Asimetrik tersine entegrasyon

ADNAN GÜMÜŞ

Göçmenlik, mültecilik ve yerleşikliğin, iç ve dışın, entegrasyon ve asimilasyonun anlaşılması; öncelikle hareket ve hareketsizliğin, ilişki ve ilişkisizliğin ne olduğunun anlaşılmasından geçmektedir. Fiziği, kimyayı bir yana bıraksak bile insan varoluşu için “hareket” ne anlama gelmektedir? “Hareket ettirici” nedir? İlişkisizlik mümkün mü, ilişki nedir? Hareketin ve ilişkinin doğal “sınırları” var mı, serf ve köylü için bu sınır köyün sınırları mı, yurttaşlar için bu sınırlar “ulus-memleket” sınırları mı, “devlet” sınırları mı? “Ulus”, “iç” mi, “dış”ı neresi? Paranın, ticaretin, tüccarın sınırları neresi? Ya fakirin sınırları? Fikrin, bilgi bilimin sınırları? Teknolojinin sınırları? “Yerleşik” olan nedir, “göçmen” kimdir? Kim kime neye uyacak? “İdeal” uyum nedir? İdeal olana uyarlanma “entegrasyon” mu, “öjeni” mi, asimilasyon mu sayılır?

HAREKET VE HAREKETSİZLİK, GÖÇ VE GÖÇMENLİK

Hayvanlar, balıklar hareket edemeseydi hayatta kalamazlardı. Toplayıcılık, avcılık, yakın zamanlara doğal kadar dünya nüfusunun ana geçim kaynağını oluşturan otlaklara bağlı hayvancılık sürekli hareket halinde olmakla, göçerlikle mümkündü. İnsanlığın genetik mirasının zenginleşmesi birbiriyle karşılaşmasına bağlı bulunuyor. Bilim ve teknoloji en çok da farklı toplulukların bilgi birikiminin birbiriyle etkileşimiyle artıyor, yayılıyor. H. Pirenne’nin anlatımıyla, modern kapitalizmin oluşumunda, tüccarların ilk taleplerinden biri serbest seyahat hakkıydı, serbest dolaşım ilk sivil haklardan sayılır.

Zenginlere seyahat kısıtlaması getirildiğini düşünelim, nasıl bir dünya olurdu? En ağır suçlardan biri yaşamı yok etmek ise cinayetten sonra en ağır işkencelerden biri hareketin engellenmesi sayılır herhalde. Hareketin yasaklandığını varsayınız. Hücre cezası bunlardan biridir.

Köleciliğin aşılması istediği yere seyahat edebilme, daha gerisinde istediği yerde barınma, çalışma, yaşama hakkıdır. Seyahat hakkı, tüm dünyayı görme ve dünyada yaşamını istediği yerde kurma hakkı, temel hak ve özgürlüklerden biridir. Dolayısıyla sınır içi veya sınırları aşan göç ve göçmenlik; insanın amaçlı varlık oluşunun, kendi kendisinin gerçekleştirmesinin, temel hak ve özgürlüklerin biridir.

Aynı zamanda göçmenlik ve mültecilik bir eylem biçimi, bir üretim biçimi, bir irade biçimidir.

“SIFIR NOKTASI”, “MUTLAK İLİŞKİSİZLİK” MÜMKÜN MÜ?

Entegrasyonla ilgili “sıfır noktası” ne diye sorulsa, bunun yanıtı “ilişkisizlik” durumu olabilirdi. Evrende herhangi bir unsur böyle bir ilişkisizlik haline sahip değil, bu düzey belki de “yokluk” düzeyi olabilir ki, yokluk denen bir maddi-materyal dünyadan da söz edilemiyor, ancak metafizik alanında bazı tartışmalar yapılabiliyor. Daha somut örnekle insan grupları coğrafyalarından ve iklimlerinden bile tümden özerk bulunmuyor.

Geniş anlamda bir entegrasyon, çevresel-iklimsel veya uzun erimli biyofizyolojik entegrasyon değil de daha dar anlamda insan toplulukları arasındaki ilişki ve entegrasyon konu edinildiğinde “mutlak ilişkisizlik”ten yine söz edilemiyor. İnsan grupları arasındaki ilişkisizlik durumu “ilkel” dönem için öngörülse de güncel paleoantropolojik-arkeolojik çalışmalar homo sapiensin kendisinden önce gelen diğer insan türlerinin genetik mirasçısı olduğunu gösterdiğinden artık böyle diğer insan gruplarından tümden özerk “ilkel” topluluklar döneminin yaşanıp yaşanmadığı bile ayrı bir tartışma konusunu oluşturuyor.

O halde insan toplulukları diğer insan toplulukları ile ilişki içinde bulunuyor. En azından günümüz için farklı “mutlak ilişkisizlik” bulunmuyor.

Sınırlara örülen beton duvarlar da böyle bir ilişkisizlik oluşturamıyor; insan hareketliliğini betonla tutmak pek mümkün olmadığı gibi bu bile bir ilişki türüne karşılık geliyor.

Hareketsizlik ve ilişkisizlik mümkün olmadığına göre, soru nasıl bir ilişki sorusuna dönüşüyor.

ENTEGRASYON, ÖJENİ VEYA ASİMİLASYON

Entegrasyon olgusunda en az iki farklı var olan arasında bir “ilişki” durumu zorunlu bulunuyor, ilişkisizlik durumunda entegrasyondan da söz edilemiyor. O halde ilişki ve yönü ne olmalı?

Aristoteles veya Hegel metafiziğinde her şey amacına/tümeline doğru, yetkinleşmek üzere hareket eder. Çok genel bir ifadeyle her birey türünün, her topluluk topluluklaşmanın en üstün özelliklerini kazanmak eğilimindedir. Göçmen de bu yetkinlikleri taşımalı, eksikse bu yetkinlikler kazandırılmalıdır. İlişki yetkinleşme, yetkinleşme mutlak topluluklaşma yönünde olmalıdır.

Entegrasyon durumunda bu ilişki veya yetkinlikler;

Bilişsel (dil vb.),

Kültürel normatif (yeni yerdeki kuralları öğrenme ve alışkanlık edinme),

Sosyal (birlikte olma),

Yapısal (barınma, sağlık, okul ve işte eşitlenme),

Siyasal (amaçlarda ortaklaşma, yurttaşlık),

Kimliksel, özdeşimsel (kendini yeni gruptan hissetme)

süreçleri içeriyor. Sonuçta tüm bu süreçler “yerleşik” olanın kabul ve olanak sunması ile “göçmenin” bunları özümsemesi ile gerçekleşebilir bulunuyor.

“Entegrasyon” teriminin yerleşik alıcı toplum için anlamı gelenleri “ıslah etmek” yani gelenleri “yerleşik olanların çıkarlarına uygun hale getirmek” anlamına geliyor.

Arendt’in öngörüsü ile en büyük risk çoğulculuğun baskılanmasıdır; her bir insanın kendi eylem, düşünce ve fikirlerini oluşturmasının baskılanmasıdır.

Farklı nüfus gruplarının uyarlanması entegrasyon mu, öjeni mi, asimilasyon mu, sonuçta hiyerarşik, tek yanlı, ayıklayıcı ve bütüncül işliyor. Öjeni bile daha istendik bir hedef olabilir, sonunda bugün yaşananlar asimilasyona veya dışlamaya yol açıyor, asimile edilenle veya dışlananla birlikte az çok yerleşik de başka bir hal alıyor.

SINIRLARI AŞAN ULUSLARASI SORUN

Sınırları aşan göç tek bir devlet veya ulustan daha fazla “ulusu” ilgilendiriyor, uluslararası bir sorunu oluşturuyor.

O halde göç, göçmen, mültecilik, önyargı veya ayrımcılık sorunları tek başına bir devlet düzeyinde, hele de mevcut “ulus-devlet” modelinde çözülebilir gözükmüyor.

İnsan hakları evrensel beyannamesi bir model oluşturabilirse de mevcut uygulama eksik kalıyor. İnsan Hakları her ne kadar “evrensel beyanname” olsa da, ulus-devletler yükümlü kılınarak, ulusal-devlet sınırlarına sıkıştırılarak “evrenselliğinden” kaybediyor. Hatta “insan hakkı” olmaktan bile pratikte çıkarılmış oluyor. Dahası insan hakkı sayılan ortak yaşam veya enerji kaynaklarının “sınırsız özel mülkleştirmesi” dünya nüfusunun büyük kısmının “mülksüzleştirilmesi” anlamına geliyor.

Mülksüzleşenler mülklerin hareket ettiği yöne doğru hareketleniyor, bu da eşyanın tabiatından veya sosyal olayların özelliğinden geliyor. Göçmenler de mülklendikçe entegrasyon başarılmış olacak ancak yerleşik olanlar, göçmenlerin mülk edinmesine veya yurttaşlığına karşı çıkıyor. Entegrasyondaki güçlük; göçmenden daha çok yerleşik olandan, yoksul ülkelerden daha çok varsıl ülkelerden kaynaklanıyor. Tersine bir entegrasyon sorunu bulunuyor.

Entegrasyon sorunu güçlü olanın asimetrisinden kaynaklanıyor.

ORTAK DÜNYA YURTTAŞLIĞI ANTLAŞMASI

Göç ve göçmenlik durumu, hem göçmen hem de yerleşik için nedenden daha çok sonuç olmakla birlikte yeni başlangıçları zorlayan bir süreçtir. Sorunların çözümü de ancak birlikte ve küresel düzeyde sağlanabilir.

Gerek ulusal sınırlar gerekse sınır aşan göç ve göçmen sorunları tüm dünyada ortak “medeni” kurallar ve haklar geçerli kılınmadıkça pek çözüleceğe benzemiyor. Mevcut durumda en azından İnsan hakları (hak ve özgürlükler) ulus-devlet sınırlarına sıkıştırılmadan, “yurttaş” ve “yabancı” ayrımı yapılmadan tüm dünyada geçerli sayılırsa köklü bir çıkış noktası olabilir.

“İklim antlaşması” henüz başlangıç evresinde olsa da göçmen ve mülteci sorunlarında da model alınabilir. Sorundaki pay ile ödenmesi gereken bedel denkleştirilebilir.

Hiyerarşik eşitsiz el koyma ve büyümeye dayalı kapitalizm sorunun ana kaynağını oluşturuyor, tarafların sorundaki payı neyse bedeli de o oranda ödemesi gerekiyor.

Dünya kaynaklarının belli ellerde ve belli kutuplarda toplanmasına bir çare bulmak gerekiyor. Aksi takdirde, ne yapılırsa yapılsın, nüfus da bu kutuplara doğru hareket etmeye devam edecektir; hatta mülkler ne kadar hızlı el değiştiriyorsa nüfus da o kadar hızlı yer değiştirecektir.

Çözüm hiçbir şekilde hareketsizlik veya ilişkisizlik değildir, aksine hareket ve ilişkinin eşitsizliğindedir. Eşitsiz ve hiyerarşik düzen yerine her yerde benzer olanaklar yaratılabilirse hareket her yerden her yere ve ilişki herkesten herkese olacak, hareket bereket yaratacak, bereket de ilişkileri artıracaktır.

Asimetrik ilişkilerin simetrikleşmesi çoğulculuğun şartını oluşturuyor.