinden iktidarın yasaklarına karşı çıkıp direnmesi beklenir, yasak koyulmasını talep etmesi değil! İktidarlara “koyun yasağı” diye seslenen yöneticileri olan bir medyaya da liberal kuramdaki tanımıyla “ana akım” denilemezdi.

Murat’ın başlığındaki “artık”, en hafif ifadeyle utanç verici şekilde “koyun yasağı” dendiğinde de kullanılabilirdi, daha önce de…
Yine de, “artık” ifadesini haklı çıkaracak bir şey olabilir ama… Medya öyle hızlı bir düşüş içinde ki, dibi buldu bundan ötesi olamaz dediğiniz anda, dibin dibine doğru da düşecek bir yer bulunabiliyor.

Galiba, “koyun yasağı” diyen medya yöneticileri bugüne göre bir tık yukarıdaydılar. Artık, işte ben de “artık” dedim, yasak koysun ya da yol versin diye bakılan bir makam da yok! Aklı ve ruhuyla iktidara “embedded” olan medya yöneticileri leb demeden Çorum’u anlıyorlar!

Üç gündür, nereye baksanız, tanzim satışlar önünde ucuza domates-biber-patlıcan alan vatandaşların mutluluğu anlatılıyor. İki şehrin birkaç noktasının hikayesi bütün Türkiye’ye yayılsın diye canhıraş çabalıyor muhabirler.

Erdoğan, geçen yıl Haziran’da, Saray’da emeklilere verilen bir iftar yemeğinde, emeklilerin milletin hafızası olduğunu vurgulayarak; 60’lı, 70’li, 80’li ve 90’lı yıllardaki yoksulluğu, krizi, kuyrukları gençlere anlatmalarını istemişti.

“Hafıza” olmak medyanın da işidir; bugün domates-biber-patlıcan kuyruklarında saatlerce bekleyen vatandaşların haberini yapanlar, asgari gazetecilik formasyonuna sahip olsalar, Erdoğan’ın eski “kuyruk”lu nutuklarını da anımsatır, kuyruklarda isyan eden birkaç vatandaşı da konuştururlardı.

Medya öylesi bir düşüşte ki, dip sandığımız bir yerin dip olmadığını anlamak için bazen dakikalar yeterli olabiliyor. O düşüşte, sebze fiyatlarındaki artışı tartışırken, “Böyle bir kâr marjı hiçbir yerde yok, hiçbir kazançta yok. Bu kadın ticaretinde bile yok” diyebilen köşe yazarı da oluyor; düşen helikopterin haberini sunarken “Keşke bu görüntüler Amerikan askerlerine ait olsaydı da onu böyle verebilseydik” diyen televizyon spikeri de…

Bu düşüşle birlikte medyanın inandırıcılığı, güvenilirliği de düşüyor. İktidarın medyasına güvenilmeyen yerde, o medyanın sahibi olan iktidara da güvenilmez.

Geçen gün, Yeni Şafak Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, “‘yerli medya’nın geleceği konusunda çok ciddi endişelerimiz var” diyerek bu durumu pek güzel anlattı. “Yerli medya” dediği; “finansal, ekonomik güç olarak hiç olmadığı şekilde güç kazanan ancak içerik ve dil olarak hiç olmadığı kadar zayıflayan, kamuoyunu etkileme gücü her geçen gün azalan” iktidar medyası.

Artık, düşüşte dip görüldü galiba!