Aşk en popüler mağazaların, en çiçekli sepetlerin, en şık mücevherlerin barkodlarından okutulacak bir şey değildir. Aşk tüketilenle değil, üretilenle ilgilidir. Âşık olan, milyonlarca kişi arasından seçip suretini belleğine, kokusunu nefesine işlediği kişi için habire üretir.

Aşk bunun neresinde?

NESLİ ZAĞLI

Yeryüzünün ve gökyüzünün her geçen gün hırçınlaşan olaylarıyla öylesine meşgulüz ki. Pandemi, deprem, sel, fırtına derken yeryuvar ve mikrokozmos el birliğiyle bize insan canlısının doğa karşısındaki büyük çaresizliğini hatırlatmaya devam ediyor. Vahşi kapitalizm, her saniye evrilerek hükmünü tescilleyen bilişim teknolojileri, açlık, sömürü, cinayet ve şiddet. Herkesin esprisini yaptığı gibi “uzaydan komşularımız müsaitsek bu akşam bize gelseler” şaşırmayacak haldeyiz. Hal böyleyken insanlar dertli, insanlar donuk, insanlar tükenmiş vaziyette. Biz ruh sağlığı uzmanları da artık tüm bu “incinmişlikleri” bir çerçeveye oturttuk; gelip gidenlerin sessiz yakarışlarına kulak kabarttık. Bu alacakaranlığın içinde bize dair, insana dair ne kaldı? Heves nerede, hınzırlık nerede, tutku nerede, telaş nerede? Peki, aşk bu karanlığın neresinde?

Derken geçenlerde eski bir danışanım geldi. “Nesli Hanım inanılmaz bir şey oldu. O kadar âşığım ki sabaha kadar Cemal Süreya okudum” dedi. En son ne zaman âşık olduğunu anlatan bir danışan gördüğümü hatırlayamadım. Hatta en son ne zaman âşık birini gördüğümü de hatırlayamadım. Aşk bu buruş kırış yaşamın neresinde sıkıştı kaldı? Keşke sosyal medyada bir hareket başlasa, âşık olan, ne yerlere ne de göklere sığan, kalbi vücudundan taşan herkes sesini çıkarsa. Deseler ki, bu karambolün ortasında, bunca kötülüğün arasında “Öyle biri var ki onu düşününce kelebekler uçuşuyor kalbimde…” Deseler ki, “Zalimin zulmüne karşı aşağı bakmayacağız çünkü aşka dair herşey gökyüzünde…” Deseler ki “Bu curcunada boğulmuyor, daralmıyorum çünkü nefesim aşkın tesirinde.” Oysa kimseden aşkın tiz sesi çıkmıyor, kimse sevişme vakti olan kiraz mevsimlerini beklemiyor. Bir yorgunluk var bu işte.

SEVGİLİLER GÜNÜ RİTÜELLERİ

Oysa âşık olsak adamakıllı. Ama “akıllı adamın aşkla ilgisi olmaz” der çıkıp biri. Aşk aslında delilerin işi midir gerçekten, sarhoşların, şairlerin? Modern zamanlarda el ayak titreten, mantık sallayan, duygu köpürten aşklar yaşanmaz mı? Bir bakıyorsun herkes birbirine “aşkım” diyor. Kasiyer kadın genç müşteri kıza, adam köpeğine, 30 senelik yasal ve tapu dairesi onaylı ama şalteri indirmiş evli karı kocalar birbirine. Yine mesela bugün “âşıklar” sevgililer gününü kutlayacaklar. Bu Sevgililer Günü denilen şeyin ne de çok ritüeli var. Oysa aşkın ritüelleri olmaz... Aşk kendiliğindendir, sakardır, dikkatsizdir. Aşk en popüler mağazaların, en çiçekli sepetlerin, en şık mücevherlerin barkodlarından okutulacak bir şey değildir. Aşk tüketilenle değil üretilenle ilgilidir. Âşık olan milyonlarca kişi arasından seçip suretini belleğine, kokusunu nefesine işlediği kişi için habire üretir: Özlem üretir, şiir üretir, hayal üretir, tutku ve hatta kıskançlık üretir. Aşk dediğimiz şey birin içindeki bini yeniden ve yeniden sayma halidir.

Sait Faik bana büyük bir çaresizliği hatırlatıp, içimi titreten bir şekilde sorar: “Kimseler âşık değil mi bu şehirde?” O kadar korkuyorum ki her şeyimiz tamdı bir aşkımız kaldı demenizden. O yüzden sormuyorum. Sizlere bir şey sormak zorlaşıyor herkesin burnundan soluduğu bu karartıda dururken. Keşke olsanız, keşke olsak. İnsan her şeye âşık olabilir, çiçeğe böceğe bile sözüne hiç ama hiç katılmıyorum. Ben romantik bir aşktan bahsediyorum, heteroseksüel veya homoseksüel. Ben duyguların devreye girip bütün kilit sistemlerini devre dışı bıraktığı, karşı konulmaz bir türbülansı kastediyorum. Yoksa masumluk mu ediyorum? Yalnızlar ordusunun bileylenip cilalanıp “eşleşme” muhaberesine girdiği o çeşit çeşit uygulamalarda aşk yok mu? İnsanın olduğu her yerde aşk da olabilir demek isterdim ama yapay zekanın aşkı bir virüs saldırısı olarak ele alıp arayüzü yenileyeceğinden çok eminim. İsimlerini ve sayılarını bile bilmediğim uygulamalar akış ve etkinlik istiyor, aşktaki gibi bir kalakalma ve asfalta yapışma halini değil.

ÂŞIK OLMAK SINIFSALDIR

Aşkı hep göz alıcı bir şey gibi ele almış olsak da kendisi oldukça can yakıcıdır da. Hele zorlayıcı, badireli ve karşılıksızsa. Adam Phillips der ki: “Aşk sahip olmadığınız bir şeyi, var olmayan birine vermektir.” Bu nedenle aşkın karşılıklısı bile karşılıksız gibi can yakabilir. Âşık olduğumuzda o güne dek heybemizde biriktirdiğimiz tüm kendilikleri, biçimsizlikleri, hayal kırıklıklarını, ukdeleri, ihtiyaçları ve nicesini harmanlarız içimizde. Aşk hem bir yüzleşme hem de gerçeklikten roket gibi bir kaçıştır. Aşktaki huzurun, şiddetin, çelişkilerin, şefkat ve şehvetin içiçeliği insanı hem diri diri tutar, hem de gömer âşıklar mezarlığındaki ilk boşluğa. Kısacası aşk, mesaisi yoğun bir emektir. Âşık olan âşık olduğunu hem aklında, hem fikrinde, hem de bedeninin derman kalmayan yerlerinde taşır. Zihinsel açıdan pahalıdır aşk. Avuçlarına ‘iş ve aş’ yazıp yaşamına son veren bir adamın memleketinde âşık olmak bu nedenle sınıfsaldır.

Aşk politiktir ve hudutsuz bir isyan halidir. Bu nedenle de çok da normatif yetişkin hayatının işi değildir. Aşk sizin ülke dediğinize, sizin şehir dediğinize, sizin zaman dediğinize ben aşk diyorum diyenlerin harcıdır. Zamanın en göreceli hali, yetişkin hayatının en sakıncalı piyadesidir. Aşk antiktir ama asla antika değildir. Her çağda sızacak bir dehliz bulur kendine aşk, tortulanmadan akar, kaynar. Hem insanlık tarihi kadar yaşlı, hem yeşil bir tomurcuk kadar yenidir. Âşık olanınız bilir, hayatın aşk hali ruhun “de” halidir: Özlemde, şarkıda, şiirde, bedende… Tetikte ama teslimde. Aşk bir çocuk sevincidir içimizde. Martı seslerinin işitildiği tüm sokaklar ona çıkar. Tenimize tenini boncuk boncuk işleriz panayır niyetine. Tüm ezberlerimizin iplerini salarız bir bir. Bir şehrin belleksizliğinde ve kuytusunda çocukluğun, her gün yeniden severiz. Her aşk şiirseldir bu nedenle, “ümitsizliği değil sadece imkansızlığı sevmektir.” Peki tüm mümkünlerin ümitsizliğe yenildiği bir çağda kimler kurtaracak aşkı? Hem şimdi aşk kimin tekelinde? Zorunluluklar ve sorumluluklar altında ezilirken aşk kimin umurunda? Mesela âşık bir insan zevk için orduya katılmaz, aya veya uzaya gitmez, içi küflenmiş evlilikler sürdürmez, çek senet bono tahvil işlerinden anlamaz, liyakati yoksa makam koltuğuna oturmaz. Aşk deli işi dediysek de onurlu delilikleri kastetmekteyiz.

Özetle her şeyin kolayca elde edilip kolayca tüketildiği bir çağda yaşarken biz insanlar için aşk gibi yürek sarsıcı, zihin buharlaştırıcı karmaşık halleri yaşamak bir lüks sayılabilir. ‘Yüzüklerin Efendisi’nden referans alırsak âşıklar yerkürenin Hobbitleri gibi kaldılar. Bir âşıklar köyü kurulup yerleşseler eminim sabah uyandıklarında kapılarında kırmızı çarpı işaretleri bulurlar. Şaka bir yana aşk nadir, aşk korkulu, aşk kıskaçta. Keşke birileri kolundan tutup çekse aşkı kötü yoldan. Bu dünyanın aşkın uçucu ruhsallığına ihtiyacı var. Ama eğer gerçeğinden bir aşkınız yoksa hatırlatayım bugün aynı zamanda ‘öykü günü’. Aşk ve öykü dolu bir pazar olsun...