Bin polis ve 2 TOMA’nın konuşlandığı Akhisar’da çelik bariyerlerin önünde yine insanlık haysiyetini durdurdular.
11 ay önce kömür işletmesi denen derin cehenneme diri diri gömdükleri madencilerin yakınları “asıl şüpheliler topluluğu” gibi isim listeleri taranıp sıkı sıkıya arandı.

TÜBİTAK raporuyla 20 yıllık kullanım ömrü bitmiş, küflü paslı olduğu tespit edilen “pis  maskeleri” bu kez onların ağzına burnuna takma gayretindeydiler.

Onlar da ölüleri gibi sussunlar, 7 Haziran yaklaşırken esas faillerin adı sanı duyulmasın  istiyorlardı.

Ne karanlık ironidir ki hiçbir iş güvenlik tedbirini denetlemeyen, sorumlu kamu görevlilerini “ticari sır” gibi saklayan, can emniyeti yok diye sanıkları duruşmaya getirtmeyen devlet, yüzleri acı yontusu aileleri soğuk güvenlik bariyerinde durduruyordu .

Tabii ki İslamcı neo-liberalizmin  örgütlediği muhafazakâr sömürü ağlarında iştahla avladığı “mütedeyyin, patrondan razı, iktidara duacı” sessizliği, ilkel birikimci sistemin sindirim sistemine yerleştirirken hiç sorun yoktu.

Ama o sessizlik “doğruyu, hakkaniyeti, adaleti” yüksek sesle talep eden özne olduğu anda “fitneci” odağına dönüşür eğer diriyse “haysiyeti” yere çalınıp tekmelenirdi.

İyilik ve kötülük bilgisinin belirsizleştiği “Yeni Türkiye’de” insana dair  ne değer varsa kokuşunca, “haysiyet, onur ve dürüstlük” yalnızca muktedir/mülk sahiplerine has imtiyazlardı.

Ve bu sınanamaz,  zenginlik ve despot güç devşirmesi, yargı işlemez iliştirilmiş “saygınlık”  ayrıca sokağa çıkan kuşu vuran Güvenlik Paketi tarafından evladiyelik korumaya alınmıştı.

Halbuki Tuzla Gemi işçisi Eyüp Ayan da mahkemede sadece “gerçeği” anlatmıştı.

Arkadaşı Tamer’in tersanede sirenleri çalışmayan ve ikaz lambaları bantla kapatılmış 300 tonluk vinçle malzeme yığını arasında nasıl sıkıştığını anlatmıştı.

Tamer’in ölümüyle açılan davada, arkadaşının onurunu gözeten Eyüp Ayan bu tanıklıktan bir hafta geçmeden, iş akdi feshedilerek “özel güvenlik” eşliğinde tazminatsız işten atılmıştı.

Gerekçesi İş Kanunu’nun “ ahlak ve iyi niyet kurallarına uymamaktı.”

Yani sermaye “ahlakının” yanında saf tutmayıp “doğruları” söyleyen Eyüp’ün davranışı “ahlak-dışı” sayılmıştı.

Ercan Kılaguz ise Torunlar Center’da animak operatörüydü ve facia öncesi asansörün düşük katlarda 100 kez düştüğünü, bu durumu bilen patronların merdivenleri kullandığını söyledi.

Tanık olmasına rağmen mahkeme Ercan’ı çağırmadı, bilirkişinin “asli kusurlu” patronları gösteren rapor yok sayılarak, takipsizlik kararı verdi sonra da bütün tutuklu sanıklar serbest bırakıldı.

Torunlar GYO’nun kanlı silüeti yükselmeye devam etti. Bu kez şirket Ercan hakkında “ticari itibarı zedelemek, marka değerini düşürmek” suçlamalarıyla dava açtı, Ercan’ın söylediği “doğrular” daire satışlarında azalmaya neden olmuş  ve şirket maddi zarara uğramıştı.

Yani rantçı-piyasa ahlakına göre Ercan “10 arkadaşının ceset parçalarının çok acele küreklerle çuvallara doldurulduğunu ‘basına aktararak’ ulu finansal varlığı” derinden incitmişti.

Ama  direniş çadırında Eyüp Ayan, arkadaşı Veysel, Ercan Kılaguz ve tüm Somalı aileler bu  haysiyet düşmanı sistemin “asıl karanlık-şüpheliler topluluğunu” o kadar yakından tanıdılar ki…

Artık onların bu karanlığını ifşa etmek gasp edilen kolektif haysiyetimizi geri kazanmanın yegane yolu…