Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünün son cümleleri şu şekildedir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım […]

Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünün son cümleleri şu şekildedir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

Sait Faik, bu son paragrafta, insan kadar eski bir sorunu “yazmak” eylemi üzerinden yeniden deşer: Varlığın kendini görünür kılma ve ölümü yok edebilme çabası. Oysa iki çaba da beyhudedir. Ne yeterince görünür olabilmenin bir yolu vardır ne de ölüm yok edilebilecektir (Ölüme çare bulunduğunda insanın zaten ölümlü omak gibi bir derdi kalmamış olacaktır). Görünür olma çabasının amacı varlığın ölümlü dünyada, hayata kök salma isteğinden başka bir şey değildir. Varlık ölümlü olma karşısında duramaz. Durup bekleyemez. -Öleceğini bilen tek canlı olarak- insan bu “hazin” sona karşı daima çalışmak zorundadır. İnanmak ve eylemek bu nedenledir. Her türlü görünür olma ve kök salma çabası bu nedenledir. Yazmak da, tıpkı aşk gibi, tıpkı nefret gibi, delilik gibi, kıskançlık gibi görünür olma talebinin ve var olma sancısının sonucudur.

Dolayısıyla, Sait Faik’in bu son cümlesinin aksine “yazmak” deli olmayı engellemeyecek, aksine insan yazdıkça zaten deliliğe yaklaşacaktır. Çünkü delilik de yazmak da aynı sancının çocuklarıdır. Eğer yazmak bizi uslandırıyorsa o yazmak değil belki saçmalamaktır. Yazan delirecek, yazan nefret edecek, nefret ettirecek, yazan saldıracak ve yaralayıp, yaralanacaktır.

Bu anlamda yazmakla dans etmek arasında, hatta, yazmakla bir insanı öldürmek arasında ontolojik bir fark yoktur. Her yazma eylemi insanın var oluş nedenine aradığı yanıtlara uzanan uzun bir yolculuktur. Bu yolculukta hedefe asla varılmayacaktır. Çünkü ölüm hala insanın başucunda olacaktır.

Sait Faik’in bu paragrafındaki “Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.” sözleriyse gerçeğin ta kendisidir. Sait Faik de diğerleri de asla yapamayacaktır. Çünkü sakin bir şekilde ölümü beklemek, zaten hayattayken ölmüş olanların işidir ve onlar ölüm korkusunu, ölüme teslim olarak yenmeyi düşünmüşlerdir. Bu nedenle yazsalar da yazmasalar da önemi yoktur ki onlar yazmayacaklardır.

“Yazmasam deli olacaktım” sözü, tam da bu nedenle, yazmak üzerine söylenmiş bir söz değildir. Aksine, yalnızca bu öykünün bir parçası, yani yazının kendisidir. Ve bu haliyle klasik bir okur-yazar-yazı arası mesafeyi korur. Okurla yazı arasına bir mesafe koyar -ki bu mesafe asla kapanmaz bir yara gibidir. Yazı ve okur arasındaki kavga, yazarın, okur ve yazı arasından çekilmesiyle daha da büyüyecektir. Yazar yazısını yazdıktan ve okurun ellerine teslim ettikten sonra hiçleşir. Küçülür. Hiçleşmeli ve küçülmelidir. Çünkü bir insanın en çıplak halinden daha korunaksız, daha zavallı olduğu son hal yazıya konulan son noktadır. O noktadan sonra, yazı da yazar da okurun ellerinde yeniden şekillenir. Ve bir yazarın en büyük hatası okurun karşısına kıyafetleriyle çıkmaktır. Çıplaklık belki üşütecek, utandıracak, savunmasız bırakacak ve korkutacaktır ama bir başka insanı en çok da o etkileyecektir -ki etkilemek bir yazının en son isteyeceği şey olmalıdır-. Yazının tek amacı amaçsızlığıdır. Yazı her türlü var olma sancısının görünür olduğu ender alanlardandır. Yazar da yazı da çıplaktır, çıplak olmalıdır. Çünkü insanın kendi varoluşuna ilişkin söyleyebileceği en derin, devrimci ve parçalayıcı sözler yine kendi teninde yazılıdır. O tenin üzerini kapatmak, yazmak değil, karalamaktır. Ve karaladığınızda hangi kıyafette yazarsanız o kıyafeti beğenenlerin okuyacağı türden kutsal kitaplar üreteceksinizdir. Oysa yazmak her türlü kutsallığı parçalamakla da mükellefitir.

Sait Faik’in “diyemediği” gibi, yazmak delirmektir. Çünkü akıl bir miktar yerinden oynamadan hiçbir kelime diğerini büyük bir ahenkle takip etmeyecektir.