Âşık Veysel doğum gününü değilse de devri daim olacağı son günü seçmiş gibidir. Aylarca pençeleştiği hastalığıyla uzlaştığı tarih, 21 Mart 1973’dür. Yani bir Newroz günüdür, bu aleme veda ettiği gün.

Âşık Veysel: O gitti adı kaldı

Yüksel IŞIK

Kimdir Âşık Veysel?

Resmi bilgilere göre 1894 yılında, Şarkışla’nın Sivrialan köyünde dünyaya gelmiş bir köylü çocuğudur. Yakalandığı çiçek hastalığı nedeniyle henüz yedi yaşındayken iki gözünü de kaybetmiş.


Şöyle anlatmış o günleri Veysel:

“Genç yaşımda felek vurdu başıma,
Aldırdım elimden iki gözümü.
Yeni değmiş idim yedi yaşıma,
Kayıb ettim baharımı yazımı.”

Bundan daha acımasız bir hayat olur mu?

Babası da bunun farkındadır. Çocuğunun payına düşen acımasızlığı hafifletmek ister ve oyalansın diye bir bağlama verir Veysel’in eline.

Rivayete göre babası, Veysel’in gözlerinin açılması için Gül Dede’nin yatırına adadığı adağı tığlayacağı sırada yedi develi bir kervanın geldiğini görürler. Sofrayı kurup, kervanbaşını çağırmak için harekete geçtiklerinde bakarlar ki kervan gözden kaybolmuş.

SOFRA HAZIR, GELEN HIZIR

Veysel, bu adaktan sonra başka bir ‘hal’e bürünür. Derler ki o adak sırasında gelip geçen kervan, Hızır’ındı ve Hızır Veysel’in zahir gözlerini açmaktansa gönül gözünü açmıştı.

Gözü açılmış gönül durur mu?

“Bağlandım köşede kaldım bir zaman,
Nice kimselere dedim el aman,
On on beş yaşıma girince heman,
Yavaş yavaş düzen ettim sazımı.”

Sonrasını biliyoruz.

Kulağında Anadolu’nun binbir ezgisi, elinde bağlamasıyla tıpkı suya atılan bir taş gibi önce atıldığı yerde, sonra dalga dalga yayılarak bütün ummana seslenir.

Veysel’in, türkülerinde kullandığı her söze ayrı bir anlam kattığını görüyoruz. Çünkü bir duruşu vardır Veysel’in. Cemi gizli gizli izlermiş. Ona göre “Dedeler birer derya”, “hele zakirler”, onu “hep büyülemiştir”[1]

Veysel bir şair olmaktan çok dile gelmiş bir halk ozanıdır.

Yönünü geleceğe çevirmiş; şiirlerinde ileri dönüktür adımları. Okuma yazma bilmez bilgedir Veysel.

Veysel’in öyküsü, Sivrialan’da başlar. Annesi Keçecigillerden Gülizâr’dır, babasıysa Şatırgillerden Ahmet. Baba Karaca Ahmet olarak anılır.
Her adın bir anlamı var, bir de öyküsü; Veysel de adını, Veysel Karani’den alır.

Gözleri henüz açıkken babasına güneş toplarmış:

“Şu kadarını hatırlıyorum ki Güneşin ışıklarını tutmaya çalışırdım. Babam, ‘avuçla oğlum, bana getir’ derdi. Ben de oynaya zıplaya avuçlayıp babama getirirdim. Avucumu açık verecek bir şey bulamayınca hayret ederdim.”[2]

Gönül gözü gören biridir. İçtenliklidir; içtendir. Babası ise telaşlıdır, kaygılanır; “bizden sonra bu çocuğun hali ne olur” düşüncesine kapılır ve bir arayış içine girer. Derdini açtığı Mustafa Abdal Dergahı dedesi, eski ve bozuk bir bağlamayı Veysel’e gönderir. Veysel’i bize ulaştıran ilk enstrüman odur.
Koşullar ne kadar zor olursa olsun; azmeden insanın üstesinden gelemeyeceği hiçbir şeyin olmayacağının canlı tanığıdır Veysel.

AŞIK VEYSEL ESMA’NIN ÇORABINA PARA KOYDU MU?

Alçakgönüllüdür de…

“Aklı erenler derler ki, büyük felaket ve ıstıraplar çoğu zaman, insanın içinde gizli cevherleri çıkarır.”[3]

Almış eline üç telli sazı ve başlamış çalmaya. Alır sazını ve döker içindekileri. Adı da duyulur, davet edilir civar köylere. Sırası gelince akrabalarından Çulhagillerden Kara Haydar’ın kızı Esma ile evlenir.

Esma ile Veysel’in iki çocukları olur. Erkek olanı doğumundan on gün sonra ölür. Ardından annesi ve babası da… Evin yükü, ağabeyiyle Veysel’e kalır. Bu arada bir kızı olur.

Görücü usulü evlenmiş olsalar da Esma’yı herkesten kıskanır Veysel. Esma da kızını da bırakıp Kel Hüseyin ile kaçar.

Gittikleri yerde perişan olmasınlar diye Koca Veysel’in, Esma’nın çorabının içine bir miktar para koyduğu rivayet edilir. Salahaddin Bekki, çoraba konulan para öyküsünü, “‘Karanlık Dünya’ filminin senaristi Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından üretilmiş bir şehir efsanesi”[4]olarak tanımlamış.

VEYSELİ TARİHE ‘GAYIT’ EDEN GÜLİZAR

Küçük kızı da bakımsızlıktan hastalanıp ölünce Sivrialan, artık ona dar gelir; gözünü dışarı çevirir. Adana’ya gitmek istese de vazgeçip Kürt Kasım ile birlikte Zara’ya gider. Oradan da yüz sürmek için gittiği Yalıncak Baba Tekkesinde tanışır Gülizar ile...

Gülizar, şöyle anlatır o günleri:

“Akşamüstüydü, çatal kapı çalındı. Ben anahtar deliğinden dışarı baktım. Kapının önünde iki kişi vardı. Korktum; … eltim delikten bakıp‘…misafir’ diye cevap verdi… Kapıyı açıp misafirleri içeri aldık.”[5]

Gelenektir; gelen, Hızır kabul edilir. Hizmeti eksiksiz yapılır. Yapan Gülizar’dır.

Belli ki Veysel’in gönlünün kilitli kapısı Yalıncak’ta açılmış, Kararını verir ve Gülizar’ı Hamza dedesinden ister. Veysel’in Veysel olma sürecinde bir dönüm noktasıdır bu evlilik. “Ben geldiğimde Veysel köy aşığıydı…Ben gelenden sonra tarihe gayıt oldu.”[6]

Tam o günlerde, düzenlenen Âşıklar Bayramına katılır. Davetli sayısı, onbeşti. İlk kez düzenlenen etkinlik, ulusal gazetelerde de yer alır. Bu etkinlik, Cumhuriyet’in 10. Yılı kutlamalarıyla ilgili hazırlıkların habercisidir.

CUMHURİYET DESTANI VE ANKARA YOLCULUĞU
Cumhuriyet’in onuncu kuruluş yıl dönümünde, Ahmet Kutsi Tecer, Cumhuriyet ve Atatürk sevgisini anlatan şiir yazmaları için haber salar âşıklara. Veysel’in yazdığı ve 17 dörtlükten oluşan Cumhuriyet Destanının ilk dörtlüğü şöyledir:

“Türkiye’nin ihyası Hazreti Gazi
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan”

Atatürk’ü anlatan şiir, çok beğenilip Ankara’ya gönderilir ama bir haber çıkmaz. Veysel de, Arkadaşı İbrahim’i alıp, üç ay süren Ankara yolculuğuna çıkar.

Atatürk’e ulaşamazlar ama şiir, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayınlanır.

İşte o sıra gerçekleşmiş, eski püskü elbiseler içindeki Veysel’in Ankara şehir merkezine sokulmadığına dair tevatürün kaynağı. Gazeteye gitmeden önce bağlamasına tel almak için çarşıya girecekleri vakit, polis durdurur onları. Veysel’in ifadesiyle “Meğer o sıralar İran Şahı gelecekmiş de tertibat varmış.”[7]

Hakimiyet-i Milliye, “Bir Saz Şairi: Âşık Veysel” başlığıyla yayınlar Atatürk şiirini.

Âşık Veysel, artık herkesin tanıdığı biridir. Önce İzmir’e, ardından da İstanbul’a gider. İstanbul radyosunda çıktığı programı Atatürk de dinler, “bulunmasını” ister.

Bulamazlar. Ankara’dan sonra İstanbul’da da ayağına kadar gelen Atatürk’ü görme şansını kaçırır. Artık bir plak yapmanın zamanıdır. Sazla plağa okunan ilk türküde Âşık Veysel’in imzasını görürüz. Şiirlerini de, Ahmet Kutsi Tecer’in yardımıyla kitap haline getirir.

VEYSEL’İN TANINMASI VE KÖY ENSTİTÜLÜ YILLARI

Veysel, kuruluşunun dördüncü yılında Köy Enstitülerinde bağlama eğitmenliği yapar. Veysel’i Karacaoğlan ile karşılaştıran Yaşar Kemal, “Veysel, yeni bir Veysel olduysa Hasanoğlan Köy Enstitüsünde oldu”[8] şeklinde değerlendirir.

Veysel ile Köy Enstitüleri arasındaki ilişki, her iki taraf açısından da kazançlıdır. Bu sürecin tanıklarından Ruhi Su, “Düşüncesinin ve sanatının gelişmesinde Köy Enstitülerinin büyük katkısı olmuştur. Hemen en güzel türkülerini o dönem içinde söyledi. Biz de kendisinden çok şeyler öğrendik.”[9]der.

Ülkü Dergisi’nde ilk şiiri, 1942’de yayınlanır. Halkevleri de, O’nun ilk şiirlerini, Deyişler adı altında bir kitapta toplar. İkinci kitabı ise Sazımdan Sesler adıyla İstanbul’da yayımlanır.

1952’de Ankara ve İstanbul’da peş peşe iki kez jübile yapılır. Aynı yıl, “Karanlık Dünya” adıyla hayatı filme de aktarılır. Film, esasında büyük ilgi görecek niteliktedir. Ancak Veysel’in doğduğu köyün içler acısı halinin perdedeki görüntüsü, “kralda çok kralcıları” rahatsız eder. 1939 yılında yayınlanan “Filmlerin ve Filim Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname” hatırlanır ve Kurul, filmi reddeder. İlgili sahnelerin değiştirilmesi koşulu konulur.
Ne midir o sahneler?

“Buğdaylar cılız ve bodur”muş. “Köylülerin ayakları çıplak”mış. “Zirai işlemler ilkel yapılıyor”muş.

VATAN CEPHESİ VE AŞIK VEYSEL

Olup biteni olgunlukla karşılamak konusunda ikna olmuşta ama yaşadığı olumsuzluklar bu kadarla da sınırlı değildi. Günün birinde, dönemin Sivas Valisi, Veysel’e gelip, “Vatan Cephesi”ne katılması için telkinde bulunmuştu. Öneri, Veysel’i rahatsız eder.

“…Veysel söyler ama duyulmaz sesi
Doğruyu söyleyene diyorlar ‘asi’
Böyle değil idi şu demokrasi
‘Tahkikat’ yok, hürriyet var bu yolda”
Âşık’ın birlik mesajı vermesi, ona olan ilgiyi daha da artırır. Tahsin Banguoğlu’nun girişimiyle kendisine maaş bağlanması, TBMM’nde ve Cumhuriyet Senatosu’nda oy birliği ile kabul edilir. Çok geçmeden Veysel hastalanır. Tedavi için Ankara’ya ve İstanbul’a götürülür ama gönül gözü açık biri olarak, bu dünya ile ilişiğini kesmek üzere olduğunun bilincindedir.

…VE SON YOLCULUĞU

Gene de son ana kadar sahneden inmez. Tarihe geçen son konserini, 15 Ağustos 1971 tarihinde Hacı Bektaş’ta verdiği sırada rahatsızlanır ve iner.. Gerçek herkesi derinden sarsar ve kara haber gelir.

Doğum gününü değilse de devri daim olacağı son günü seçmiş gibidir. Aylarca pençeleştiği hastalığıyla uzlaştığı tarih, 21 Mart 1973’dür. Yani bir Nevruz günüdür, bu aleme veda ettiği gün.

Doğduğu yere gömülmesini ister; bir dileği daha vardır:
“Mezarımın üzeri betonla kapatılmasın, ot bitsin, koyun yesin, kuzu olsun, et olsun, memlekete hizmet olsun.”
Veysel, son yolculuğuna, Horasan’dan beri sahip olunan geleneklere uygun olarak uğurlandı. Gözyaşlarının önüne geçilecek gibi değildi ama fonda kendi sesi ve “Gün ikindi akşam olur/ Gör ki

Anısına saygıyla…

NOT: Bu yazı, ölümünün 50. Yılı vesilesiyle Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Kültür Yayınları arasında çıkan “Aşık Veysel, Anadolu’nun Hazineleri” kitabından alınmıştır. Kitap, ABB’den edinilebilir.

KAYNAKÇA:
[1] Öz, Gülağ; Alevilik Bektaşilik Bağlamında Âşık Veysel, Barış Kitabevi Yayınları, Ankara, 2013, s. 66.
[2] Özdemir, Ahmet; İki Kapılı Bir Handa Âşık Veysel, Vefatının 40. Yılı Anısına, İBB Kültür Dairesi Başkanlığı Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2010, s. 14.
[3] Makal, Tahir Kutsi; age, s. 28.
[4] Pürlü, Kadir; “Az ve Yanlış Bilinen Yönleriyle Âşık Veysel”, Âşık Veysel (Haz: Şenel, Süleyman), İBB Kültür ve Sanat Ürünleri A. Ş. Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Mart 2022, s. 156.
[5] Özen, Kutlu; age, s. 33.
[6] Yıldırım, Cengiz; age, s. 37.
[7] Makal, Tahir Kutsi, age, s. 28.
[8] Yaşar Kemal; Baldaki Tuz, (Hazırlayan Alpay Kabacalı) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 393-394.
[9] Özen, Kutlu; age, s. 103.