Alfa varyantından daha fazla yayılan ve ondaki bazı mutasyonlara da sahip Delta varyantının bugün dünyada bilinen yaygınlığı Birleşik Krallık’taki enfeksiyonların yüzde 99’u, ABD, Hindistan ve bazı Avrupa ülkelerindeki enfeksiyonların ise yüzde 80’i civarında.

Aşılar, varyantlar ve Türkiye

Pandemi, zaman geçtikçe farklı dinamiklerini göz önüne koyarak ilerlemeye devam ediyor. Uzun ve yorucu geçen 2020’nin ardından çeşitli aşıların ortaya çıkması ve aşılamanın başlaması ile kontrol altına alınmaya başlanan pandemide baştan beri sıkça dillendirdiğimiz yeni varyantların görülmesi ile farklı dönemeçleri yaşıyoruz. Hem aşıların etkililiği hem de toplumsal yayılım dinamikleri düşünüldüğünde pandemi süreci ne ilk baştaki kadar kaygı verici ne de tamamen rehavete kapılabileceğimiz kadar kontrol altında. Mevsimsel bir süreçte mayıs ayından itibaren neredeyse tüm dünyada düşüşe geçen vaka sayıları, son birkaç haftada tersine bir ivme ile artmaya başladı. Avrupa’da önceki haftaya göre yüzde 38, Kuzey Amerika’da yüzde 46, Asya’da yüzde 18’lik bir artış var. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri yeni ve daha fazla yayılabilen Delta varyantı ve belli bir seviyede aşılanan ülkelerdeki pandeminin bittiğini düşünme rehaveti.

Pandeminin başından itibaren virüsün genetik dizinindeki değişiklikleri neredeyse anında gözlemleme ve bu değişikliklerin pandemiye etkilerini toplumlarda izleme şansına sahibiz. Bazı mutasyonların bileşkeleri, virüsün etkin proteinlerinde değişiklikler yaparak varyant dediğimiz ve birçok mutasyona sahip virüslerin oluşmasını sağlamış durumda. Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflandırmasına göre virüs varyantlarının ana iki kategorisi var. Birincisi endişe verici varyantlar. Bu virüslerde bulaşabilirlikte artış, daha şiddetli hastalık (hastaneye yatışlarda veya ölümlerde artış), önceki enfeksiyon veya aşılama sırasında üretilen antikorlar tarafından korunmada önemli ölçüde azalma, tedavilerin veya aşıların etkinliğinde azalma veya genel tanı metotlarının etkinliğinde düşüş gözleniyor. Varyantın özelliklerine bağlı olarak, aşıların veya tedavilerin modifikasyonu gerekebilir.

Şu an dünya nüfusunun yüzde 26’sı en az bir doz aşı olmuş durumda. Düşük gelirli ülkelerdeki aşılama sadece yüzde 1. Kuzey Amerika kıtasında nüfusa oranlı olarak 100 kişi başına 76 doz aş yapılmışken Avrupa’da bu sayı 74, Güney Amerika’da 48, Asya’da 46, Afrika’da ise sadece 4. Bunun yanında, tam aşılanmış kişilerin oranında İsrail, Birleşik Krallık, ABD, İspanya ve Almanya gibi ülkeler (nüfusun yüzde 41-60’i tam aşılanan ülkeler); Türkiye, Meksika, Brezilya gibi düşük seviyede tam aşılanan ülkeler (yüzde 15-20 tam aşılama) ve çok düşük aşılamanın yapılabildiği Hindistan gibi (yüzde 6) ülkeler bütünsel olarak düşünüldüğünde karşımıza şu tablo çıkıyor. Ülkelerin kendi içinde bile yayılımların durmadığını, aşılamanın yüzde 70-80 seviyesine gelmeden hiçbir ülkenin güvenli sayılamayacağını görüyoruz. Bunun dışında aşılama oranı da yeterli bir kriter değil. Hangi aşıyla ve hangi koruyuculukta aşılanıldığı da çok önemli. İnaktif aşıların semptomatik hastalıklara ve varyantlara karşı koruyuculuğunun mRNA ve vektör aşılarına oranla daha düşük olduğu düşünüldüğünde Türkiye gibi bu aşıları karma şekilde kullanan ülkelerdeki durumun henüz stabil bir hal almadığını söyleyebiliriz. İkinci bir faktör de toplumsal tedbirlerin ekonomi odaklı ve fütursuzca ortadan kaldırılması. Örneğin Türkiye’de turizm nedeniyle açılan sınırlar ve en çok vaka artışının yaşandığı ülkelerden gelişlerdeki kontrolsüzlük, Türkiye’de de vakaların artmasını beraberinde getireceği gibi varyantların ülkeye taşınmasına izin verecek.

Bildiğimiz endişe verici varyantlardan B.1.1.7 (yeni adıyla Alfa), Wuhan’da ortaya çıkan ilk virüse oranla yüzde 50 daha fazla yayılıma ve hastaneye yatışlara ve vaka ölüm oranlarında görece artışa sebep olmaktaydı. Aşıların nötralize edici etkilerini kısmi düşüren bu varyant birkaç hafta öncesine kadar dünyadaki başat virüs biçimiydi. Alfa varyantı Kasım 2020’de ilk olarak Birleşik Krallık’ta bulundu ve Ocak ayında BK’de tüm enfeksiyonların yüzde 75’ini oluşturuyordu. Bu sürede Türkiye’deki enfeksiyonların da yüzde 67’si bu varyant ile gerçekleşmekteydi. Ancak şunu belirtmekte fayda var ki Türkiye’de yeterli genetik dizin analizinin yapılmadığını ve bilgi paylaşımının şeffaflıkla gerçekleşmediğini düşündüğümüzde ülkenin gerçek varyant analizini yapmak mümkün değil. Yine de Alfa varyantının BK’den sonra en fazla yayıldığı ülkelerden biri olan Türkiye’nin varyantlara ne kadar korumasız olduğunu göstermesi açısından bu bilgi önemliydi. Zira mayıs ayında Türkiye’de yaşanan enfeksiyonların yüzde 44’ü bir başka endişe verici varyant olan Güney Afrika (yeni adıyla Beta) varyantıyla gerçekleşmekteydi. Özellikle vektör ve inaktif aşıların etkisini güçlü şekilde düşüren bu varyantın varlığı daha fazla hastalanmaya ve ölüme yol açmış olabilir ancak bu verilerin açıklanmaması nedeniyle bu konuda yorum yapmak güçleşiyor. Mayıs ayına geldiğimizde Alfa varyantı Avrupa’daki enfeksiyonların yaklaşık yüzde 90’ını oluştururken dünyada başka bir varyant ile karşı karşıya kaldık. İlk önce Hindistan’da gözlenen Delta varyantı, mayıs ayından Hindistan’daki vakaların yüzde 70’ini oluşturuyordu. Yayılımda Alfa varyantına göre yüzde 60 daha fazla olabilecek bir yayılım avantajına sahip olan bu varyant, barındırdığı mutasyonlar nedeniyle aşılama sonrasındaki nötralizasyonda azalmaya neden olmakta. Yakın zamanda açıklanan Delta Plus varyantı da başka bir mutasyon olan K417N mutasyonunu taşımakta. Bu mutasyon, Covid aşılarının daha az etkili olabileceği Beta varyantında da bulunuyor ve Public Health England tarafından yapılan bir araştırma, aşıların tek dozunun, Alfa varyantına karşı semptomatik hastalığa karşı sadece yüzde 33 etkili olduğunu göstermişti. Bu nedenle aşıların ikinci dozunun ivedilikle yapılması çok önemli. Alfa varyantından daha fazla yayılan ve ondaki bazı mutasyonlara da sahip Delta varyantının bugün dünyada bilinen yaygınlığı Birleşik Krallık’taki enfeksiyonların yüzde 99’u, ABD, Hindistan ve bazı Avrupa ülkelerindeki enfeksiyonların ise yüzde 80’i civarında. Yakın zamanda ABD hastalık kontrol merkezi CDC’nin açıklamasına göre ve yapılan çalışmalar doğrultusunda mRNA aşılarının bu varyanta karşı etkili olduğu ve iki doz aşılamanın şu aşamada yeterli olacağı bildirildi. Oxford aşısı gibi vektör aşılarının etkinliğinde bir düşüş yaratmasına rağmen bu aşıların da ağır hastalık ve ölümleri etkili şekilde düşürdüğü bilgisine sahibiz. Ancak Delta varyantının inaktif aşıların etkinliğindeki düşüş oranı hakkında bir bilgimiz yok. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın iki doz inaktif aşıdan sonra bir doz mRNA aşısı önermesi, Şili ve Brezilya’da yapılan inaktif aşı çalışmalarının gösterdiği bilgiyle uyuşuyor ve bu aşıların varyantlara karşı korumasının düşük olabileceği sonucuna işaret ediyor. Yani Türkiye’nin tam aşılama yaptığı yüzde 22 nüfusunu büyük bir kısmının inaktif aşı olmuş olması, Türkiye’deki fiilen etkili aşılamanın çok daha düşük olduğunu bize gösteriyor.

Burada belirtmemiz gereken bir nokta, Sağlık Bakanlığı ve pandemi yönetiminin pandemi başından beri bilgi paylaşımı konusunda sınıfta kalmış ve sürecin gerçek risklerine dair bir bilgilendirmeyi hiçbir zaman yapmamış olması. Şu anda tek doz aşılanmış 18 yaş üstündeki insanların oranını vererek yüksek aşılama yapılmış gibi gösterip insanların yine rehavete kapılmasının önünün açılmasını, turizm için yüksek risk bölgelerinden gelenlerin kontrol dışı bırakılması, genomik dizin analizinin yeterli yapılmaması, zahiri bir güvenlik ve başarı söyleminin yaygınlaştırılması, fazladan ölümlere bakıldığında resmi sayıların birkaç kat üzerindeki pandemi faturasının sonbaharda yeniden ağırlaşmaya başlamasını sağlayabilecek uygulamaların yaşama geçirilmesi Türkiye’nin önündeki riskler. Delta varyantının ülkede yayılımda olduğu ve son dört haftada ilk doz aşılamalarda kayda değer bir düşüş olduğu düşünüldüğünde, acilen yapılması gerekenler aşılamanın daha da hızlanması, seyahat ve giriş-çıkışlarda kontrollerin arttırılması, şeffaf bilgi paylaşımının gerçekleştirilmesi gibi pandeminin başından beri söyleyegeldiğimiz ancak yapılamayan uygulamalar. Türkiye maalesef yaz mevsiminde düşen vakaları avantaj olarak kullanıp aşılamayı etkili biçimde yeterli toplum bağışıklığına ulaşacak şekilde gerçekleştiremedi. Sonbaharda yeni vaka artışlarıyla ve aşılanmayan kişilerdeki hastalık etkileriyle karşılaşmamak için pandeminin hala devam ettiği gerçeğinin bir kere daha altını çizmemiz gerekiyor. Aşılama konusunda da mRNA aşılarının, dünyada uygulanan yüz milyonlarca dozdan sonra güvenli ve en etkili aşılar olduğunu söyleyip, aşılanmanın hızla artması için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini de bir kere daha belirtmekte fayda var.