Dünyanın en kolay işlerinden birisi savaş üzerine yazmak ve konuşmak. Çünkü savaş bir yandan devam ederken kahvenizi yudumlayıp, arada Twitter’a göz atıp savaş üzerine yazmak ve konuşmak hem iyidir hem de güvenlidir. Hele de “istenilen ve makbul” şeyleri yazıyor ve konuşuyorsanız, sadece iyi ve güvenli değil aynı zamanda hoştur da. Size bir şey olmayacağını; çoluğunuza çocuğunuza, akraba, eş ve dostunuza bir zarar gelmeyeceğini bildiğiniz bir savaşı “savaş, savaş, savaş” çığlıkları atarak, mehter marşını da arkanıza alıp “Ne güzel, artık bizim de bir savaşımız var” diyerek karşılamak yalnızca iyi, güvenli ve hoş değil, zevklidir de.

Hadi savaşı hiç görmedikleri için oyun sanan çoluğu çocuğu geçtim de; askerliğini bedelli yaptığı halde, kostümcüden aldığı asker üniformasını giyip, sosyal medyada savaşı öven, başkalarının canları üzerinden kahramanlık taslayan film artistlerini ne yapacağız? Askerliği sırasında, çektiği en büyük sıkıntı bankamatikte sıra beklemek olan bir “artistin” savaş çığlığını duyması gerekense, şüphesiz ona derhal cephede en ön saflarda yer vermesi gereken devletlü büyüklerimiz değil mi?

Ya ölecek insanlardan çok kendini düşünen insanlarımız! Fransız uçakları 2011 yılında Libya’yı bombalarken, fakültedeki hocama sormuştum: “Fransız askerleri ölmeye başlarsa durum değişir mi?” Cevap, çağdaş uygarlık seviyesine erişmiş bir Batı toplumunun röntgenini çeken bir cevaptı: “Fransız toplumu için önemli olan ekonomidir. Asker ölümleri bu operasyonun gidişatını etkilemez.” Şimdi bizim toplumumuza baktığımızda İslamcısından artistine, muhafazakârından kendisini “sol”da konumlayan birilerine kadar hemen herkesin çağdaş Batı’nın uygarlık ve anlayış düzeyine eriştiğini görüyorum. Artık sanatçısından asgari ücretle geçinen işçisine, çoğunluk, eğer kendilerine bir şey olmayacağına ve rahat rahat alışveriş yapmaya devam edeceklerine inanmışlarsa, her türlü savaşa evet diyecek olgunluğa ve ferasete ulaşmış durumda, “savaş olsa da hayatımıza azıcık renk gelse” edasıyla beklemekte.

Dünyanın en ahlaksız işlerinden birisi, savaş olsun diye televizyonlarda, sosyal medyada şov yapmak ve sonra koltuklara kurulup onun hakkında yazmak, konuşmak ve hatta televizyonlarda zevkle izlemek.

Oysa “Sen sus artık, bize bundan sonrasını dövüşen anlatsın” demişti şair.

Ve ben –Barış Süreci’ne ilişkin soru işaretlerimin olduğu bir yazımdan sonra- bir mail almıştım: “Tek bir gece mevzide… o kör gece karanlığında akla gelen türlü türlü korkunç ölümleri bekleseydin… en kötü barışın savaştan iyi olduğunu anlardın” diyordu birisi.

Utanmıştım… Çünkü ne askerliğini bedelli yapmış bir artisttim ne de binlerce dolar maaşını mehter marşıyla örtüp “Savaş savaş” diye çığırtkanlık yapan bir şovmendim.