Aşk veremle sınanır, ortaya roman çıkar
Hori, kültürlerin değişimi, neoliberalizmin değerleri aşındırdığı, çılgınca bir tüketim arsızlığının revaçta olduğu toplumsal yaşamda; sevgi, aşk, fedakârlık gibi aşınmış erdemleri yoğun ama nostaljik bir ritimde duyumsatıyor.

Deniz Burak BAYRAK
Hastalıklar edebiyatta, bazı dönemlerde, olay örgüsünün seyrini değiştiren halkalardan biriydi. Edebiyatta romantizm ile ilişkilendirilen başat hastalıksa veremdi. Türk ve dünya edebiyatını özellikle 19’uncu yüzyılın başında etkileyen popülerleşme ve kadın yazarların bolca yapıt ürettiğini varsayarsak bu yapıtların içinde verem konulu olanları önemli bir külliyatı oluşturuyor. Edebiyatımızda ilk akla gelen isimse Güzide Sabri.
Dünya edebiyatında da azımsanmayacak ölçüde, hastalığın başrolde olduğu romanlar yazıldı. Japon edebiyatı ve Japon romantizminin önemli yazarlarından Tatsuo Hori’nin ‘Rüzgâr Yükseliyor’ romanı yıllar sonra yeniden yayımlanarak geçmişte kalmış, tedavi edildiği sürece ölümcül olmayan ayrıca günümüzde aşk acısıyla kimsenin yakalanmadığı veremi yeniden hatırlatıyor. Bunu Japon minimalizmi içinde sakin bir biçem ile küçük bir hacimde yapıyor.
PAUL VALÉRY VE SEMBOLİSTLERİN ETKİSİ
Rüzgâr Yükseliyor, otobiyografik ögelerin hatırı sayılır bir biçimde kurguya yedirildiği bir roman. Hori’nin 1936-1938 yılları arasında yayımladığı yapıt, yazarın en çok bilinen, okunan verimlerinden biri. Verem teşhisi koyulan Setsuko ile onun nişanlısının, bir sanatoryumda geçen kısa hikâyesine tanıklık ettiğimiz yapıtın otobiyografik niteliklere sahip oluşu; yazar Hori ve nişanlısı Ayako Yano’nun vereme yakalanıp bir süre sanatoryumda kalmaları ve Yano’nun yaşamını yitirişinden geliyor. Kahraman Setsuko, Yano’nun bir izdüşümü demek doğru olur.
Fransız sembolistlerinden çok etkilenen Hori, romanının adını Paul Valéry’nin bir dizesinden alıyor: “Rüzgâr yükseliyor, yaşamayı denemeliyiz.” Anlam yoğunluğunun her sayfadaki yansımalarını satır satır okuduğumuz bu dize; yaşanabilecek en büyük felaketlerden birinin -ölümün- ardından yaşama tutunan anlatıcının, tutunduğu bu yaşamın bir kesitinde somutlaşıyor. Mevsimler boyu sürdürülen bu çaba, önsöz ve ilerleyen dört bölüm boyunca nahif bir dil ve zengin bir izlenim ile kaleme alınmış. “Bahar”, “Kış”, “Rüzgâr Yükseliyor” ve “Ölüm Vadisi’nin Gölgesinde” başlıklarıyla ayrılan roman, son iki bölümde günlük formunda kaleme alınmış. Özellikle bu formda yazılmış bölümler hem doğa hem de insan manzaralarının realist betimlemeleriyle aşkın, sevginin ve romantizmin aynı potada eridiği bir yapıt oluşu Rüzgâr Yükseliyor’u benzerlerinden ayırıyor. Japonya doğası, kültürü ve coğrafyasına ilişkin de bilgiye boğmayan bir biçem satırlar arasına yedirilmiş ama bu kesinlikle didaktik bir motivasyon duyumsatmıyor.
DERİN BİR MELANKOLİ
“Rüzgâr Yükseliyor”, unutulan bir değeri de bize hatırlatıyor. Kültürlerin değişimi, neoliberalizmin tüm değerleri aşındırdığı, çılgınca bir tüketim arsızlığının revaçta olduğu toplumsal yaşamda; sevgi, aşk, fedakârlık gibi aşınmış erdemleri yoğun ama nostaljik bir ritimde duyumsatıyor yapıt. Bazı yerlerde melankoliye kaysa da… Romandan, “Setsuko, daha önceki insanın birbirini böyle sevmiş olabileceğine ihtimal veremem. Şimdiye dek senden bir tane daha olmadı ki. Ve benden de…” cümleleri buna yalnızca bir örnek diyebilirim.
Büyük bir aşk yaşarsınız, bu aşk hastalıkla sınanır, ölümle katmerlenir. Siz de bunun üzerine incelikli ve şiirsel bir dille roman yazarsınız ve yaklaşık yüz yıl sonra bile kendisine bir okur bulur bu roman. İthaki Yayınları’nın Japon Klasikleri seçkisinden çıkan “Rüzgâr Yükseliyor” işte tam da böyle bir edebiyat ürünü. Bakarsınız bir rüzgâr eser ve romanın sayfaları başka okurların da belleğine kazınır.