“Ferhangi Şeyler”in bir yerinde “Kimseye verecek selamım yok artık” der Ferhan abi. Bu cümle beni dün de çok etkilemişti, bugün de aynı biçimde üzerimde sarsıcı bir iz bıraktı

Dağınık düşüncelere alışığım aslında. Hatta gelir geçer, biraz da şaşırtıcı duygu dalgalanmalarına da alışığım. Ama derin bir yerde beliren ve can sıkan kedere yenik olmaya alışık değilim. Bir yandan “alıp başımı gideyim” diyorum, öte taraftan bunu yapamayacağımı biliyorum. Alışkanlıklarıma tutsağım. Kitaplarıma bağımlıyım. Her ne kadar onlardan kurtulmam gerektiğini bilsem de, varlıklarıyla garip bir iç sıkıntısı verip, sürekli suçluluk hissettirdiklerini düşünsem de, bitmez bir yol üzerinde ömür tükettiğimin ayırdında olsam da… Olmuyor işte. Yapabildiğim bu. Kırklı yaşların ortasındayım, ardımda bıraktığım yıllar önümdekinden çok. Umut ne demek, gelecek beklentisi ne? Bir çocuk daha vuruldu bugün… Ölü bedeni çiğnendi. Hepimiz yaptık bunu.

Hayret verici telaş...

artik-kimseye-verecek-selamim-yok-benim-101189-1.
Savaş günlerindeyiz. Eskiden kış günleri, eve sinen salep kokusuyla avunur, bazı ekrana bakar, kimileyin kendimi kitap okur bulurdum. Garip bir serüven okumak! İyi bir öykü alır içine hemen, bir yerden sonra, eğer siz öyküye ortak olur, yaratmaya koyulmazsanız sıkılırsınız. Bütün iyi romanlar davetkâr ve yaratıcıdır. Yazarlık tuhaf iş… Bir tür yazgı… Belki avuntu… Dünya yerinden oynasa, mutlaka yazacağını düşünür yazar. Acımasız, samimiyetten uzak, bencil, kırıcı, yıkıcı, hatta sevimsiz ve öfke uyandıran bir eylemden söz ediyoruz. Sırtında tuhaf bir kambur taşır yazar. Kendince törenler düzenler, acayip bir zamanın akışında gelgitli yol alır. İç sıkıntısı veren bir salıncakta tüm gün demlenir. Ani sıçramalar, akıl yürütmelerle zıplar, hayret verici bir telaşla yazmaya koyulur sonra…

İz bırakmadan yaşamak
Her kişinin yaşamı kayda alınmaya değer mi? Yanıtım kesinlikle ‘hayır’! Bizden önce ve sonra yerkürede konukluk edecek herkesin yaşantısı niçin değerli olsun ki? Ama herkesin yaşamı biriciktir ve kayda almak istenmesi doğaldır. Her yazılanın bir okuru olmaz elbet. Ya da sınırlı okur, gün gelir tükenir ve kayıt altına alınan ve sonsuza dek ömür uzatacağı sanılan yapıt kaybolur gider. Belki unutulmanın övgüye değer bir yanı da bulunabilir. Hiç iz bırakmadan, yaşamamış gibi olmak. Derin bir sakinliği bozmadan, bir başka diyarda, ölüler bahçesinde yaban çiçekleri altına uzanıvermiş olmak. Üstelik bundan habersiz…

artik-kimseye-verecek-selamim-yok-benim-101190-1.Yas tutulmaz bu çağda!
Bir çocuk vuruldu memleketimde. Devletin ağır mermisiyle… Günlerdir süren ağır saldırı altında, hızla daha büyük facialara tanıklık ediyoruz. Her ölüm acıdır. Henüz önünde akacak olan upuzun sürece adım atmamış olan, yaşama geldiğini ve öldüğünü bilmeyecek olan bir bebekten söz ediyoruz. Nasıl bir haktır bu? Yasal cinayetlerin işlenmesi nasıl bir hak? Fotoğrafa bakıyorum. Tarihe geçti değil mi? Hayır, geçmedi. Böylesi milyonlarca fotoğraf var çevremizde. Avuntudur bu. Baktıkça acı azalıyor, büyük ve korkutucu bir hissizlik alıyor yerini. Bunu düşündüm uzunca. Ölü çocuk fotoğrafına bakmayı ve içki içip sohbet etme arzumu düşündüm. Çelişik değildi elbet. Yas falan tutulmaz bu çağda. Bakılır, geçilir. Yara büyüktür. Ama ağrı kesiciler öyle uyanıkça yayılır ki kana, hemen uyuşursunuz. Bir annesi, babası, memleketi, bayrağı, davası, sevgilisi, acısı, anısı olmadan öldü bebek. Ölü bebeklerin ardından gözyaşları dolmuş kadehleri içiyoruz.

Bir yanıyla kendini kurmak
Anılarımı yazmak için çabalıyorum. “Bin yaşındayım” desem kim inanır? Oysa doğruyu söylüyorum, birden fazla hayat sürdüm, farklı yollarda, ayakta kalma çabası içinde geldim bu günlere. İnsanlar geldi geçti önümden, belleğimi zorluyor, yanılmamak için biraz bekliyor ve notlar alıyorum. Günlüklerime baktım ilk gençlikten kalan, etrafa düşmüş bölük pörçük kâğıtlara ve fotoğraflara… Bir nesneyi ele aldığınızda, ona ne zaman, hangi duygu içinde sahip olduğunuzu anımsayabilirsiniz… Ama bu sahiden anımsamak olur. İçine girip, o duyguyu tüm hakikatiyle yaşamak olanağı yoktur. O halde, anı yazmak, bir yanıyla dilediğin biçimde kendini kurmak anlamına gelir. Oysa ben abartısız olsun istiyorum sözlerim. Neden?

artik-kimseye-verecek-selamim-yok-benim-101192-1.Kayda değer tanıklıklar
Birçok gerekçem var. Yaşadığım dönem kayda geçmeye değer tanıklıklarım oldu. Bunların bilinmesi kimin işine yarar derseniz, umulmadık biçimde ülkenin en karmaşık döneminde, çok farklı insanlarla söyleşme, karar anlarında yanlarında bulunma olanağım bulundu. Bugüne dair fikirlerim oluşurken bir süreç geçti ve bunun benden sonrakiler için belge olacağını seziyorum. Ayrıca orta sınıf bir aileden çıkan bir çocuğun, kendini inşa etme süreci anlamlıdır. Kendi dünyasından sıyrılıp, milyonlarca insana söz söyleme olanağı yaratmak değerli gibi gelir bana. Değilse de kimse okumasın varsın…
Anı yazarlığında her şeyi yazmak gerekir mi? Bu üzerinde düşündüğüm ve tam karar veremediğim bir husus. Bazı olaylar çok kişisel olabilir ve yazanına değerli geldiği halde, okura hiç katkısı olmaz. Bir de halen yaşamda olan kimselere dair, onları zedeleyecek ve toplumsal yararı olmayan kimi olayları paylaşmanın bir değeri olmayabilir. Elbet bir diğer sorun da, söz edeceğiniz kimselerin yakınlarına zarar verme riski. Çok ünlü bir sanatçıya; “Yaşamınız çok ilginç ve tanıklıklarınız aydınlatıcı, bunları yazmalısınız” demiştim bir zaman. “Yazamam. Ailemi çok üzerim” dedi. Öğrendiğim kadarıyla ortaya çıkacak gerçekler herkesi yaralayacaktı. Keşke yazabilseydi…

Gerçeği çarpıtmayacağım
O halde, yani olan bitenleri tüm açıklığıyla yazamayacaksan, ne tür bir işlevi/ödevi getirmiş oluruz? Kişi kendine ne derece nesnel olur, bunu kolay yanıtlanacak bir soru değil, ancak toplumsal önemi olan meseleleri gizleyeceksek hiç yazmamak doğrusu; kişilere özgü olanlara gelince, orada karar yazarındır. Bilimsel bir çalışma değil bu. Bildiğim intikam duygusuyla tek satır yazmayacağım ve asla gerçeği çarpıtmayacağım… Bazı kişi ve olaylar benle mezara gidebilir…

***

artik-kimseye-verecek-selamim-yok-benim-101191-1.Ferhan abi sahneden umarsız, keskin, güçlü haykıran biri

Geçen hafta “Ferhangi Şeyler”in 2000. gösterisi vardı. Hemen yerimi aldım. Çok güldüğümüz bir gece oldu. Nedense içimde bir burukluk, derinleşen bir kederle boğuştum tüm gece. İlk izleyişimden bu yana ne kadar çok zaman geçmiş. Ben şimdi Ferhan abinin gösterinin ilk günlerindeki yaşını geçmiş durumdayım. Beyoğlu, Küçük Sahne, ilk aşk, kitaplarla tutkulu tanışmalar, derken siyasal kavgalara girme, meyhaneler, sancılı geceler, düşler, gelecek düşleri, yenilgiler ve elbet yaratma sevdası… Ferhan abi sahnede benim anılarımı da oynuyordu aslında. Bilmediği, tanımadığı bir adamın yaşantısının da bilançosunu döküyordu böylece…

Yıllar öncesi ilk siyasal uyanışım gerçekleştiğinde, sanata, aydınlığa düşkünlüğüm uç vermeye başladığında Ferhan abi sahneden umarsız, keskin, güçlü haykıran biriydi. Çok zaman sonra tanışmak, dostluk etmek ve nihayetinde özel bir gecede o sahnede, ben izleyici olarak buluşmak ne güzeldi. İnsan tuhaf bir varlık, farklı işleri aynı anda beceriyle görmeyi başarıyor. Bir yandan sahneyi izlerken, öte taraftan, geçmişi anımsayıp, kafamda kurmaca yapıyormuşum meğer; olup bittikten sonra farkına vardım bu düşünme, düşlememe biçimimin.

“Ferhangi Şeyler”in bir yerinde “Kimseye verecek selamım yok artık” der Ferhan abi. Bu cümle beni dün de çok etkilemişti, bugün de aynı biçimde üzerimde sarsıcı bir iz bıraktı. Bir farkla; ilk duyduğumda gençtim, heyecanlarım vardı ve insanlara güvenir, hatta biraz da büyütürdüm gözümde. Öne çıkan aydınları, sanatçıları, yazarları dev aynasından izlermişim meğer. Zamanla çok tanıdıklarım oldu. Ardı ardına düş kırıklıkları, ihanetler, bayağılıklar yaşadım. İlk duyuşumda tümceyi, Ferhan abi “nasıl da büyük ve haksız bir cümle kurmuş” diye düşündüm. Şimdi tastamam haklı buluyorum onu.

Büyük bir sanatçı, düşün adamı hızla yalnızlaşacağını fark eder. Çevresindekiler için çekilmez olacağını bilir. Hakkında olur olmaz, yıkıcı, yaralayıcı sözler edileceğini hesaba katar. Buna karşın umarsızdır bir an sonra. Giderek incelmiş düşünce, daralan zaman, artık kendiyle konuşmaktan öte bir beklentisi kalmaması için yeterlidir. Kimseyle anlaşamaz, uzlaşamaz. Kibirden, burun büyüklüğü, şımarıklıktan değildir bu. Tersine, çevrenin tenhalaşması zorunludur. İçinde büyüyen o geniş loşluk, çıldırtıcı içses, her daim hesaba çeker kişiyi. Buraya gelene dek nerelerden geçmiştir yazar, düşünür kişi. Koskoca bir dünya kurup, başına yıkacağını bilir…

Fark ettim ki, “kimseye verecek selamım kalmamış” benim de! Onca yalan dolan içinde, ikiyüzlü, ikisi de maskeli insanlar arasından geçip giderken, yapmacık gülümsemelerle avutamayacağım kimseyi ve elbet kendimi. Geride uzun yıllar var. Gelecek daha kısa artık. Bundan sonra umudun değil, yaşamı derinden duyumsamanın, anlamlı bir katkı yapmanın peşindeyim. “Nedir o?” diye soran olursa…

Anılarım üstüne düşünür, not alırken ne sokaklara girdim, kimlerle hesaplaştım, ne yenilgiler yaşadım bilseniz! Kendime kızdığım, hoşnut olmadığım neleri koydu önüme belleğim. Bir yandan, ne güzel günler görmüşüm de, bu sevinçleri uzak sanırım. Oysa daha dün gibi hepsi! İnsan aklı başındayken yargılamalı kendini. Başkasına bırakmadan. En güzel yolu yazmak… Kendi fotoğrafını açıklıkla ortaya koymak!

Hep bir şeyin ardından gitmek, bir şeyi kaçırıyor duygusuna kapılmakla geçiyor ömrümüz. Bir an geliyor, sadece kendini bulmak, derinlemesine tanışmak yetiyor bu kişiyle…