Yıldız Savaşları serisi, aslında dünya ve insan gibidir, bırakın uzayı, uzaylıları, politik göndermeler, sosyal mesajlar, sıkı entrikalar, kıvrak manevralar, iyi ve kötünün savaşı, karanlık ve aydınlık

Artık ölsen de kurtuluş yok!

ALPER TURGUT @AlperTurgut01

Efsanevi ‘Yıldız Savaşları’ serisine, buçuklu olarak katkı sağlayan, öyle böyle değil, harbiden sağlam bir destek atan Rogue One: Bir Star Wars Hikayesi, her şeyden öte, geleceğe dair bir gerçeği, şimdiden gözümüze sokmayı başardı. Peki, nedir bu gerçeklik? Lan arkadaş, yeni düzenin, pardon galaktik imparatorluğun en yüksek rütbeli subayı, içinde barındırdığı salt kötülük ve keskin-üstün zekâsı yüzünden, canımız ciğerimiz, biricik lordumuz Darth Vader’in bile çekindiği, bu herife bulaşılmaz dediği meşhur Grand Moff Tarkin, filmde arz-ı endam ediyor. Eee diyeceksiniz. Demeyin canım kardeşim, demeyin, hele önce bir dinleyin. Elemanlar, fantastiğin ve bilimkurgunun hakkını vermişler, ölü bir adamı, resmen hayata döndürmüşler. Evet, Tarkin’e can veren ünlü İngiliz aktör Peter Cushing, bundan tam 22 sene evvel, terk-i diyar etti. Korku-gerilim türünün ağır abisi Peter, yaşasaydı şayet, 103 yaşında olacaktı. Hollywood, artık öteki dünyaya da gözünü dikti, ölmek de kurtuluş değil, bir rahat, bir huzur vermeyecekler, harbi besbelli.

Aslında Prenses Leia Organa (Carrie Fisher) da gencecik haliyle beyazperdeye yansıyor, hadi o 60 yaşında ve hala hayatta. Geçenlerde biten senenin en güzel hediyelerinden Westworld dizisini seyrederken, yaşı seksene dayanan Anthony Hopkins emmimizi, bıçkın delikanlı haliyle görünce ekranda, haydaaa diye tepki vermiştim. Haliyle şaşkınlığın da bir son bulması gerekiyor, bilgisayarın, efektin, sanalın, özetle teknolojinin devrinde, atılım yapmaya hazır CGI çağında… Lakin Ortadoğu’da yaşamak, başlı başına büyük bir bela, arkamıza bakmaktan, önümüzü görebilmek ne mümkün! Elbette, gençleştirme ve yeniden hayata döndürme, daha emekleme döneminde, yenilik afallatsa da sanallığın farkına varıyor insan, hiç kuşkusuz. Amma bir beş veya on sene sonra, teknoloji ilerleyip, deneyim artınca, artık farkına da varamayız, cin gibi bunlar, ayaküstü uyuturlar, ölenleri hop diye yaşayanların arasına katarlar. Ünlü yönetmen James Cameron, gişe rekoru kıran (iki milyar 788 milyon dolar hasılat, peh peh) ve gelmiş geçmiş en çok izlenen film olan Avatar’ı (2009) çekmek için, yıllarca teknolojinin gelişmesini beklemişti. Unutmayalım.

Hah! Şimdi düşünsenize, bu garip ve tuhaf teknolojinin, gündelik hayata yansımasını… Misal Putin hiç ölmüyor, sürekli ekranda, ayılarla geziyor, kaplanlarla takılıyor. Örneğin, Donald Trump da sene olmuş 2116, hala ve inadına televizyonda, yine ve yeniden pot üstüne pot kırmakta… Kâbus gibi resmen be… Gerçek hayatta, hani uzaktan çekimler için dublör kullan, sonra gelsin ekran, ver coşkuyu, ver coşkuyu… Hayal etsenize, yüz sene sonra da saraylar, muhtarlar, troll canlar, dinmeyen, bitmeyen alkışlar. Abbooooo.

Sinemanın meşhur yıldızları, cicili bicili, albenili, aktrisler, aktörler, seneler sonra, oturdukları yerden para kazanacaklar, aman bunları istekleri, talepleri, arzuları bitmez, evde yatsınlar, işte parayı cukkalasınlar diyebilirler. Ta ki kopyalamaktan, çoğaltmaktan vazgeçip, kendi sanal yıldızlarını yaratana kadar, yemeyen, içmeyen, gezmeyen, tatil istemeyen, itiraz etmeyen, kaprissiz, tereddütsüz oyuncular, oh mis!

Yıldız Savaşları serisi, aslında dünya ve insan gibidir, bırakın uzayı, uzaylıları, politik göndermeler, sosyal mesajlar, sıkı entrikalar, kıvrak manevralar, iyi ve kötünün savaşı, karanlık ve aydınlık. Ve güç! Boş yere Jedi Şövalyeleri, Sith Lordları denmiyor, al sana kâinata sirayet etmiş, tekno Orta Çağ! Işın kılıcının bile mevzusu bu, soğuk çelikten hallice işte. Hah! İmparatorluk için yaşayan kötüler ve cumhuriyet aşkına yanan iyiler. Çok siyah-beyaz oldu değil mi? Rogue One, belki de ilk defa gri de var ulan diyor. Seriye katkısı ve artısı bu işte, asilerin, isyancıların, hepsinin iyilik timsali minnoşlar olmadığını, araçlara takılanların amacı unuttuğu dünyamızda, kötüleri alt etmek için, ellerin kirlenebileceğini, zalimleri yok etmek isteyenlerin de gaddarlara dönüşebileceğini, isyan etmenin kanlı ve canlı bir şey olduğunu anlatıyor, kendince, dili döndüğünce ve resmetme yetisince…

Evet, çok yakında 40 yaşına girecek Yıldız Savaşları serisi, bırakın sona ermeyi, hala süren seti, yeni filmler gelecek, galaktik evren, lastik gibi maşallah, çektikçe uzayacak, içini doldurdukça genişleyecek. Bir metin değil, bir cümleyle bile, parlak bir fikir doğabilir, misal zorlu Ölüm Yıldızı görevindekiler, hepsi büyük birer kahramandı diyelim, buna bodoslama dalarak, cumburlop üstüne atlayarak, tumturaklı ve çetrefilli bir öykü çıkartılabilirsin, yani saha açık, al pası, at topu önüne, sür sürebildiğin kadar. Üstelik fanlarıyla, hayranlarıyla, bu büyük bir pazar, marketler, dükkânlar, taptaze karakterlerin oyuncaklarıyla, eşyalarıyla, tişörtleriyle donandı bile.

Rogue One, Jedi olmadan da Star Wars çekilebileceğini göstermiştir, kör karateci abinin, sopayla kasklı ve zırhlı çevik kuvvet gibi Stormtrooperleri pataklaması, haliyle komik kaçsa da zaten uzay gemilerinin savaşı gibi, ergenliğimizi özleten cuv cuvvvv eğlencesi, hepimizin hoşumuza gitmiyor mu? Hem yeni bir hayat, umut değil midir? Ümit dediğin de, bekleyerek gelir mi? Mücadele ederek, bedel ödeyerek ona ulaşılır, baskılar ve zorluklar arasında, ölümün kıyısında ve her koşulda yaşama tutunarak, illa kanırtarak.

Beklemek derken, seyretmeyi denediğim tek yerli dizi olan (o da işgal vakti doğan ve tez zamanda Anadolu’yu saran kurtuluş ruhu ve bilincini de belki gösterirler umuduyla elbet) Vatanım Sensin’de, Yunan subayı delikanlı, bizim vatansever genç kıza, Konstantinos Kavafis’in meşhur Barbarları Beklerken şiirinden birkaç dize okudu. Ardından “Düşmansız bir arada duramayan bir millet olmuşsunuz, aslında birbirinizi sevmiyorsunuz, hayaliniz, ülkünüz kalmamış, hiçbir şey üretmiyorsunuz. Yalnızca bir düşmanın varlığı hatırlatıyor size kim olduğunuzu” gibi bir şeyler söyledi ve ekledi: “İnsanı sevmeyi bilmeyen, memleket sevmeyi nereden bilecek!” Günümüze ne denli uygun değil mi? Tek bize dair de değil, tüm dünya ülkeleri ve ahalisi, artık salt düşmanlarıyla var olabiliyor, ne yazık ki. Şiirde boşluğa düşer bekleyen insanlar, çünkü barbarlar gelmez, oysa gerçek hayatta, barbarlar aramızda, kapımızda, yanı başımızda. Barbarlar var veya yok, pek fark etmiyor, hissedilen yine ve yeniden boşluk hissi, bir büyük bekleme odasında, umut, direniş, mücadele olmayınca…