Haneke’yi ilk önce festivalde tanıdım, Yedinci Kıta’ydı, midem kaldırmadı. İkinci gördüğüm film ise Şato’ydu, Atlas sinemasındaydık ve balkondaydık, Türkçe altyazıları okuyamıyordum, görünmüyordu çünkü.
 
Asıl çarpıcı olan ise Funny Games ile oldu. Filmi seyrettiğimde hakkında hiçbir şey bilmiyordum, böyle bir filmin varlığından bile habersizdim, evdeydim, geceydi, hastaydım, CNBC-E kanalındaydı, altyazılıydı, tamamen rastlantıyla karşılaşmıştım.
 
Filmin orta sınıfla dalga geçmesi meselesini Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi bölümünde okurken bir anketle ortaya sermeyi bile düşünmüştüm, bölümün öğrencilerine, hatta hocalara seyrettirecek ve onlara filmi seyretmeden önce ve sonrasında hazırladığım anketleri verecektim. Sonra proje kabul edilmedi, engellendi her nedense, ama engelleyen hocalar değildi.
 
Orta sınıfa mensup bir dramaturg filmin üzerinden birkaç yıl geçmesine rağmen, adını duyunca bile irkiliyordu. Aynısı üst orta sınıfa mensup bir Boğaziçili arkadaşımla tartışınca da oldu, ne anlatıyor Allah’ını seversen bu film diyorlardı sonra, ama ilk önce tüyleri ürpererek konuyu bir an önce kapatmak istiyorlardı, giderek bir tutkuya dönüştü bu film bende, kahkaha atmadan seyredemiyorum artık. İstanbul Edebiyat öğrencileri için ise inanılmaz bir olay olarak en az on kişi, hepsini bir başka insan göndermiş halde, bana gelip bu film neyi anlatıyor acaba diye sormuştu. Ben Aristotelyen özdeşleşme estetiğinin eleştirisi ve kaçınılmaz olarak üstünlüğü… diye söze başlayınca, kahkaha atıyorlardı, ama yalnızca bu değildi elbette, benim için biraz da egemen ideolojiyi, burjuvaziyi, orta sınıfı şu bu derken insanların gözleri canlı ve şaşkın bana bakıyor, sonra da gidip filmi bir daha seyredeyim diyorlardı, hakikaten bazıları bunu da yaptı.
 
Ondan sonra ise Türkiye’de Haneke hakkında o kadar çok ipe sapa gelmez yazıyla karşılaştım ki…
 
Antalya’da festivaldeyken gösterilince büyük ısrarlarla filmi seyredebildim yer yoktu Aşk’a, festival demek biraz da budur işte, hücum olmuştu filme, bütün biletler tükenmişti, neyse ki gösterim seansı Fenerbahçe-Galatarasay maçına denk geldiği için gelmeyenler olmuştu.
 
Aşk neyi anlatır?
 
Benim için en kısa özeti, insanın doğa ya da Tanrı karşısındaki yenilgisini…
 
Henüz filmi seyretmemiştim, Zeki Demirkubuz ile düşündüğüm bir filmi tartışıyordum, fikrimi sordu ve ben de “insanın gerçeklik karşısındaki güçsüzlüğünü, hayatın karşısında bütün ihtimallerin ötesinde, insanın kaderin ya da sosyal koşulların ve fizyolojik varoluşunun belirlediği alanda, yenilgiye niçin mahkum olduğunu ve aynı yenilgiyi kabul etmeyen insanın ideolojik savunma mekanizmalarını anlatmak istiyorum” dedim ona. “Öyle ki film beş ayrı öyküden oluşacak ve her bir bölümde insanın gerçekliğin karşısında yenilgisini ve ürküntüsünü anlatacak, ama aynı zamanda o insanlara sosyal ve ideolojik olarak yüklenen anlamları, yargıları, beklentileri sergileyip, onları ters yüz etmek istiyorum”. O da Aşk filminin insanın doğa ya da Tanrı karşısındaki yenilgisini anlattığını söyledi.
 
Filmi seyrettiğimde ise şunu anladım, bu aslında evrensel bir temadır, esasında ise bütün büyük sanat eserleri bunu yapıyor.
 
Aşk’ı seyretmek zor, çünkü insanı sinirlendirecek kadar koşulları sonuna kadar götürmeye çalışan bir film, öte yandan pek çoğumuzun şu ya da bu şekilde yaşadığı bir deneyime sahip, bir yerden sonra filmi seyrederken Doğu/Batı arasında zihnim gezinmeye başladı. Ölümü ve ölüme giden son dönemeci nasıl karşılıyoruz diye düşündüm. Gerçekten keyif alarak seyrettim, çünkü fikirler dünyasında tam bir gezinti gibi, bir de zihninizde filmi tamamlayıp kültürlerarası bir gezinti yaparsanız o zaman çok daha zengin oluyor. Seyrederken içinizde kasvetli bir hava hâkim olsa da, duyumsanan ve düşünülen alanda çok zengin sonuçları oluyor. Bazıları soruyor, Haneke sevilir mi sevilmez mi, şudur budur, bin türlü şey söylüyorlar, ben çok seviyorum, ama tek bir filminden bile güzellik nedeniyle haz almadım, tam aksine, Haneke benim için bir yüzleşme alanıdır ve ben o filmleri seyrederken ciddi düşünsel efor sarf ediyorum, aynı nedenle ise filmlerini önemli buluyorum. Avrupa’yı daha kolay canlandırabiliyorum kafamda.