ABD siyasetinde başkanın kongrede çoğunluğu yitirmesi ya da görev süresinin bitmesi ve yeni başkan koltuğa oturana kadar icraatta bulunamaması anlamında kullanılan “topal ördek” kavramı, yerel seçimler vesilesiyle Türkiye siyasetinin de gündemine geldi. Erdoğan, belediyelerin muhalefetin eline geçmesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, kitlesini teskin etmek için bu kavrama başvurdu. Kastettiği ise hem merkezi iktidarın kendilerinde olması […]

ABD siyasetinde başkanın kongrede çoğunluğu yitirmesi ya da görev süresinin bitmesi ve yeni başkan koltuğa oturana kadar icraatta bulunamaması anlamında kullanılan “topal ördek” kavramı, yerel seçimler vesilesiyle Türkiye siyasetinin de gündemine geldi.

Erdoğan, belediyelerin muhalefetin eline geçmesiyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, kitlesini teskin etmek için bu kavrama başvurdu. Kastettiği ise hem merkezi iktidarın kendilerinde olması hem de belediye meclislerinde çoğunluğu ellerinde tutmalarıydı. Böylece muhalefet belediyelerinin karar alma süreçlerine ve icraatlarına müdahale edileceği, istenilirse de çalıştırılmayacağı mesajı verilmiş oluyordu.

Bu değerlendirme bütünüyle yanlış değil ama gerçekliğin sadece bir kısmını gösterdiği için eksik. Tam tersine, yerel yönetimlerden iktidara yürüyen, rantı, ihaleyi, sosyal yardımları yerel yönetimler üzerinden dağıtan, patronaj ilişkilerini buradan kuran, belediyeleri toplumu yönetmenin başlangıç noktası olarak gören rejim, kaybedilen belediyeler sonrası açıkça “topal ördek” konumuna düşmüş durumda.

Özellikle derinleşen ekonomik kriz konjonktüründe, bir de rejimin finansmanının en önemli ayağı olan rantın dağıtıldığı ana mekanizmanın yitirilmesinin önemli sonuçları olacak. Rant, ihale, vakıflar için toplanan bağışlar, yoksullarla kurulan sadaka ilişkileri bu süreçten etkilenecek ve bu da rejimin hegemonyasını zayıflatacak.

Bunun bir noktadan itibaren doğrudan rejimin kendisine ve geleceğine yönelik bir tartışmaya dönüşmemesi ise imkânsız. Unutmayalım ki bizzat Cumhur İttifakı’nın ortaklarından biri “İstanbul’da tökezlersek tüm Türkiye’de tökezleriz” derken, diğeri ise “üç büyük şehrin kaybedilmesi yeni sistemi tartışmaya açık hale getirir, buna izin veremeyiz” demiştir. Bugün ortaya çıkan tablo ise ortadadır, hem tökezlemişlerdir hem de çok yakında yeni sistem tartışmaya açılacak ve parlamenter sisteme dönüş yüksek sesle dile getirilmeye başlanacaktır.

Böylesi bir manzara, solun büyümesi, güçlenmesi, kitleselleşmesi ve toplumsallaşması için önemli bir fırsat anlamına gelmektedir, gidişata soldan bir müdahale için koşullar son derece elverişlidir.

Rejimin hegemonyasının zayıflayıp meşruluğunun azaldığı ve toplumda yeni arayışların güçlendiği bir konjonktürde, sol kendisini güçlü bir alternatif olarak topluma sunabilecektir ve o sunumun nasıl yapılacağına dair mekanizmaların inşasına şimdiden başlanmalıdır.

Rejim sadece otoriterleşme üzerinde yükselmemekte, buna emekçilere, yoksullara yönelik bir saldırı programı olan neoliberalizm ve dinselleşme eşlik etmektedir. Dolayısıyla rejime yönelik muhalefet, tam da düzen içi muhalefetin topluma empoze ettiği gibi basitçe “tek adam rejimi”ne karşı mücadeleye indirgenemez, mesele basitçe “demokrasi ve özgürlükler” çerçevesine yerleştirilemez.

Sol siyasetin kendisini topluma güçlü bir alternatif olarak sunabilmesi için otoriterleşmeyi, neoliberalizmi ve dinselleşmeyi aynı anda karşısına alması ve buna göre bir strateji izlemesi gerekmektedir.

Otoriterleşmeye karşı gerçek bir demokrasi talebi, yani halkın siyasal bir özneye dönüşmesi, neoliberalizme karşı emek perspektifli, kamucu, halkçı, dayanışmacı bir ekonomi modeli ve dinselleşmeye karşı sadece hayat tarzı savunusu üzerine kurulmayan sınıf perspektifli bir laiklik anlayışı…

Sahte kutuplaşmaların, sahte uzlaşmaların, kıymeti kendinden menkul kucaklaşmaların karşısında hakiki bir kutuplaşmayı, hakiki bir uzlaşmayı ve hakiki bir kucaklaşmayı yaratacak olan tam olarak budur.