Aşk olsun Aydın abi!
Hayatımda çok az pişmanlıklarım olmuştur. Buna şimdi bir de Aydın abiyle sözleşip de gerçekleştiremediğimiz buluşmamızın pişmanlığı eklendi.
Ali Ekber ATAŞ
John Lennon, “Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir” diyor.
Gerçekten öyle mi? Hayat karşısında bizim planlarımızın hiç mi önemi yok? Deneylenen bunca yaşantı, elde edilen onca birikimin, peşinden gittiğimiz hayallerin, umutlarımızın hiç mi etkisi yok? Bu sözün anlamı bu mu?
Tartışmaya açık… Çünkü herkesin kendine göre bir hayatı, yaşama tarzı, bir duruşu var. Kendim için çağrışımları zengin, olasılıklara açık görünse de, bir başkası için kesin yargı içeriyor olabilir. Mesele, herkesin kendi dünya görüşünden bakıp nasıl gördüğü, ne gibi çıkarımlarda bulunacağı ile ilgili.
Hayatın karşıma çıkardığı zorluklarıyla mücadele içinde geçti yarım yüzyılı aşan ömrüm. Şunu öğrendim: Okul yaşamımdan aileye, mesleki yaşamıma, hiçbir şeyi planlamadım. Rastlantılar, bugünkü hayatımı belirlediler diyebilirim. Hayal ettim. “Buluşlar hazır beyinlere doğar” sözündeki “hazır olmuşlukla”, önünü ardını düşünmeden harekete geçtim. Hedefim, hayal ettiklerimle yüzleşmekti. Hayal ettiklerimse yaşayıp biriktirdiklerim…
J. Lennon’ın bu söylediği, yaşamımmış meğer. Çok yıllar sonra farkına vardım.
Son pişmanlık fayda etmiyor
Nilgün ablamı (Ilgaz) bugün (20 Aralık 2022) törende gördüğümde bana söylediği ilk şey, “Bazı şeyler ertelemeye gelmez” oldu. Ne kadar haklı. Son üç dört ay içinde Aydın abi ile uzun uzun telefon konuşmalarımız oldu. Ona sormak istediklerim vardı, onun da anlatmak istedikleri. Ve ısrarla “Aydın abi bunları kayıt altına alalım” dedim. Sözleştik. Duydum ki Aydın abi ayağından ameliyat olmuş. Sonra bizim ailemizde beklenmedik ölümler ve ardından başka şeyler hep araya girdi ve bir türlü buluşamadık. En son görüşmemiz, TÜYAP’ta, 4 ve 9 Aralık’taydı. Ve hâlâ inanamıyorum onun sonsuzluğa uçup gittiğine.
Hayatımda çok az pişmanlıklarım olmuştur. Buna şimdi bir de Aydın abiyle sözleşip de gerçekleştiremediğimiz buluşmamızın pişmanlığı eklendi. Hiçbir şeyi ertelememeli. Gün olur, “hayali cihan değer” şeyleri kaçırıp farkına vardığınızda, çok geç olabiliyor, şimdi olduğu gibi… Düne kadar, şu anda yaşadığım bu büyük pişmanlık aklımın ucundan bile geçmedi. Nasıl geçsin ki, TÜYAP’ta, dört beş gün arayla Çınar Yayınları’nda iki kez görüşmüştük. Hiçbir şeyi yoktu, sapasağlamdı. TÜYAP sonrası evinde buluşmak üzere, bir kez daha sözleşmiştik. Ama…
Ölüm var oldukça bizler bu soruları soracağız
Bir insanı anlatmak, onun ne kadarını anlamaktır ve anlatmaktır?
Ya da anlatamadıklarımız ne kadarıdır onun?
Ölüm var oldukça bizler, bu ve benzeri soruları çoğaltarak soracağız kendimize.
Öyle sanıyorum ki Aydın abinin, bu dünyaya, babasından kendisine, kendisinden çocuklarına miras devrimci düşünceyi sırtlayıp, düne kadar çocuklara, çocuklarına, ailesine ve biz dostlarına taşımakla geçti ömrü.
Çocukluğu, baba oğul karşılıklı sıcaklıklarına hasretlik biriktirerek geçti. Ama onlar zaten bu durumlara “Buluşlar hazır beyinlere doğar” sözündeki anlamıyla hazırdılar. Bir çocuk düşünün ki evinde babasının yolunu gözlüyor. Bir baba düşünün ki evinin etrafında soteye yatmış gizli polisler, Rıfat Ilgaz’ı dört gözle bekler. Onun ise evinin dışında, eşinden, çocuklarından uzak, yaşamak zorunda bırakıldığı üç yeri oldu:
Köşe bucak aranırken, polisleri atlattığı sokaklar... Hapishaneler... Ve sanatoryumlar (hastaneler)…
Aynı durum çocuk Aydın Abi için geçerliydi: Evlerinde annesiyle birlikte babasından uzak yaşamak zorunda bırakıldıkları ve babasını ancak görebildiği yer Sanatoryumlar oldu, bir de hapishaneler…
Aydın Ilgaz, babasının mirasını çocuklarına ve bizlere taşımakla kalmadı yalnız. Bugün Türkiye’nin en ücra köşesinde defterler, kalemler, kitapların satıldığı küçük bir kırtasiyeden en büyük yayınevlerine, tekstilden cam eşyasına, sanayisinden atölyelere, yani üretimin yapıldığı her alanında ürünler üzerinde kullanılan “barkot” ve özellikle yayın dünyasında “bandrol”ün kullanmasını sağlayan ilk kişidir Aydın abi.
Bu neyi mi getirdi?
Başta yayın dünyasında eser veren yazar, şair ve sanatçıların emek sömürüsüne dur dedi. Türkiye’nin en çok sömürülen yazarların başında Rıfat Ilgaz gelir. Ve hâlâ sömürüyorlar Rıfat Ilgaz’ı ne yazık ki. Özellikle film yapımcıları, senaristler, yönetmenlerden çektikleri cehennem azabıydı. Aydın abi ile bunu sık sık konuşurduk, uzun uzun telefon görüşmelerimizde. Sözleşmiştik buluşmak için. Ne yazık ki araya, yukarıda değindiğim sorunlar engel oldu buluşmamıza.
Son olarak…
Bazılarımız yaşarken ölüyor, bazılarımız öldükten sonra yaşamaya başlıyor. Aydın Ilgaz yaşarken ölenlerden olmadı hiç. Öldükten sonra yaşayacakların kervanına katılanlardan. Çünkü buna mecburdu. Rıfat Ilgaz’ın oğlu olmak gibi ağır bir sorumluluk yüklendi. Bazıları, böylesi ağır sorumlulukların altında ezildi, bazıları Aydın Abi gibi bu sorumluluğun altında ezilmedi. Bununla da yetinmedi. Yayın dünyasında yazardan, şairden, yayıncıdan yana Türkiye’de hayata geçirilmesinin öncülüğünü yaptığı “barkod” ve “bandrol” konularıyla başka bir dönüşüm yaratarak, babadan oğula devrolunan emek mücadelesinin boyutunu değiştirdi…
Işıklar içinde uyu, devrin daim olsun.
Aşk olsun Aydın abi, aşk olsun!
“Ölüm adın kalleş olsun!”1
1Enver Gökçe
AŞK OLSUN AYDIN ABİ
acının hallacı mısın Aydın abi
seni her gün pamuk tarlasında
acı toplarken bulduğum
babandan öğrendik rengini ilkin
dokusunda kaç zulümdarın parmak izinden
senin ki bir başka
ne tabutluk işkencesi
ne ardında milli emniyetin ajanları
lakin adım adım bir ölünün yokluğundan
semiren sinemacıları senaristleri gördük
sonra bir gün nasıl olduysa
bir baktık kameralar karşısında
“Elimize gözümüze bulaştırdık”
diyenleri
papazın günah çıkarma odasında gördük
aşk olsun Aydın abi son gülüşünle avlayıp
içimize oyduğun boşluğunla baş başa bıraktın bizi
kim dolduracak şimdi neyle
içimizdeki bu çölü
aşk olsun Aydın abi
20 Aralık 2022 Salı, 13:23