"İlerlemeyen her şey çürüyor. Bu mücadelede sadece eskiye özlem duymak yetmiyor. Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda Cumhuriyet daha anlamlı olacaktır. Bu kavgada yalnızız ama kalabalığız!"

Artık Cumhuriyet biziz

BARIŞ İNCE

Cumhuriyetimiz bugün 99. yaşını kutluyor. Tebaa toplumundan eşit yurttaşlığa geçiş çabalarının en önemli adımı olan bu devrim, iki yönüyle bugünün mücadelesine yön veriyor. Birincisi cumhuriyetin sadece basit bir yönetim değişikliği olmaması, aynı zamanda toplumu kökünden değiştiren devrimlerle beraber gelmesi (ki Mahir Ünal bu konuda haklı, sonradan gelen devrimlerden kopuk bir cumhuriyet düşünülemez) o devrimleri ilerletme görevini beraberinde getiriyor. İkincisi devletin yeni yapısının uzunca bir süredir cumhuriyeti ve beraberindeki devrimleri sahiplenmiyor oluşu cumhuriyetin “halklaşmasına” neden oluyor. Bu iki yönle birlikte cumhuriyet artık ilericilerin, emekçilerin, devrimcilerin bir değeri haline geliyor.

Bilindiği gibi gücünü tanrıdan alan soya dayalı monarşi rejimlerini parçalayan burjuvazi önderliğindeki ulusçuluk hareketlerinin farklı bir halkası olan Anadolu devrimi, sömürge devletlerinin Anadolu’ya saldırılarını püskürten ilerici, devrimci bir zümrenin bağımsız modern devlet anlayışıyla cumhuriyet rejiminde karar kıldı. Osmanlı’nın son döneminde başlayan ülkenin kurtuluşuna dair fikir savaşlarında kuşkusuz Batı’daki gelişmeleri de gören aydınlar içerisinde cumhuriyet fikri yayılmaktaydı. Tanzimat’tan itibaren meclis, seçimler, kadınlara oy hakkı gibi konular gündemdeydi ancak bu fikirler dönemin ruhuna uygun olarak padişahı ve halifeliği karşısına almadan alttan alta dillendirilen fikirlerdi. Osmanlı hanedanının ve İstanbul Hükümeti’nin, başkentin işgali sonrası yaşadığı acizlik ve hilafet ordusu gibi işbirlikçi yapılar sonrası modern fikirlerin radikal şekilde dillendirilmesinin olanakları açığa çıktı. Cumhuriyet fikri başlarda kimileri tarafından radikal bulunsa da (Kazım Karabekir’in günlüklerinde de görüldüğü üzere) Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindeki kadroların düşünsel doğrultusunun modern devlet yapısına yönelik olması bu devrimi çabuklaştırdı. Burada kuşkusuz en önemli iki devrim laiklik ilkesiyle bağlantılı yenilikler ve Medeni Kanun oldu.

Türkiye’de cumhuriyetin niteliği kurucu kadroların ulusçulukla halkçılık arasında kimi zaman gidip gelen yurttaş yaratma projesi (Türk Tarih Tezi gibi uygulamalar, sonrasında Türk Ocağı’nın kapatılması Halkevlerinin açılması gibi…) ve yeni gelişen ulusal sermayenin beklentileriyle biçimlendi. İzmir İktisat Kongresi’nde çerçevesi çizilen, yerli sermayenin önünü açacak devletçi bir kalkınma hamlesi, savaştan yeni çıkmış ülkenin borçsuz bir şekilde farklı alanlarda üretime geçmesinin önünü açtı. Biraz da zaruretten kaynaklı bu dönem (cılız yerli sermayenin devlet eliyle güçlendirilmesini sağlamak), Cumhuriyet’e devletçi bir nitelik de kazandırdı. Bu gelişmeler karşısında kimi muhalif tutumlar, devrimin kadroları tarafından irticai gelişmeler ya da İngiliz müdahalesi olarak algılandı. Balkan savaşlarından beri büyük travmalarla süren savaşların bıraktığı izler ve ülkeyi 600 yıl yönetmiş hanedanın tekrar babadan oğula geçecek rejimi kurma hevesini örgütleyeceği kaygıları bugün de kimi zaman tartışılan baskıcı politikaları da açığa çıkardı. Ancak dönemin muhalefetinin karakterine baktığımızda aşiret yapıları, feodal güçler, ağalar, dini sancak yapan mürteciler, yeni rejimde yer bulamamaktan yakınan eski birtakım ittihatçılar olduğu görülüyor. Cumhuriyet devrimi, kimi zaman sosyalistleri de hedef alan “sert” tek parti politikalarına karşın toprak ağalığı ve onların ardına sığınan irticacı kesimlerle tam bir hesaplaşma içine giremedi. Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi projeler çok partili rejimin popülist havasıyla hızlıca dağıldı.

Cumhuriyet devrimleri özellikle 1950’lerden itibaren bir avuç sömürgenin ve toprak ağasının talepleri uğruna ihanete uğradı, ekonomik bağımsızlığımız emperyalistlerin eline bırakıldı. Bu çıkarcı gruplar, ağalar, beyler, paşalar siyasi rantlarını dini sömürerek, halkın dini duygularını istismar ederek gerçekleştirmek istediler. Devrimlerin en önemlilerinden laiklik ilkesini aşındırarak toplum ve siyaset yaşamından çıkarmaya çalıştılar. Devrimleri bağımsızlık ve sosyalizmle taçlandırmak isteyen devrimci gençlerin üzerine ABD-NATO eğitimli faşist komandoları ve tarikatçıları saldılar. Emekçilerin taleplerini faşist uygulamalarla bastırdılar. Darbelerle hem devrimcileri yok etmeye çalıştılar hem de Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarını elimizden aldılar. Bu ülkenin aydınlık kuşaklarını işkencelerden geçirirken utanmadan bayrak ve Atatürk fotoğraflarını kullandılar. Aşındırıp yıktıkları Cumhuriyet’i, hatta Atatürk’ü kendilerine kalkan yaptılar! Şimdi o darbeciler tarihin karanlık sayfalarına gittiler, aşama aşama yerlerine getirdikleri şeriatçı rantçılar da ülkeyi uçuruma sürüklediler.

Cumhuriyet rejiminin ve beraberindeki devrimlerin tüm bu karşı devrim saldırıları ve otoriter-baskıcı eğip bükme müdahaleleri ile aldığı hal, sosyalistlerin uğruna mücadele ettiği değerlerle uzun süredir çelişiyor. Elbette ki sosyalistler, feodalizmin soya dayalı monarşilerini ve gücünü dinden alan yöneticilerini yıkan cumhuriyet devrimlerini ilerici, devrimci duygularla sahiplenir. Emperyalizme karşı bağımsız devletleri ve kamusal üretimi destekler. Dinin kullanışlı siyaset alanından çıkıp özel alana girmesini sınıf mücadelesi açısından vazgeçilmez bulur. Ancak sınıf mücadelesiyle, peş peşe devrimlerle geliştirilmeyen cumhuriyet, emperyalist kapitalist sistemin hızlı şekil değiştirebilen aygıtlarıyla (din, milliyetçilik vb) içten çürümeye mahkûmdur. Tam da bu yüzden devrimcilik, geçmişin tekil olaylarını bağlamından koparıp tartıştırmak değil, toplumda içselleştirilmiş ilerici adımları sahiplenerek yeninin mücadelesine ışık olmaktır.

Yazının başına dönersek, bugün cumhuriyeti ve devrimleri sahiplenmek demek hem ona karşı gelişmiş ve kısmen başarılı olmuş karşı devrim güçleriyle mücadele etmek, hem de 100. Yıla giderken çağın gelişmelerini görerek kapitalizme ve beraberindeki yıkıma karşı yeniyi inşa etmek demek. Gençlerin, kadınların, yoksulların taleplerini gören, teknolojinin imkânlarıyla katılımı artıran, söz yetki ve karar mekanizmalarını geliştiren, din, dil, mezhep ayırmadan tüm yurttaşların kendisini özgür ve güvende hissedeceği bir hayatın kurulması demek. İlerlemeyen her şey çürüyor. Bu mücadelede sadece eskiye özlem duymak yetmiyor. Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda cumhuriyet daha anlamlı olacaktır. Bu kavgada yalnızız ama kalabalığız. Yalnızız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tepesindekiler sahiplenmiyor. Kalabalığız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri koruması beklenen birkaç aygıtın ya da kişinin yerini milyonların coşkusu ve iradesi alıyor.

O zaman yepyeni bir hayat mücadelesi için, yaşasın Cumhuriyet, yaşasın devrim.