Bazı cümleler, bazı kelimeler, bazı ifadeler, bazı anlatımlar okudukça büyür, bitmeyen bir seremoniye dönüşür. Tutku zor ifade edilen bir duygudur; içinizde tüm organlar yer değiştirir fakat dışınız hiçbir şeyi belli etmez

Aşk kutsaldır tutkuyla yaşanırsa

AYNUR KULAK

Kim olduğunu bilmediğiniz, ismini bilmediğiniz, nerede yaşadığını bilmediğiniz, hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir kişi tarafından mektuplar aldığınızı düşünün. Sevgi dolu, aşk dolu, ilgi dolu, merak dolu, ihtiras ve tutku dolu mektuplar. Üstelik romantizm biteli yüzyıllar olmuş, mega modern dönemi metropollerde yaşayan bir kişi olarak hayal edin böyle mektuplar aldığınızı. Kısa notlar, uzun notlar, uzun uzadıya mektuplar…

“Uzun süredir kafamda notlar yazıyorum sana; her güne bir not… Başlangıca dair; yaşananlara, yaşattıklarına, yaşattıklarıma, yaşamez. ma dair, zamana dair ve uzaklaşmamıza dair…”

Bitmesini hiç istemeyeceğiniz, sevgiliye uzun uzadıya yazılmış aşk, sevgi, tutku dolu bir roman Tutku ve Aşkın Kutsal Kitabı. N.Ahmet Erözenci bizi yine elimizden bırakamayacağımız bir romanla selamlıyor.
“Ne ilginç değil mi, bunca zaman sonra, şimdi senin nerede olduğunu, ne yaptığını, üstelik yazdıklarımı okuyup okumayacağını bile bilmediğim halde sana sevgilim diye hitap etmişim ve bu garip gelmedi bana.”

Tek bir anı bile garip gelmez tutkulu aşkların, tam aksi bol mucizelidir. Tutku ve Aşkın Kutsal Kitabında olduğu gibi. Erözenci son derece lirik bir dil kullanarak baştan sona aşkın masal diyarında olduğunuzu hissettiren bir roman kaleme almış. Unuttuğumuz, yapmadığımız, artık aşkların böyle yaşanmadığı çağımızda saf aşka dair ne varsa tüm içtenliğiyle kaleme almış.

“Biliyor musun, sözlükte sevgilim kelimesi yok, sadece sevgili var. Sevilen, aşık olunan kişi anlamına geliyormuş. Ne kadar basit bir tanım öyle değil mi? Zaten herhalde bu basitliğinden ötürü olur olmaz yerde kullanılıyor, mektup yazarken, “Sevgili...” diye başlıyoruz, kimi zaman yolda gördüğümüz birine, “Sevgili dostum” diye hitap ediyoruz. Bu basit kelimeye anlam kazandıransa sonundaki harf, o hınzır m harfi, ters dönmüş siyam ikizi u lar. Sevgilinin sonuna takıldıkları an, söyleyene aidiyet kazandırıyor m harfi, “sevgili” sıradanlıktan çıkıp, sevgilim oluyor, benim sevgilim, sadece bana ait olan sevgili…”

İsmini bilmediğimiz, kitabın sonunda soyadının Martı olduğunu öğrendiğimiz biri on beş mektupta anlatıyor yaşadığı sevgiyi; kendini çırılçıplak soyarak, tüm içtenliğiyle. Bize kişileri değil sevginin, aşkın, tutkunun ta kendisini anlatıyor. Romanın başından sonuna artık unuttuğumuz, çoğu zaman yanından umursamaksızın çekip gittiğimiz o ince duyguların merkezine çekiliyoruz. Böyle duygularımız var mıydı bizim, böyle anlar yaşamış mıydık, aşk tek taraflı yaşanabilir mi, böyle mektuplar, notlar gelmiş miydi adresimize?

Sahaflara düşüyor romanın yolu. Sadece on beş mektup değil 1950’li yıllarda yazılmış mektuplar da eşlik ediyor romana. Uzak zamanlarda, uzak memleketlerde yazılanlar; uzaklar içinize işliyor. Bir anda hiç tahmin etmediğiniz duyguların anaforunda sevginin saf halinin yaşandığı diyarları düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Oralara gidemez miyiz acaba, o duyguları yaşayan veya yaşatan insanlardan biri olamaz mıyız?

“Haklısınız, ikinci mektubumda bu hususu zaten zikretmiştim, beni tanımıyorsunuz ama İstanbul’daki karşılaşmamızda koymuş olduğunuz şartlar kendimi size tanıtmaya imkan vermeyecek mahiyette değil miydi? Bu itibarla size beni tanıma imkanı verecek hissiyatımı kaleme alıyor, duygularımı ifade etmeye çalışıyor, cevaben “Yazmış olduğunuz hislerinize ve aşklarınıza nasıl inanabilirim?” ifadesiyle karşılaşıyorum. İnanmanız için ne şekilde hareket etmem istiyorsunuz.? Rica ederim söyleyin. Yoksa beni bir kadın avcısı veya maceraperest bir çapkın olarak mı görüyorsunuz?”

Sahaftan alınan bu mektup çok uzak bir zaman diliminde, çok uzak diyarlardan yazılmış evet; fakat o saf duygulara kendinizi kaptırmamanız imkansız. Tutku ve Aşkın Kutsal Kitabı’nda özlediğiniz her duyguyu bulacaksınız. Hatta daha da fazlasını…