Şu anda AKP içinden çıkan bu isimler aslında az önce bahsettiğimiz yapay şişkinlik konjonktürünün ürünü olan isimler. Bu konjonktürün içinde gelişti bu isimler. O dönemdeki sorumlular. O günlere bir dönme öykünmesi hali içinde hareket ediyorlar. İktisadi açıdan reel bir alternatif oluşturabileceklerini düşünmüyorum.

Artık Türkiye olarak anlık yaşıyoruz

BirGün PAZAR

Aralık ayı söyleşimizde Prof. Dr. Erinç Yeldan ile Türkiye ekonomisinin 2019 yılını nasıl geçirdğini, şirket borçlarının kamu bankaları aracılığıyla kapatılmaya çalışılmasını, AKP içindeki kopuşları ve pek çoğunu konuştuk. İyi pazarlar!

► 2019’un son haftalarını yaşarken geri dönüp baktığınızda bu bir yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?
2019’dan geriye dönük bir kuş bakışı değerlendirme yaptığımız zaman ilk gözümüze çarpan olgu aşırı oynaklık, istikrar kavuşmayan ve ortalama olarak konuşmakta çok zorlandığımız bir yıldı diyebilirim. Çünkü Türkiye’de herhangi bir veride ortalamalar gerçekleşmedi. Hem aşağı hem yukarı doğru sapmaların olduğu bir sene geçirdik.

2019’un en ayırt edici özelliği makroekonomik fiyatlarda yani enflasyon oranında, faiz oranında ve döviz kurunda inişli çıkışlı çok ciddi sarsıntıların geçirildiği, belirsizliğin arttığı bir yıl olmasıydı. Tabi bu belirsizliklerin sonucu olarak da ileriye yönelik istihdam, yatırım, teknolojik gelişim, ithalat-ihracat sözleşmeleri veya kira kontratları gibi insanları iktisadi olarak bağlayıcı olan kontratların hem risk primleri yükselmiş hem de süreleri kısaltılmış oldu. Artık Türkiye olarak anlık yaşıyoruz.

Reel ekonomi tarafına bakacak olursak milli gelir büyüme hızında küçülmenin azaldığı 3. Çeyrek verisi iki hafta önce yayınlanmıştı. Burada binde 9 toplam büyüme hızı ortaya kondu ki Türkiye ekonomisi için bu durgunluk anlamına gelir.


Bu teknik kısmı bir tarafa milli gelirin içerisinde bu iş çevrimleri dediğimiz oynaklığı hep besleyen bunun en önemli nedeni olarak görülen en önemli kalem sabit sermaye yatırım harcamalarıdır. Sabit sermaye yatırım harcamaları Türkiye’de son 5 çeyrek dönemdir yani bir seneyi aşkın bir süredir sürekli olarak eksi gelişme gösteriyor. Yani her bir çeyrek dönemde bir evvelki senenin eş değer dönemine göreceli olarak karşılaştırdığınızda negatif gelişme sergiliyor, küçülme devam ediyor. Yüzde 10’luk bir daralma söz konusu. Bu rakamlar çok şiddetli daralmayı gösteriyor. Milli gelir kabaca binde 9 büyürken sabit sermaye yatırımlarının yüzde 10 şeklinde küçülmüş olması büyümenin aslında ne kadar yapay, taşıma suyuyla döndürülmeye çalışılan bir değirmen metaforuna iz düştüğünü bize gösteriyor.

Geçtiğimiz dönemde yaşadığımız yerel seçimler, ondan evvelki referandum başkan seçimi gibi bu seçim konjonktürü içinde AKP ekonomi yönetiminin elindeki en önemli seçim kazanma silahı devlet tüketim harcamalarının pompalanması idi. Ve özel tüketim harcamalarının gerilemekte olduğu, sabit sermaye yatırımlarının şiddetle gerilediği bir ortamda Türkiye 2018’in ikinci yarısından başlayarak 2019’un hemen hemen tamamında bir devlet tüketim harcamalarının artışı bir de döviz kurundaki aşınmaya bağlı olarak Türk mallarının yabancı pazarlarda fiyat avantajı kazanması sayesinde net ihracatın verdiği ivme ile küçülmekten kurtuldu ve ya çok şiddetli küçülmedi sıfıra yakın bir büyümeyle 2019’u geçirmeye yöneldi. Fakat ihracatta nihai olarak bir üretim kalemi. Son çeyrek dönemde anladığımız kadarıyla sabit sermaye yatırımında gerileme yaşayan üretimi dalgalı bir şekilde seyreden, savrulan bir ekonomide sadece döviz kurundaki reel aşınmaya ve fiyat cazibesine bağlı olarak ihracat artışını sürdürmekte söz konusu değil. 1. Ve 2. Çeyrekte ihracatın artışının milli gelire olan katkısı 3. Çeyrekte törpülenmiş durumda.

Dış dengeler açısından baktığınız vakit bütün bu gelişmelerin dış denge açısından izdüşümü cari işlemler dengesi oluyor. Okurlar bağışlasın iktisattaki özdeşliklerden bir tanesidir bu. Yurt içinde tasarruf yatırım dengesizliği eşittir dış dengesizlik. Eğer siz fazla tasarruf yapmıyorsanız çok fazla yatırım yapıyorsanız bu cari işlemler açığı olarak ortaya çıkıyor. Yatırım harcamalarında böyle yüzde 20’leri yüzde 10’ları aşan bir gerileme olduğuna göre tasarruf oranlarında çok büyük bir değişme olmadığı sürece cari işlemler açığının hızla küçülmesi hatta fazlaya geçmesi beklenir. Çünkü yatırımlar artık fazla değil. Yani Türkiye’nin “tasarruf” açığı söz konusu değil. Ama bu sağlıklı bir şekilde gelirleri arttırarak bu gelirler üzerinden yapılan tasarrufları arttırarak ve bu tasarruf artışı sonucunda yatırımları da yukarıya sürükleyerek dengeli bir ekonominin ulaştığı cari işlemler dengesi değil. Bastırılmış, tasarruf yapamayan, yatırım hiç yapamayan, belirsizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda elde edilen konjonktürel - herhangi bir iktisadi başarıdan değil ekonomi içerisindeki daralmanın bir sonucu.

Türkiye’nin 2000’li yıllarında göre muazzam bir dış borçlanma ve sıcak para akışı, özelleştirmelerden gelen bir döviz girdisi birden bire bir lale devri yaşadı. Bu lale devrinde insanlar büyük bir coşkuyla müferrih günlere yakınız diyerek yatırım harcamalarını arttırdı. Ama öbür taraftan özü itibariyle sıcak para, eldeki kamu mallarının satışı, borçlanma bunlar gelir arttıran olgular değil. Gelir artmadığı için tasarruflar artmıyordur. Ama yatırımlar o coşku ortamında artmıştır. Bu büyük bir cari işlemler açığı verir. Türkiye’nin kabaca 2003-2015 dönemi böyle bir konjoktürdedir.

AKP ekonomi idaresi rant aratışı içinde. Havalimanı da bu rant arayışının bir parçasıydı, Şehir hastaneleri, Kanal İstanbul’da bunun bir parçası. Bu rant ekonomisi her defasında bir saman alevi gibi parlayıp ivmesi geçtikten sonra tekrardan durgunlaşan bir konjoktüre sahip. Ama her defasında bu samanlığı yakmak için harcadığınız olanaklar, yaptığınız dönüşümler aslında toplumda yozlaşmayı, liyakat rejiminin tahribatını, hukukun tahribatını da beraberinde getiriyor.

Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin artık Latin Amerika’nın yoksullarına, sahra altı Afrika ekonomilerinin ülkelerindeki demokrasi eksikliğine giderek yaklaştırıyor bütün bu uygulamalar. Türkiye’yi yalnızlaştırıyor, yabancı sermayeyi ve sıcak parayı çekmekte bütün bunlar bir soru işareti oluyor. Genel anlamda da güvenlik konjonktürüne ilişkin kaygılar Türkiye’yi artık çok riskli bir ülke konumuna getirdi.

► AKP iktidarının ekonomi politikası borçlanmaya ve kredi teşviklerine bağlı. Ancak bugün geldiğimiz noktada faizleri düşürmelerine rağmen yatırımda bir düzelme ya da artış sağlanamıyor. Şirketlerin borçları kamu bankaları aracılığıyla giderilmeye çalışıyor. Bu durum sürdürülebilir mi?
Bunun arkasında yatan ana damarın belirsizlik ve oynaklık ortamı olduğunu düşünüyorum. Evet, AKP ekonomi idaresi can havliyle bir başka kamu politikasına başvurdu. Kamu bankalarını şuanda miktarını bedelini göremediğimiz, bilemediğimiz görev zararları pahasına kredi vermeye itildi. Fakat baktığımız zaman 2019’un yaz aylarından bu yana kamu bankalarının açtıkları krediler şişkinleşirken özel bankaların açtıkları kredilerde bir durgunluk oldu. Çok net bir ayrım oluştu. 2019’un kabaca sonbaharından itibaren de artık Türkiye’nin toplam kredi hacminde, bütün kredi arzındaki artışa ve ucuz kredi olarak sunmaya karşın bir durgunluk yaşanmaya başlandı. İnsanlar geleceğe güvenle bakmıyorlar. Kredi maliyetleri ne olursa olsun onlar için yüksek. Kredi maliyetlerini yüksek tutan şey de aslında ileride ciddi bir gelir artışı beklenmediği için ileriye yönelik olan beklentilerde bu tip harcamaları sürdürme konusunda ciddi bir kaygının oluşması.

Enflasyon yüksek tempoda devam ediyor. Baz etkisi aşıldıktan sonra Türkiye Ekim-Kasım-Aralık aylarında tekrardan enflasyonda yüzde 10’unun üzerine çıkacak gibi gözüküyor. Ve bu belirsizlik ortamının yarattığı döviz hareketleri ithalat yoluyla, enerji fiyatlarındaki oynaklık ve dolar bazındaki birçok girdi maliyeti Türk Lirasına çevrildiği vakit yüksek fiyat artışlarına neden olacağı çok çok açık gözüküyor.

Sadece işsizlik oranının artmasını değil istihdamın azalmasını yaşadı Türkiye. Yükseköğrenimli kadın iş gücünün işsizlikte diğer okumuş oranlarına göre hem de doğrudan doğruya her kademede erkek işgücüne göre olumsuz olarak etkilendiğini, cinsiyet ayrımcılığının iktisadi verilerine iş gücü verilerine yansıdığını görüyoruz. OECD kadın iş gücünün ortalama ücretinin erkeklere göre olan farkının kabaca yüzde 14 olarak hesaplıyor. Önümüzdeki yakın gelecekte de çok büyük olasılıkla da bu farkın daha da açılacağını tahmin etmek pek zor değil. Anne olan kadının anne olmayan kadın emekçiye göre yüzde 30 daha az ücret aldığını biliyoruz Türkiye’de OECD çalışmalarından. Bu tür sosyal haklarının da daha da ciddi bir biçimde tahrip edileceğini beklemek çok yanlış olmaz.

► Geçtiğimiz haftalarda yazdığınız bir yazınızda gelir eşitsizliğini ve buna bağlı olarak oluşan sosyal şiddet olgusunu hem krizin nedeni hem de sonucu olarak değerlendiriyorsunuz. Türkiye özelinde bu durumun yansıması nasıl?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı her sene İnsani Gelişme Raporu’nda bir İnsani Gelişme Endeksi yayınlıyor. Çeşitli kıstasları var bu endeksin. Mesela, kadınların işgücüne katılım oranı, eğitim oranı, kişi başına düşen doktor gibi çok kapsamlı bir gösterge. Türkiye bu yıl 2018’e ait olan verilerde 59. Sıraya “yükseldi.”. Sadece rakamların da ne kadar yanıltıcı olabileceğini, istatistiğinde nihayetinde bir insan ürünü olduğunu göstermek için bu ayrıntıyı paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin notu geçen sene 0.806 idi bu sene 0.805 olmuş. Yani hafif bir gerileme var. Fakat buna rağmen Türkiye’de sıralamada yükseldi. Tüm dünya ortalamasında bir gerileme oldu. Bunlar küçük detaylar tabi. Esas varacağımız nokta mutlak anlamda Türkiye’nin kaçıncı sırada olduğu değil bu endeksin zaman içerisinde aldığı seyir.

artik-turkiye-olarak-anlik-yasiyoruz-665058-1.
Sağlıklı bir şekilde gelirleri artırarak bu gelirler üzerinden yapılan tasarrufları artırarak ve bu tasarruf artışı sonucunda yatırımları da yukarıya sürükleyerek dengeli bir ekonominin ulaştığı cari işlemler dengesi değil. Bastırılmış, tasarruf yapamayan, yatırım hiç yapamayan, belirsizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda elde edilen konjonktürel -özdeşlik tanım gereği- herhangi bir iktisadi başarıdan değil ekonomi içerisindeki daralmanın bir sonucu.


UNDP bu seneki raporunda ilk defa ortalamaların ötesinde diye bir başlık koydu. Çünkü ortalama gene iktisatçı diliyle çok karaktersiz bir hesap. Bu ortalamaya dâhil olan sapmalar çok büyükse bu ortalamaların çok bir anlamı olmuyor. Ortalamadan sapma ne demek? Gelir dağılımında büyük bir eşitsizlik var demek. Bu gelir dağılımı sadece fert başına elde ettiğimiz parasal ücret geliri anlamında değil temiz suya ulaşım, kadınların eğitim iş olanakları gibi çok sayıda göstergesi var. UNDP ilk defa raporunda bu sene gelir eşitsizliğinin paylarını ekledi. UNDP bu ortalamaları gelir gruplarına göre tekrar hesapladı. Böyle olduğu vakit bu rakamda yüzde 16’lık bir değer kaybı yaşandı. OECD’deki en yüksek değer kaybı. Türkiye’nin bir toplum olarak gelir eşitsizliğinde Türkiye’de çok büyük oranda bir eşitsizlik söz konusu.

Bu gelir eşitsizliğinin toplumlar üzerinde pek çok yansıması oluyor. Türkiye’de göçmen insanların- Suriye, Irak, Afgan kökenli insanların Türkiye’deki konumlarına bakarak “benim çocuklarım okula gidemiyorken Suriyeliler bedava üniversiteye gidiyor” gibi gerçek dışı öyküler sürekli olarak bir yabancılaştırma, ötekileştirme hali oluyor. “Ben eğer iktisadi ve sosyal açıdan büyük bir sıkıntı içine giriyorsam bunun nedeni işte Türkiye’ye gelen 3 milyon Suriyeli’dir. Yanı başındaki savaşın Türkiye’ye yansımasıdır. İşte kadınlardır çünkü kadınlar evlerinde oturmuyorlar çalışmak istiyorlar işsizliği arttırıyorlar” gibi bir takım çağdışı, feodalitenin de gerisinde ilkel bir toplumsal anlayışı besleyen şiddet ögeleri içeren, kendi çektiği sıkıntıları ötekileştirmede arayan bir toplum yaratılmış oluyor. Buna devletin terörü de dâhil toplum içinde aşağı mahalle bizler onlar… Kendine de yöneltiyor bu şiddeti. İnsan bir suçlu arıyor etrafta bir suçlu bulamadığında kendi kendisini suçlu ilan etme durumuyla da karşı karşıya kalıyoruz. Neresinden bakarsanız bakın bir dram yaşıyoruz. Sadece Türkiye’ye özgü de değil. -. Dünya giderek şiddet dünyası olmaya doğru gidiyor.

► AKP’den ayrılan isimlerin kurdukları yeni partileri tartışıyoruz bugünlerde. 2015’e dönüş projeleri tartışıyor muhalefetten de bir anlamda destek geliyor. Türkiye’nin güncel ekonomik durumuyla birlikte değerlendirildiğinde 2015’e dönüş mümkün müdür?
Ben AKP içerisinde daha henüz bir çözülme olduğu kanısında değilim. Fakat bu kopuşların aslında AKP’nin iktidarda olma yoluyla elde ettiği rant olanağının paylaşımında anlaşmazlıklar ve tıkanıklıklar sonucu yaşandığını görüyorum. Yaratma ve rant paylaşımı mücadelesindeki aykırılıklar Davutoğlu ve Babacan ekibini farklı arayışlara götürdü gibi gözlemliyorum. Ben buradan bir iktisadi alternatif veya alternatif bir kalkınma modeli yer aldığını söyleyemem. Şuanda AKP içinden çıkan bu isimler aslında az önce bahsettiğimiz yapay şişkinlik konjonktürünün ürünü olan isimler. Bu konjonktürün içinde gelişti bu isimler. O dönemdeki sorumlular. O günlere bir dönme öykünmesi hali içinde hareket ediyorlar. İktisadi açıdan reel bir alternatif oluşturabileceklerini düşünmüyorum.

Velev ki siyaseten tekrardan parlamenter rejime dönüş konusunda bir samimiyet olursa bunların da sivil demokrasi cephesinde değerlendirilmesi kuşkusuz yerinde olacaktır. Fakat benim şuandaki ön izlenimim biraz geçmişe bakarak bu liderlerin lider iken yaptıkları davranışlar aldıkları kararlar nihayetinde Türkiye’nin bu sıcak para akımlarına spekülatif akımlara bağımlı dış borçlanma yaratan sorumluların arasında onlar da vardır.

cukurda-defineci-avi-540867-1.