Sözün özü ekonominin yapısal sorunlarını, zaten emek cehennemine dönmüş bir ülkede ücretleri daha da baskılayarak çözemezsiniz. Asgari ücret değil baskılanmak tamamen kaldırılsa bile ne işsizlik sıfıra iner, ne enflasyon düşer, ne kayıtdışı ekonomi biter.

Asgari ücret ne kadar olsun?

Selin Pelek - Dr., Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü

Yaklaşık bir aydır kamuoyunun gündeminde asgari ücret ne kadar olacak tartışması vardı. 3 bin 750, 3 bin 900, 4 bin, kulislerden sızan bilgiye göre 4 bin 70 (!), 4 bin 200, 5bin; derken 2022 yılı için asgari ücret 4 bin 250 TL olarak belirlendi. Çalışanların yüzde yetmişi, 20 milyon emekçi, ücret karşılığında çalışıyor. Yaklaşık yarısının ücreti asgari ücret civarında. Memleketin taksicisi, fırıncısı, balıkçısı, ihracatçısı, müteahhidi irili ufaklı sermayedarı örgütlü; emekçiler örgütsüz. Sendikalaşsa işinden oluyor, grev yapacağım dese devlet KHK ile erteliyor. Hem zor yoluyla, hem sınıf bilincini bulandıran liberal ideolojik bombardıman altında ücret pazarlığı gücünü kaybetmiş. Çalışıyor, üretiyor, ekonomiyi büyütüyor ama gayri safi milli hasıladan aldığı pay yıldan yıla düşüyor. 20 milyon kişinin emeğiyle ürettiği zenginlikten aldığı pay bugün üçte birin altında .


Sosyal bilimlerde nedensellik ciddi bir iştir ve inanın bana hakkını verebilen profesör az bulunur. Twitter sağ olsun; uzun sakızların kısa analizlere konu olduğu bir çağdayız. Asgari ücret arttığı için enflasyon artar mı? Eh, bu kadar kırılgan bir ekonomide ücretlere “çok ciddi ölçüde” zam yapılması enflasyonu artıran faktörlerden biri olabilir ama enflasyonist baskının, fiyatların dengesinin bozulmasının sebebi ücretler ya da ücretliler mi? Türk Lirası gün gün değer kaybediyor. Sağdan soldan, yukarıdan aşağıdan ekonomiye nereden bakarsa baksın birkaç dalkavuk dışında aklı başında her iktisatçı uygulanan ekonomi politikasının kur şokuna, ekonomik krize, iflaslara, enflasyona, stagflasyona yol açacağını söylüyor. Nitekim öyle de oluyor. Bu koşullar altında zaten enflasyon arttığı için zaten alım gücü düştüğü için zaten beceriksiz ekonomi yönetiminin krizi en çok emekçi sınıfları vurduğu için ücret artışı talep ediliyor. Yani nedensellik enflasyondan ücretlere doğru. İnsanlar geçen sene aldığını bu sene alamadığı için ücretleri artsın diye bekliyor.

Asgari ücret arttığı için işsizlik artar mı? Eh, ücretlerin ‘çok ciddi ölçüde’ artması, işsizliği perçinleyebilir. Ama yıllardır çözülemeyen işsizlik problemi gerçekten yüksek ücretlerden mi kaynaklanıyor? Zaten yarısı asgari ücret, patronlar incinmesin diye diğer yarısını da mı asgari yapmalı? Atanmayan öğretmenler, öğretmen maaşları çok yüksek olduğu için mi atanmıyor mesela? 350 dolarlık öğretmen maaşı, devlet için dolar garantili ballı ihalelerden daha mı büyük yük? Hadi ‘şirket gibi yönetilen’ devleti geçelim, emeği Çin’den ucuz, Avrupa’nın en düşük seviyesinde olan bir ekonomide özel yatırımlar neden artmıyor?

Çünkü parası her gün değersizleşen, yarın ne olacağı bilinmeyen bir piyasada kimse yatırım riski almaz. İş dünyası belirsizlikten hiç hoşlanmaz. Asgari ücreti artırmanın istihdamı azaltmadığını, bilakis artırdığını gösteren bir ekonomist, Prof. David Card, bu yıl Nobel ödülüne layık görüldü. A. Krueger ile yaptıkları çalışmanın önemi büyüktür; asgari ücret ile işsizlik arasında kurulan yüzeysel arz talep ilişkisini sorgulatmışlar ve işgücünün piyasada alınıp satılan herhangi bir maldan farklı olduğunu hatırlatmışlardır. Böylelikle literatürde yeni dalga asgari ücret çalışmaları başlamış ve dünyanın birçok ülkesinde asgari ücret-işsizlik ilişkisini konu alan araştırmalar şu sonuca varmıştır: Asgari ücret artışlarının istihdamı düşüreceğine dair teorik çıkarsamayı doğrulayan bulgulara ulaşılamamaktadır . Yani ana akım iktisadın kolaycı sonuçlarına eleştirel bakabilmek iyidir ve bilimde kolaycılığın yeri sanıldığından çok daha azdır.

Asgari ücret arttığı için kayıtdışılık artar mı? Eh, asgari ücret “çok yüksekse” patronlar maliyeti düşürmek için sigorta primi ödemek istemeyebilir. Ama kayıtdışılık asgari ücret artmasa da artar. İş kanunu açıkça sigortasız işçi çalıştırmayı yasaklarken merdiven altı atölyeleri, en küçük denetime tabi olmadan göz göre göre kaçak işletebiliyorsanız artar. Kayıtdışılık, iş cinayetlerinden sonra bile göstermelik bir mahkeme, neredeyse öleni suçlayan bir rapor ve ufak tefek cezalarla yırtabiliyorsanız artar.

Sözün özü ekonominin yapısal sorunlarını, zaten emek cehennemine dönmüş bir ülkede ücretleri daha da baskılayarak çözemezsiniz. Asgari ücret değil baskılanmak tamamen kaldırılsa bile ne işsizlik sıfıra iner, ne enflasyon düşer, ne kayıtdışı ekonomi biter. Ücretlerin baskılanması bu koşullarda iç talebi kısar, düşük katma değerli ürünlerini Avrupa’ya Euro ile satabilen bir avuç tekstil patronunu sevindirir o kadar. Zaten asgari ücret 12 Eylül Darbesi ile öyle bir baskılandı ki 1978’deki reel seviyesine, yani satın alma gücüne ancak 2015’te gelebildi. Ama o seviyeye geldiğinde asgari ücret artık bir baz değil, geçim ücreti olmuştu. Aradaki on yıllar boyunca birkaç seçim yılı hariç, asgari ücreti patronlar belirledi, devlet onayladı. “Gülme sırası” sermayedarlardan işçilere geçemedi. Çünkü ücretleri belirleyen bir sürü şey vardır ama bunların en başında sınıf mücadelesi gelir. Toplu pazarlık masasında örgütlü ve güçlüyseniz, devlet-sermaye işbirliğini bozar hakkınızı alırsınız. Milyonlar olmanız, oy potansiyeliniz çok da bir şey değiştirmez, daha da güçsüzseniz devlet-sermaye işbirliği devlet sermaye eşitliğine evrilir ve çiçeği burnunda bir bakan ve aynı zamanda bir patron işçilere rahatça “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin ama ben bütün varlığımı kaybederim” diyebilir.

Çin modeli mi?

Sanıyorum 2000’lerin ilk yarısıydı. Üniversitede öğrenciydim, YouTube yeni kurulmuştu ve uzak diyarlardan yüklenen videoları izlemek ilginç gelirdi. Çin’deki metroların kalabalıktan kapanmayan kapılarını şaşırarak seyrederdik. Yabancısı olduğumuz bir seyahat biçimiydi.

Aradan zaman geçti, okul bitti. YouTube ve İstanbul’un kapıları kalabalıktan kapanmayan metroları normalleşti. Ben de sabahları onlardan birine binip üniversiteye ders vermeye gidiyorum. Benimle aynı vagondaki emekçilere bakıyorum. Kimi plazaya hastaneye, kimi zincir marketlere kimi fabrikaya gidiyor. Hepimiz aynı vagondayız. Hiçbirimizin emeği bir diğerinden daha değerli değil ve hiçbirimiz emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Bir de bir kadın var durakta. Her sabah (sabah dediğime bakmayın karanlıkta sokak lambasının altında) evde pişirdiği poğaçaları satıyor. Eşi asgari ücretle çalışıyor. Bu kadına bakınca ne görüyorsunuz? Kimileri köşedeki pastaneye meydan okuyarak ‘fark yaratmaya çalışan bir girişimci’ görüyor (keşke yazılım mı öğrenseydi acaba?), kimi vergi ödemeden belediyenin yerini kullanan bir işgalci… Ben ise 2021 Türkiye’sinden, istisna olmayan, yakıcı, şiddetli, moral bozucu bir kent yoksulluğu manzarası görüyorum. Bu kadının eşi asgari ücretli, düzenli bir işte pazar hariç her gün en az 8 saat çalışıyor. Bir yıl boyunca her ay eve 4 bin 250 TL getirecek. Getirdiği paranın alım gücü ay ay düşecek. Bu kadın birikim yapmak için, döviz spekülasyonu için, zengin olmak için, poğaça satmıyor; kirasını ödemek, çocuğuna süt almak istiyor. Asgari ücret ne kadar olsun derseniz, her gün değer kaybeden bir para cinsinden rakam vermek istemem. Zira bugün dediğimin yarın hükmü kalmayabilir ama hiç kimseyi orada o ayazda poğaça satmaya mecbur bırakmayacak kadar olsun derim.