Güçlendirilmiş parlamenter rejim muammasını hâlâ çözebilmiş değiliz. Oysa sosyalistlerin açık ve net bir seçeneği var: Devrimci Demokratik Cumhuriyet!
Cumhuriyet ilk döneminde “devrimci” idi. Marksist tabirle “burjuva demokratik devrim süreci” ürünüydü ve fakat yarım kalmıştı. En belirgin özelliği ise Türkiye’nin tarihsel ve sosyal koşullarından dolayı “tepeden devrim” olmasıydı. Gerçi “Milli Devrim” niteliğini taşıyan Kurtuluş Savaşı başlangıcında (eşraf ve subaylardan oluşan) yerel kongre biçiminde örgütlenmeleriyle “aşağıdan yukarı” bir karakter de gösteriyordu. “Politik devrim” ise Cumhuriyet kurulduktan sonraki yukarıdan aşağıya burjuva devrim süreci, yani inkılâplar olarak sürdü. Kapitalizmin üstyapısını hazırlayan bir politik devrim ve özel olarak “laiklik devrimi” olarak yaşandı. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması bile başlı başına bir “devrim” idi. Ayrıca Cumhuriyetçiler adeta bir “hızlandırılmış tarih” yaşıyorlardı. Batı’da yüzyıllara yayılmış bir sürecin ve onun çeşitli aşamalarının bir çırpıda ve iç içe yaşanıp tüketilmesi peşindeydiler. Ama DP iktidarıyla birlikte o sürecin yarım kalması gerçekliğiyle de karşı karşıya kaldılar.

***

Mecburiyetten ötürü “tepeden” kurulmuş olan bir Cumhuriyet’i böylece yıkım noktasına getirmek özellikle AKP döneminde zor olmadı. Çünkü tepeyi ele geçirmek yetmişti. Ve şimdi saraydakileri kovarak ve tepeden kurulan bir Cumhuriyet’te, yine tepedekiler ironik şekilde “Beştepe Külliyesi” dedikleri bir sarayda ikamet ediyorlar.

Ama belli ki o tepede de sert ve ters rüzgârlar esiyor. Sahi iktidar TÜSİAD’a cevaben niye heyheylenmedi? Ve Biden nasıl aniden ve yine “dostum” olabildi? Çünkü İslamcıların rejimi de çatırdıyor. Ve çünkü onların rejimi de nihayetinde kapitalistlerin cumhuriyetidir. AKP, kapitalistlerin yüzlerine bakmadığı gün mevcut olamayan biçare bir partiye dönüşeceğinin farkındadır. Bundan sonra kendisini kurtarmak için attığı her adımın bir bakıma siyasi intihar riski taşıdığını da görmektedir ve bu yüzden var gücüyle muhalefete yüklenmektedir. AKP siyasi intiharına muhalefet eliyle işlenmiş siyasi cinayet süsü vermek istermiş gibi de görünmektedir!

***

Son yıllarda milyonlarca laik Cumhuriyetçi, Cumhuriyet’in yıkımın eşiğine getirilmesiyle tutundukları dal kopuyormuş hissine kapıldılar. Kayıpları öyle büyüktü ki önceleri kabullenemediler. Koyu bir karamsarlıkla şaşkınlığa düştüler. Ama gördüler ki korktukları zaten başlarına gelmiştir ve artık korkacak bir şey kalmamıştır. Dolayısıyla artık cesur olabilirdiler. İktidar doğası gereği elbette cesaretle ileri atılmalarının önünde bir engeldir. Ama mevcut altılı muhalefet bu cesareti yeterince teşvik ediyor mu? Yoksa bekle gör siyasetini mi dayatıyor?

Peki, parlamenter rejime geri dönmekle yetinmek yerine Cumhuriyet’i cesaretle aşmak, ondan dersler çıkarmak nasıl mümkün olabilir?

İlk çare Cumhuriyet’in başlangıç yıllarındaki gibi hızlandırılmış bir tarihi tepeden yazmaya mecbur kalmamak için, geleceğin tarihini şimdiden adım adım yazmaya başlamaktır. Devrimci demokratik cumhuriyeti elbette hemen kuramayız. Ama onun nüvelerini bugünden oluşturabiliriz, böyle bir hedef için mücadeleye girişebiliriz. Tepeden kurulan bir cumhuriyeti yıkım noktasına getirmek için tepeyi ele geçirmek yetti, öyleyse bu kez tepeden değil aşağıdan bir cumhuriyet, tıpkı ilk yıllardaki yerel kongrelerdeki gibi, ama bu kez eşraf ve subaylardan oluşanlardan değil doğrudan emekçilerin örgütlediği halkın kongreleri/meclisleşmesi sayesinde kazanılabilir.

***

“Laik, kamucu, emekten yana, antiemperyalist bir gelecek elbette mümkündür” diyen İlda Alçay Sepetoğlu da, BirGün Pazar’daki yazısında “Nasıl bir Cumhuriyet?” sorusuna böyle yanıt vermişti: “AKP’nin gerici-dinsel pratiklerle iktidarın ümmet haline dönüştürdüğü yurttaşlık bilincini -sadece seçim dönemleri oy veren bir toplam olarak değil- insanların her düzeyde yönetime doğrudan katılabildiği bir zeminde yeniden inşa ederek; devrimci demokratik bir Cumhuriyet’i inşa etmek gerekir.”

Evet, “geliyor gelmekte olan” deyip beklemek yerine geleceği inşa etmek, bugüne getirmek gerekir. Bu anlayışla ilk mitingini Trabzon’da yapmış olan SOL Parti, “Tek kişinin değil halkın yönettiği bir demokrasi için; emekçi halkın laik, bağımsız, devrimci demokratik cumhuriyetini kurmak için SOL’da birleşelim” diyor ve 13 Kasım’da İzmir, 21 Kasım’da İstanbul mitinglerine de davet ediyor.

“Yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.../ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine,/ bu hasret bizim...”