Türkiye’de nüfusun bugün yüzde 10’luk kısmı yaşlı. Yaşlıların nüfustaki oranı hızla artıyor. 1,5 milyon yaşlı ise yaşamını tek başına sürdürüyor. Gerontolog Prof. Dr. İsmail Tufan, “Hem yaşlı nüfus oranı hem de tek yaşayan yaşlı oranı arttı. Planlamaları da buna göre yapmalıyız” dedi.

Artık her hanede bir yaşlı yaşıyor
Fotoğraf: AA

Semra KARDEŞOĞLU

Büyük kentlerde binalar kat kat yükselirken bir başka sorun baş gösteriyor. Başımızı çevirip baktığımızda her apartmanının bir ya da daha fazla penceresinde bir yaşlı oturuyor sesiz sedasız. Hayatın akıp gidişini, aşırı bir hızla değişimini izliyor. Geçtiğimiz aylarda kent kültürü alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hatice Kurtuluş ile yaptığım röportajda yaşlılar üzerine gerçekleştirdiği bir araştırmadan söz etmişti. Adına ‘Kentsel dönüşüm’ denen planların onları nasıl olumsuz etkilediğini şöyle aktarmıştı: "Az katlı binalarda sokakla daha kolay iletişim halindeydiler. Mahalle bakkalı, eczanesi vardı. Oysa şimdi, örneğin Fikirtepe’de bir katta 10 dairenin olduğu binalarda yaşıyorlar. Çaldıkları hiçbir kapı açılmıyor. Evde yaptıkları kurabiyeyi götürebilecekleri komşuları yok. Çünkü onlar genç, çalışıyorlar, gündüzleri hepsi işte, komşuluk ilişkilerini ‘eski’ buluyorlar. Çaldıkları onlarca kapı bu nedenle açılmıyor: Distopik bir film sahnesi gibi…"

Kısaca kentte ve elbette kırda atılan her adımda oranı hızla artan yaşlı nüfus düşünülmek zorunda. Hastane açarken de yol yaparken de bir mahalleyi dönüştürürken de… Önümüzde giderek dağ gibi olan meseleye ilişkin adımların atıldığını söylemek çok güç."

DOĞUM ORANI HIZLA DÜŞÜYOR

Bugün 1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü. Genç bir nüfusa sahip Türkiye’de yaşlı nüfus oranı hızla artıyor. Şu an nüfusun yüzde 10’luk kısmı 65 yaş ve üzeri. 2016’da yüzde 8,3 iken bu oran 2021 yılında yüzde 10’a dayandı. Yaşlı nüfusun son beş yıldaki oranı yüzde 25 arttı. Doğurganlık hızı ise sürekli düşüyor. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık hızı (Doğurganlık yaşındaki kadınların doğurması beklenen ortalama çocuk sayısı) 2021’de 1,70’e kadar geriledi. Nüfusun kendisini yenilemesi gereken sayının 2,10 olması gerekiyor. Doğum oranı düştükçe diğer etkenlerle birlikte yaşlı oranı da yükseliyor.

Durum bu iken, meseleyi Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Kurucu Başkanı Gerontolog Prof. Dr. İsmail Tufan’a sorduk. Tufan meselenin röntgenini çıkardı.

TÜİK verilerine baktığınızda yaş gruplarına ilişkin neler görüyor ve bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Yaklaşık bir asır önce doğuşta beklenen yaşam süresi 35 yıldı. Bugün yeni doğan erkek bebekler için bu süre neredeyse 76 yıla ve yeni doğan kız bebekler için 81 yıla erişti. 65 yaşındaki bir kişinin hala önünde ortalama 18 yıl daha yaşam beklentisi varsa, bunların şimdiden üzerine düşünülmesi ve acil önlemlerin alınması zorunlu. Envanter niteliğindeki bu tablolar, sadece yaşlanan bir toplumu görebilmeyi sağlıyor. Ama birey ve toplum açısından doğurduğu sonuçları göstermiyor. Asıl önemlisi, bu verilerin ortaya koyamadığı, yaşam süresi sürekli uzayan insanları ve bu insanların yaşadığı toplumumuzu etkileyen sonuçlardır.

YAŞ NORMLARI ARTIK TUTARSIZ

Türkiye’nin güncel demografik verilerinde yeni olan ne var?

Yaş ile alakasız, tüm yaş normlarının önemini yitirdiği bir dönemdeyiz. Yaş normları tutarsızlığı iyice su yüzüne çıktı. Yani "65 yaşındaki insanı şunu yapar, şöyle yaşar, şuna ihtiyacı vardır" gibi. Bu daha da ilerleyecek.

Bunun anlamı nedir? Nasıl bir sonuç yaratıyor?

Mesleki eğitimle, aile durumuyla, yaşam durumuyla, serbest zaman alanıyla, sağlık durumuyla ve benzerleriyle ilgili olarak, çeşitli sonuçların ortaya çıktığı “grileşen bir toplumda” yaşıyoruz.

Takvimsel yaşın, yaşam tarzı ile ilgili sağlık durumu, zihinsel yetenek ve beceriler açısından önemini giderek yitirdiği, buna karşın “genç yaşlı” ve “yaşlı yaşlı” olarak gruplandırmalara yol açtığı demografik dönüşüm, bize yaşlanma ve yaşlılık konularında yeni bir bakış açısının gerekli olduğunu göstermekte. Kimin kaç yaşında olduğu değil, kimin ne yapabildiği veya yapamadığı önemli. Takvimsel yaşı değil, bunun yerine “yetkinliği” derecesi ve kapsamı, yani “işlevsel yaş” dikkate alınmalı.

Anne, baba ya da büyükanne, büyükbaba olma yaşları da geçmişe göre çok farklılaşmadı mı?

Evlilik yaşı, çocukların doğumu, büyükanne ve büyükbaba rollerinin üstlenilmesi ile belirlenen aile döngüsü bile klasik görüntüsünü kaybederek yaş normlarının dışına taşan nitelikler kazandı. 40 yaşında büyükanne olanlar var. Bugün bunun yanında 45 yaşında ilk kez anne olanlar da var.

Kentlerde tek yaşayan ve yalnızlıkla mücadele eden bir kesim var. Özellikle de ortalama yaşam süresi erkekten fazla olan kadınlar. Nasıl yaklaşmalı meseleye?

Gelişmiş endüstri ülkelerinde daha sık rastladığımız bu olguyla bizim de yüzleşmek zorunda kalacağımız günler hiç de uzakta değil. Tek başına yaşayan yaşlıların çoğalma eğilimine girdiği toplumumuz buna hazırlıklı olmalı. Olası bakım, yardım ve tedarik açısından da yaşlanmanın etkilerinin görüldüğü bir “tekilleşme” olgusunu da gözden ırak tutmamalıyız.

SANDVİÇ KUŞAK YAŞI DEĞİŞTİ

Yaşam süresinin uzaması kuşaklar arası ilişkilere nasıl yansıyor?

Dört ve beş kuşak aile sayısında artışa yol açmakta. 100 yıl önce, neredeyse hiçbir çocuk dört büyükanne ve büyükbabayı bir arada göremezdi. Bugün ise neredeyse doğal bir olay haline geldi. En az iki büyük büyükanne ve büyük büyükbaba yaşıyor.

Orta kuşak artık “anne-baba kuşağı” değil, daha ziyade çoğunlukla yardım veren ve daha az yardım alan “büyükanne ve büyükbaba” kuşağı. Torunların yanı sıra büyük büyükanne ve büyük büyükbabalara da yardım sağlamakta. Bu yüzden “sandviç kuşağı” olarak da adlandırılır.

Bu farklılıklar kuşaklar arası çatışmayı artıracak mı?

Yaşam döngüsü de önemli ölçüde değişti! Biyolojik olarak tanımlanan yetişkinlik yaşının genleşmesi (olgunlaşma döneminin erken başlaması, menopozun daha geç başlaması) ile sosyolojik olarak tanımlanmış yetişkin yaşının daralması (meslek yaşamının geç başlangıcı, erken sonu) çelişmektedir. Bu açıdan bakınca, biyolojik olarak olgun ama ekonomik olarak bağımsızlığını ancak yaklaşık 10-15 yıl sonra kazanacak gençler ve bedensel ve zihinsel olarak hala yetenekli ama artık gerekli olmadıkları kabul edilen 50’sinde ve 60’ında olan kuşaklar arasında çatışma durumları beklenmelidir.

Bakıma muhtaç yaşlı sayısı ve dolayısıyla bakım ihtiyacı artacak. Ancak toplam yaşam süresi içerisinde sağlıklı yaşanılan yaşam süresi git gide uzamakta. Ne var ki bu olumlu gelişme, ileri yaşlarda, öncelikle 80 yaş ve üzeri nüfusta belirgin kırılmaya uğramakta. Bu yaş grubunda bedensel ve zihinsel engelli bakıma muhtaç yaşlı sayısı artmaya devam ediyor. Bunların içinde 800–900 bini özel bir grup olarak değerlendirilmesi gereken en az yarısı Alzheimer hastası olan yaşlılar da hızla çoğalmakta. Bu yüzden Türkiye’nin bir bakım yasası ve bir de bakım sigortası olmalı. Son 15 yıldır bu meseleyi sık sık gündeme de taşıdım. Şu ana kadar atılmış bir adım ne yazık ki yok.

Yaşlıların hayata katılım düzeyleri genel olarak çok düşük değil mi? Bir nevi hayattan da emeklilik gibi.

Hiçbir zaman 60, 70 ve 80 yaş üstü bu kadar çok kişi bir arada olmamıştı ve hiçbir zaman günümüzde olduğu kadar az söz hakkı tanınmamıştı. Ancak bu ifadenin farklı derecelerde aile, iş ve toplum alanları için geçerli olduğu dikkate alınmalı.

Yaşlı insanlar daha yoğun aile ilişkileri için daha güçlü bir arzuya sahip. Katılım noksanlığı ile ilgili şikayetler, genellikle eş ilişkisinin bozulduğu durumlarda, aile dışı temasların yokluğunda, sınırlı bir ilgi alanının mevcut olduğu durumlarda, sağlık esenliğinin eksikliğinde, finansal stresli durumlarda, yardıma muhtaçlıkta ve hayattaki tek amacı çocukları olan aile merkezli kadınlarda çok sık görülmekte.

Son olarak yaklaşan bu yeni duruma ilişkin neler yapılmalı?

Demografik verileri sadece demograf gözüyle değil, aynı zamanda geriontolog gözüyle görmeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz. Güzel grafikler ve tablolardaki rakamların ardındaki insanları görebilen, bir taraftan yaşlılık politikaları ile yaşlıların sorunlarına etkin çözümler getirmeliyiz, diğer taraftan henüz yaşlanmamış olan, geriden gelen kuşakların yaşlanma süreçlerini dikkate alan sosyal politikalara ağırlık vermeliyiz. Sosyal politikadan ben, gençlik, aile ve kadın politikalarının, eğitim, meslek ve istihdam politikalarını anlıyorum. Yaşlanma süreçlerini yapılandıran ve yönlendiren, bireye “başarılı yaşlanma” fırsatları yaratan ve bunlara erişimi sağlayan girişimlerin yanı sıra yaşlılığı yapılandıran, ileri yaşlılık demografisini de göz önüne alan ve çok kısa bir zamanda bir bakım sigortasını sosyal güvenlik sistemine entegre eden bir toplumu yaratmak zorunda olduğumuzu vurgulamak istiyorum.

***

BU TABLOYA GÖRE ADIM ATILMALI

•Nüfus: 84,7 milyon
•Yaşlı nüfus (65 yaş ve üzeri): 8 milyon 245 bin
•Ortalama her hanede bir yaşlı var
•Yaşlı bağımlılık oranı: Yüzde 14,3 oldu (Çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı oranı)
•Kadın başına ortalama doğum sayısı: 1,8
•80 yaş: Nüfusun yüzde 80’i bu yaşa kadar hayatta.
•Türkiye’de yaşlı nüfus oranı: Yüzde 10
•2050’de beklenen yaşlı nüfus oranı: Yüzde 20
•Tek başına yaşayan yaşlı sayısı: 1,5 milyon

***

TÜRKİYE’DE NÜFUSLA İLGİLİ DEĞİŞİM

Erkekler ve kadınlar arasındaki ortalama yaşam süresi farkı arttı
60 yaş ve üstü insanların oranı arttı
80 ve 90 yaş üstü grubun yaşlı nüfus içindeki oranı arttı
Yaşlı grubu içinde de büyük farklılaşma oluştu
Yaş grupları/kuşaklar arasında ilişkiler büyük ölçüde değişti
Yaşlı nüfusun eğitim düzeyi yükseliyor