Geçen haftalarda Davutoğlu’nun “7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları açıklarsak bazı isimler insan içine çıkmaz” şeklinde bir açıklaması olmuştu. Kendi içlerindeki kim bilir hangi üstü kapalı hesaplaşmalara dayalı bu tür açıklamalar, esas olarak AKP iktidarının yeniden tesisindeki marifetlerinden bahsediyordu.

Ama kabul etmek lazım ki 1 Kasım’da ortaya çıkan sonuçta iktidardakilerin marifetlerinin yanı sıra muhalefetin tutumu da önemli bir rol oynamıştı. Hatırlanacak olursa, 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında önce MHP, “yokum” diyerek muhalefet cephesinden ayrılmış, CHP boş yere AKP ile uzlaşma yolu aramış, HDP de AKP ile yapılacak bir koalisyona dolaylı destek vermeye dayanan bir tutum benimsemişti. Bu şekilde 10 Ekim Katliamı, halen karanlıkta kalan 2 polisin öldürülmesi ve sonrasındaki hendek savaşlarıyla başlatılan bir kaos ortamında adeta AKP’siz bir seçeneğin olamayacağı kanıtlanmaya çalışılarak AKP’nin yeniden iktidar olmasının yolu açılmıştı.

Şimdi AKP/iktidar blokunun ciddi bir kriz içine sürüklendiği bugünlerde muhalefet güçlerine bu sürecin ve derslerinin bir kere daha hatırlatılmasında fayda var. Muhalefet yerel seçimlerden görece bir güç kazanarak çıktı. Ancak AKP’den bunalmış toplum kesimlerinin önüne yeni bir seçenek oluşturacak bir program ve güç konulamıyor. Saray kapılarında el sıkışmak için sıraya girmelerle, uzlaşma arayışlarıyla kimsenin memnun olmadığı eşitsizliklerle ve adaletsizliklerle dolu bir düzeni bir biçimde devam ettirmeye dayanan uzlaşmacı muhalefet anlayışlarıyla bir yere varılamayacağı ortada. Bu tür yanlışlar Erdoğan’ın seçimlerde kaybettiği inisiyatifi (partisindeki tüm çözülme emarelerine karşın) eline alarak, yeniden güç kazanmasının önünü açıyor. Erdoğan’ın son haftalarda İYİ Parti ve Saadet Partisi’ne yönelik mesajları, HDP üzerinden muhalefet cephesi içinde oluşturulmaya çalışılan çelişkiler de bunu gösteriyor.

Şimdi muhalefetin izlediği politikaların, AKP’ye hayır demek için onlara oy vermiş insanlar başta olmak üzere, kendi tabanları içinde de çok geniş bir kesimce kabul edilmediği bir gerçek.

Kuşkusuz koşullar 7 Haziran’dan çok farklı, kuşkusuz iktidar blokunun işi şimdi çok daha zor. Ancak ne kadar farklı olursa olsun aynı hataların tekrarlanmasıyla bir yere varılamayacağı ortada.

31 Mart ve 23 Haziran’da ortaya çıkan umut dalgasına yaslanmayan bir siyaset anlayışı bütün umutların uçup gitmesinden başka bir yere varamayacaktır.

Bir kez daha aynı sonuçla karşılaşmamak ancak bugün solda muhalefet boşluğunu dolduracak bir güç oluşturulmasına bağlı. Ancak solda var olan ağırlıkla kendini korumaya dönük mevcut anlayışlarla siyaset yapma eğiliminin güçlü olduğu da bir gerçek.

Nasıl bu muhalefet anlayışları toplumu adeta AKP’ye mecbur ediyorsa, solda etkili bir gücün olmaması da ilerici, muhalif potansiyelleri bu muhalefet anlayışına mahkûm ediyor. Daha önemlisi bu iktidar muhalefet dengesi içinde (ve muhalefetin izlediği politikalarla) Türkiye’nin geleceğinin bugünkü karanlığın pençesinden kurtarılması hiç de mümkün görünmüyor.

Şimdi anahtar kimin elinde olursa olsun bir dönme dolap misali kapının hep aynı yere açıldığı bir çıkmazı aşacak bir yol açmaya çalışmadıktan sonra solun kendi varlığını şu ya da bu biçimde devam ettirmesinin de bir anlamı yok. Türkiye’nin geleceğinin AKP’nin gerici zihniyetleri içinde sıkışıp kalması istenmiyorsa, ülkenin geleceğine daha büyük bir güçle sahip çıkacak, daha büyük bir iddia ile kuşanmış gerçek bir muhalefet gücüne olan ihtiyaç da tarihsel bir gerçeklik olarak ortada duruyor.