Maliye ve eğitim bakanları Yüksek Askeri Şûrada (YAŞ) görevlendirildi. Emin Çölaşan soruyor “Damat bey’in orada ne işi var.” Ben de asıl Milli Eğitim Bakanı’nın işi ne orada diyorum. Peki bizi yanıtlayacak biri var mı, yok! Atayan yanıt vermeyeceğine göre her zamanki gibi biz sorup biz yanıtlayacağız.

Önce Emin Çölaşan’ın sorusundan başlayayım diyeceğim ama sorumla Çölaşan’ı zaten yanıtlamış oluyorum. Maliye bakanının damat olması engel değilse YAŞ’ın, kasanın şifresini bilen kişiye çok ihtiyacı var. Maliye bakanının YAŞ’a bu zamana kadar üye yapılmamış olması eksiklik sayılmalı. Hatta ticaret bakanı da dahil edilmeli. Çünkü “savaş ticarettir.”

Savaşın ticaret olduğu solcuların değil, ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir general tespiti. Carl Von Clausewitz.

1770-1831 yılları arasında yaşamış Prusyalı (Alman) general, “savaşın diğer olaylarla ilgisini inceleyen” kitabı Savaş Üzerine’de, savaşın ticaretten de öte politikaya benzediğini, politikanın ise büyük ölçüde ticaret olduğunu söyler (Clausewitz’in “düşmanın iradenize boyun eğmesi için onu, kendisinden istediğiniz fedakârlıktan daha elverişsiz duruma sokmanız gerekir” gibi savaşın mantığına ilişkin tespitleri Engels, Marx ve Lenin’in dikkatini çekmiş).

Savaş bir ticaretse ki öyle, sadece maliyetini karşılayacak maliye bakanı değil, kâr-zarar hesabını yapacak ticaret bakanı da YAŞ’a hatta MGK’ye alınmalıdır! Yeni ticaret bakanının Türkiye’nin Suriye politikasında değişimin işareti olduğu yorumlarını duymuşsanız bana hak vereceksiniz.

Eğitim, kan dökmeden ticaret yapabilmenin yollarını gösterir. Bu bakımdan savaşa alternatiftir. Hatta barışı sağlayan eğitimdir. Öğretmenler bu nedenle askere çağırılmazken (12 Eylül’e kadar ilkokul öğretmenleri kısa süreli de olsa askere alınmaz, köylerde görev yapması askerlikten sayılırdı) neler oluyor da öğretmenlerin bakanı silah altına alınıyor!

Diyeceksiniz ki eğitimin bir işlevi de savaşa sürülecek erleri hırslandırmaktır; askeri stratejinin belirlendiği YAŞ’ta bakan’a belki bu görevi hatırlatılacaktır! İyi de eğitim pedagojinin çocuklara yasakladığı düello sanatını açıktan öğretmez; okul, çocukları gizli müfredatıyla motive eder.

YAŞ ve MGK gibi askeri kurumların sivilleştirildiği öne sürülüyor. Bu da doğru değil, sivillerin dahil edilmesi askeri yapıları sivilleştirmez aksine sivilleri askerileştirir.

“Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanan askeri stratejik ana fikrin (konseptin) tespiti ve gerektiğinde yeniden gözden geçirilmesi hususları ve Silahlı Kuvvetlerin ana program ve hedefleri ile ilgili konularda görüş bildirmek, Silahlı Kuvvetlerle ilgili olup önemli görülen mevzuat taslaklarını inceleyip görüş bildirmek, Cumhurbaşkanı’nın lüzum gördüğü hallerde Silahlı Kuvvetlerle ilgili diğer konular hakkında görüş bildirmek ve mevzuatla verilen görevleri yapmak.” YAŞ’ın görevi bu.

Eğitim bakanının YAŞ’a alınması, eğitimle ilgili kurumlara askerin dahil edilmesini getirir. Eğitim bakanı “askeri stratejik ana fikrin (konseptin) tespiti”ne müdahil oluyor, “Silahlı Kuvvetlerin ana program ve hedefleri ile ilgili konularda görüş” bildiriyorsa asker neden eğitim stratejisinin belirlenmesinde, programlarının hazırlanmasında söz sahibi olmasın ki! Belki de amaç budur, kim bilir… Yakında mesela Talim Terbiye gibi kurullarda asker üyeler görürseniz şaşırmayın.

Bu nasıl bir zihniyetir?

Hürriyet’in takip edilen iki eğitim yazarından birer paragraf veriyorum aşağıda. Bunları siz yorumlayın, ben usandım bunlarla uğraşmaktan…

“Nasıl kısa bir oyuncunun basketbol sahasında olmaması gerekirse bana göre bilişsel becerisi çok düşük bir çocuk da okulda olmamalı (bu çocuklara ne yapılmalı aşağıda yazacağım).” (Özgür Bolat, Hürriyet, 14.07.2018)

“Bilişsel beceri” dediği şey aklını kullanabilme becerisi. Hitler standart dışı Almanlara “faydasız yiyici” muamelesi yapıyordu. Faşist doktorlar, zekâ geriliği şüphesi duydukları çocukları doğum sonrası itlaf ediyordu.

Yanlış anlamamızı istemem, okulun bir yaşam alanı olarak görmeyen bu arkadaş o kadar da insafsız değil. Okulu çocuğa uydurma yerine, bu durumdaki çocukları başka okullarda toplamayı öneriyor.

Bu da Selçuk Şirin’den

“Şu sıralar medyada daha fazla istismar haberleri olması bu olayların artmasının değil, toplumun ve medyanın bu olaylara olan duyarlılığının artmasının bir sonucu olabilir.” (Hürriyet, 15.07.2018)

Sanırım bu arkadaş da 392 çocuğa yönelik son istismar vakasının dahil edilmediği istatistik verilerini inkâr ederek iktidarın sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor.

Hangi bağlamda söylenmiş olursa olsun bu iki paragraf yazarlarının zihniyetini dışa vuruyor. Altında-üstünde yazılanlar o zihniyeti kurtaramaz.