Google Play Store
App Store

Fransa’da halk yarın sandığa gidecek. Le Monde’dan Bourcier, aşırı sağın ülkedeki derin kutuplaşmadan ve Macron döneminde kamucu politikaların budanmasından beslendiğini söylüyor. Fransız gazeteciye göre göçmen karşıtlığı ve “kır-kent” arasında derinleşen fırsat eşitsizliği, aşırı sağa yaradı. Ancak Bourcier, birleşen solun güçlü bir politikayla seçime hazır olduğunu belirtiyor.

Aşırı sağın AP zaferi sonrası erken seçim ilan edilmişti: Fransa’da kader anı
Macron’un erken seçim kararının hemen ardından meydanlara inen halk, sol partilere birleşme çağrısı yapmıştı. (Fotoğraf: AA)

Umut Deniz AYDIN

Aşırı sağcı partilerin güçlenerek çıktığı Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un büyük bir kumar oynayarak erken seçim ilan ettiği Fransa’da halk, yarın sandık başına gidecek. Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağ blokun AP seçimlerine paralel bir başarı yakalamasından endişe edilirken, sol partilerin oluşturduğu Halk Cephesi seçime hazır gözüküyor. AP seçimlerinde ağır bir darbe alan Macron’un merkez ittifakı ise yarışa tutunmaya çalışıyor.

Fransa siyasetinin dünü ve bugününü, Le Monde gazetesinin Türkiye temsilcisi Nicolas Bourcier ile konuştuk.

Neden sağ var ve yükseldi ya da yükseldi mi?

Konuyu daha iyi anlamak için rakamlar üzerinden gidelim. Yaşananlar Fransa tarihinde bir ilk. Fransa’da ilk kez yabancı düşmanı (xenophobe) bir aşırı sağ parti kendi başına yüzde 31 oy aldı. Şunu da hatırlatmak isterim, 2022 genel seçimlerinde aşırı sağ parti yüzde 18,7 oranında oy almıştı.

Nicolas Bourcier

Cumhurbaşkanı adayı olarak almıştı ama değil mi?

Cumhurbaşkanı seçimleri iki turlu yapılır. İlk turda öyleydi ama ikinci turda uzaktı. Bu anlamıyla ilk defa bir eşik olarak kabul edilmesi gereken yüzde 31’i aşıyor. Bu düzeye ulaşan bir siyaset de ülkenin kaderini değiştirebilme potansiyeline sahip.
Fransa’da genel olarak aşırı sağın Avrupa parlamento seçimlerinde ciddi bir oyu vardı. Bir önceki AP seçimlerinde yüzde 23 civarındaydı. Ancak şimdi oy oranları yüzde 31’e ulaşıyor. Bu durum, aşırı sağın Avrupa kurumlarındaki etkisinin arttığını gösteriyor.

Marjinal bir siyasetten ana akım siyasete geçtiler diyebilir miyiz?

Yaklaşık 40 yıldır aşırı sağın arka planda da olsa, sesi hep duyulur vaziyetteydi. “Ulusal Cephe” (Front National) döneminden beri durum böyleydi. Ancak şimdi, “Ulusal Birleşme” (Rassemblement National) adıyla sıradan bir partiymiş gibi bir görüntü sunuyorlar. Genç adayları, 28 yaşında olan Jordan Bardella’ya baktığınızda düzgün giyimli ve temiz yüzlü, normal biri var karşınızda. Aşırı sağı bu kişi temsil ediyor. Bu da durumu banalize ediyor. Tabii yine de arkada özellikle göçmen politikalarına karşı oldukça sert bir duruşları var. Bu hissediliyor. Ama bunun dışında normal bir parti izlenimi var.

Aşırı sağın bu noktaya gelmesinde Macron efektinin olduğunu söylemeliyiz. Şimdiki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un izlediği politikalar, siyasette bir aşınma hissiyatına yol açtı ve toplumu yordu. Aşırı sağa ait siyaset alanların üzerinde oynayarak, aşırı sağ partilerin önünü açtı ve ilk defa radikal bir sağ parti öne geçmiş oldu. Daha radikal, daha retçi bir oy söz konusu, birçoğu için eğilim masayı devirmek.  Fransa’da seçimlere katılım oranı geleneksel olarak yüksek değildir. Bu seçimde bu eğilim tavan yaptı. AP seçimlerinde Macron’a duyulan tepkinin önemi çok fazla.

Aşırı sağ daha önceki yıllarda kırsalda ve küçük kentlerde güçlüyken şimdi hem söz konusu alanlardaki gücünü arttırdı hem de etki alanını Fransız toplumunun bütün sosyal kategorilerinde genişletti. Büyük kentlerin hala belli oranda direndiğini söylemek mümkün ancak aşırı sağ beyaz yakalardan da işçilerden de oy almaya başladı. Yükselen bir güç oldu. Ama yüzde 30’ları geçip geçemeyeceğini göreceğiz. Burada önemli olan, Bardella ile politik bir sarsıntının yaşanmış olması. Macron’un meclisi feshetme tepkisi bundan oldu gibi görünüyor.
Bu tabloya baktığımızda Macron’un ülkeyi büyük bir tehlikenin içine attığını söyleyemek mümkün.

Macron’un tercihini nereye bağlıyorsunuz?

Fransız meclisi Eylül ayında bütçe görüşmesi yapacak. Macron burada çoğunluğu toplayamayacağını düşünüyordu. Yeni bir güvenoyuna ihtiyacı vardı. Avrupa Parlamentosu seçimleri bu durumu hızlandırdı. Bu nedenle Meclis’i acilen feshetme kararı aldı. Bunu bir kumar olarak görmek gerekir. Denemeci yazar Raphael Lorca, Le Monde gazetesinde yayımlanan yazısında, söz konusu kararı “psişik darbe” olarak adlandırdı. Önce, kararın gerçekliliğine inanamama, sonra da bu kararın yol açacağı gayet gerçek ve yıkıcı sonuçlarının farkına varmanın yarattığı ruh haline işaret ederek. Macron’un partisinin meclisteki eski grup başkanı dahi bu kararın “akıl dışı” bir tavır olduğunu söyledi.

Bu kadar hızlı bir karar almasının arkasında yatan diğer bir neden de solun birleşmesine zaman bırakmama isteğidir. Kısa sürede seçim yapılırsa sol birleşemez ve kendisi merkez sol ve sosyal demokratları yanına alarak tekrar seçilir diye düşündü. Ama aşırı sağ karşısında sol partiler birleşmeyi başardı.

“Yeni Sol Cephe”ye (Nouveau Front Populaire) geleceğiz ama aşırı sağ hareketlerin bu noktaya gelmesinin nedenleri üzerinde biraz daha durmak isterim.
Uzun bir süredir Avrupa’da sağın yükseldiğini görüyoruz. Avrupa parlamentosunda bu daha da belirgin. Fransa’nın aşırı sağdan Avrupa parlamentosuna en büyük kontenjanı gönderiyor olması oldukça güçlü bir işaret.

Fransa özelinde aşırı sağın yükselişini temel olarak 4 nedene bağlayabilirim.

İlk olarak alım gücünün düşmesi. Bu Türkiye’deki gibi bir durum değil, reel enflasyon oranı henüz düşük, burada söz konusu olan daha çok hissiyat düzeyinde. Ama çalışanlar bu konu üzerinde düşünüyor ve mutsuzlar.

İkinci sorun göçmenlerle ilgili. Fransa’da bu konuyla ilgili 40 yılda 20 yasa yapıldı. Sürekli bu konunun üzerine gidiliyor. Sanki bütün problemlerin sebebi göçmenlermiş gibi davranılıyor ve bu fikir her yere yayıldı. Medya grupları bu konuyu sürekli gündemde tuttu. Ocak ayında Macron tarafından geçirilen en son yasa ise, şimdiye kadar oylanan yasalar arasında en sertiydi ve aşırı sağ tarafından alkışlanmıştı.

Üçüncü sebep ise Macron’un kendisi. Herhalde çatışmayı ve kutuplaşmayı bu kadar teşvik eden bir başkan daha önce olmamıştır. Sarı yeleklilere karşı büyük bir öfke yaratmıştı ve bu hala unutulmadı. Emeklilerin haklarını kısıtlayan yasayı zorla geçirdi, işsizlik ile ilgili bazı yasalarda değişiklik yaptı kazanılmış hakları budadı.

Son olarak eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin giderek kötüleşmesi. Burada Macron’den önce başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Kamu hizmetlerinin giderek kısıtlandığı süreçte, ilk olarak kırsalda postanelerin kapatıldı, daha sonra demiryolu hizmetleri azaltıldı. Hastanelerin sayıları azaldı ve sağlık hizmetleri şehir merkezlerinde büyük hastaneler etrafında örgütlendi. Bütün bunlar özellikle kırsal alanda bir sınıf düşme duygusu yarattı ve devletin kendilerini unuttuğunu düşündürdü. Aşırı sağ ise bu fırsat eşitsizliği, kamu hizmetlerinde adaletsizlik duygusunu kullandı ve kent-kır ayrımına vurgu yaptı. Banliyö ve kır Fransa’sından bahseder oldu. Devletin “ötekilere” öncelik verdiğini fısıldadı ve banliyödeki göçmenlerin asıl yararlanıcıların olduğunu ve geri kalanların kaybettiğini söyler oldu.

Şimdi sol partilere geçebiliriz. Bu kadar kısa sürede bir reaksiyon bekliyor muydunuz?

Fransa’da sol birbiriyle rekabeti sever. Bu neredeyse bir gelenektir ve değişmesi çok beklenmez. Macron da bu duruma güvenerek “hızlı karar verirsem zaten anlaşamayan sol da parçalı halde seçime girer ve bu iş olmaz” diye düşündü. AP seçimlerinin hemen öncesine bakacak olursak LFI (La France Insoumise / İtaat etmeyen Fransa) ve Sosyalist Parti’nin neredeyse birbirlerine karşı kampanya yaptıklarını görebiliriz. Ancak, sol partiler bu durumu dört gün gibi kısa bir sure içinde değiştirmeyi başardılar.  LFI liderlerinden birisi “Ülkeye bir çıkış yolu göstermek için önümüzde üç yüz yılımız var sanıyorduk, ama üç haftamız varmış” şeklinde bir açıklama yaptı. Ve sol partiler çok kısa sürede, başbakan adayını belirlemek dışında, neredeyse her konuda hızlıca anlaşmayı başardı.

Sonuç olarak LFI, Çevreciler, Sosyalist parti ve Komünist parti 577 seçim bölgesinde ortak tek aday göstermeyi başardılar.  Kurdukları Yeni Sol Cephe üzerinde ortaklaştıkları bir politik programı dahi kısa surede ortaya çıkardılar. Solun birleşmesine ilk çağrı sokaktan geldi. Meclisin feshedilme kararının verilmesinin hemen ardından bu kararı protesto etmek için ve aşırı sağa karşı kendiliğinden sokağa çıkan binlerce kişi sol partilere “birleşin” komutu verdi.  
Bir taraftan Yeni Sol Cephe, diğer taraftan aşırı sağ parti ile Macron nefessiz kaldı ve kendi partisindeki insanlar da ona kızgın. Macron ise, aşırı sağ ile sol koalisyonu aynı yere koyarak tek adamlılık oyununa devam ediyor. İki tarafı birbiriyle kıyaslıyor ve hatta birkaç gün önce Yeni Sol Cepheyi “göçmenci” olarak niteledi.

Birleşme kararının sokakta yansıması oldu mu? Anketler ne diyor?

Solun birleşmesinden sonra IFOP tarafından yapılan ilk anketler aşırı sağı yüzde 29,5 Yeni Halk Cephesi için ise 28,5 olarak gösteriyor. Son anketler ise Ulusal Birleşme, RN için yüzde 31 ile 33 arasında bir oy oranı gösteriyor. Sağ parti olan Cumhuriyetçilerin, Les Republicains partisinin, bölünmesi sonucu yüzde üç gibi bir oy artışı aşırı sağı güçlendiriyor gibi gösteriyor. Yeni Sol Cephe ise yüzde 28 ile 30 arasında görülüyor. Macron’un Partisi Ensemble etrafında gerçeklesen koalisyon ise yüzde 20’den biraz az olarak ifade ediliyor. Ancak özellikle gençlikte olmak üzere toplumda sağa karşı ciddi bir örgütlenme dinamiği de gözlemlenmekte hem sokakta hem sosyal ağlar üzerinde.

AP seçimlerinde oy vermeme eğilimi çok yüksekti. Oysa 30 Haziran seçimleri için, çok net bir veri olarak kabul edilebilir mi bilememekle birlikte, oy kullanma için vekalet verme sayısı birkaç günde altıya, yediye katlanmış vaziyette. Bu hiç görülmüş bir davranış değildir. Beyaz yakaların yüzde 50’si son seçimde oy vermedi. Bu çok yüksek bir oran. Normalde beyaz yakaların oy verme alışkanlığı vardır.

Geçen genel seçimlerde katılım oranı yüzde 47,5 idi. Ancak 30 Haziran seçimlerinde yüzde 60’tan daha fazla bir katılım bekleniyor. Macron destekçileri ‘aşırı’lara karşı (sağ ya da sol) eylem gösterecekler. Aşırı sağ ilk defa iktidara bu denli yaklaştığı için kendi seçmenlerinin seçime katılmasını sağlamak için daha çok yüklenecekler. Sol kesimler “aşırı sağa geçit yok” fikri ve antifaşist refleksle sandığa daha çok gidecektir. Yani aslında bu yeni katılım biraz partiler arasında dağılacak. Marine Le Pen’e son genel seçimlerde oy veren seçmenin yüzde 40’ı AP seçimlerine katılmamış ve Bardella’ya oy vermemiş. Bu grup 30 Haziran’da oy kullanabilir. 2022 genel seçimlerinde Macron’a oy verenlerin yüzde 45’ı, LFI’ye oy verenlerin ise yüzde 48’i son AP seçimlerinde oy kullanmamış. Özetle her partinin ulaşabileceği potansiyel yeni ya da kullanılmamış rezerv oyları mevcut.

Bu iki turlu bir seçim ilk turda kazansan bile sonucu ikinci tur belirleyecek. Bu nedenle ilk tur seçmenlerin oy tercihleri hakkında çok şey söylese de belirleyici olmayacaktır.

Ama tekrar etmek gerekirse sağın alacağı yüzde 30 oranı çok önemli bir eşik. 20. inci yüzyılın tarihine bakacak olursak bazı ülkelerin benzer oy oranlarıyla aşırı sağın kucağına düştüklerini görüyoruz. Sonuç olarak aradaki fark kim kazanırsa kazansın çok yüksek olmayacak. 
Bu seçim öyle ya da böyle Fransa’nın kaderini belirleyecek niteliktedir. Aslına bakılırsa AP seçimlerinde Almanya da aynı durumdaydı ancak onlar bir seçime gitmeyi tercih etmedi.
Fransa’nın faşizme bu kadar çok yaklaştığı tek tarihsel dönem sanırım 1936 seçimleri olmuştur. O zaman sol kazandı ama şimdi ne olacak göreceğiz.

Sol birleşti adaylarını belirledi programını yaptı. Bunun karşısındaki Bardella’nın ise programı sürekli değişiyor, temel öneriler üzerine tekrar tekrar geliniyor öyle ki programın temel hatları belirsizleşiyor.  Bazı meslek kollarından çifte vatandaş olan Fransızların çıkarılması önerisi, ortalığı karıştırdı. Belirsiz söylem kullanarak bu etabı aşmaya çalışıyorlar. Aşamalı bir program uygulayacaklarını ifade ediyorlar.

Diğer tarafta solun programı daha ayrıntılı, daha net ve kamucu bir program olarak gözüküyor. Bazı önerileri şöyle: en zenginlerin vergilerinin yükseltilmesi, emeklilik yasasının gözden geçirilmesi, işsizlik yasasının tekrar gözden geçirilmesi.
Bunların dışında ekoloji ile ilgili programları var. Asgari ücreti 1600 euroya çıkartacaklar, barajların özelleştirilmesini durduracaklar ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarına bir tavan belirlenecek.

Bölünmüş bir Fransa ile karşı karşıyayız sanırım. Seçim sonucu ne olursa olsun bu durum böyle kalacak diyebilir miyiz?

Macron’un sonunun geldiğini yazanlar var. Aslında soru şu: Buradan tekrar bir merkez parti kurulabilecek mi? Buna bir cevap yok çünkü taraflar bu seçimler için oldukça keskinleşti. Merkezin aşırı sağa tepkili olduğunu görüyoruz ancak buradan nasıl devam eder bilemiyoruz. Bu seçimi kader seçimi olarak görebiliriz. Macron ne sağ ne sol deyip ortadan ilerlemek istedi ama bugün bu mümkün değil. Merkezde partiler şu anda aşırı sağın gelmesini istemiyor gibi görünüyor. Ama sonrasında nasıl devam edebilirler belli değil. Çünkü merkeze yakın olan sağ partilerin daha sağcılaştığını görüyoruz.

Bardella, aşırı sağın tam çoğunluğu elde edememesi halinde başbakan adayı olmayacağını şimdiden açıkladı. Oyun, aldatmaca ve sürprizler daha bitmedi.

∗∗∗

Almanya doğumlu Nicolas Bourcier, Fransa'da büyümüş, 1990'ların başında Türkiye'de yaşamış ve 1997 yılında Le Monde gazetesine katılmıştır. Yazar ve eski Brezilya muhabiri olan Bourcier, 2022 yılında gazetesinin İstanbul temsilciliği görevine getirilmiştir.

Kariyeri boyunca birçok önemli habere imza atan gazeteci, özellikle Brezilya'da görev yaptığı dönemde derinlemesine analizleri ve dikkat çekici röportajlarıyla tanınmıştır. 2022 yılında İstanbul'a taşınarak, bölgedeki siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeleri yakından takip etmekte ve Le Monde için kapsamlı haberler hazırlamaktadır.