Tam da ‘mahalle karısı’ ağzı: Bak benim dedem senin büyük halana neler neler yapmış; bilmiyon mu; bal gibi...

Tam da ‘mahalle karısı’ ağzı: Bak benim dedem senin büyük halana neler neler yapmış; bilmiyon mu; bal gibi bilirsin de söylemezsin, söyleyemezsin; seni gidi kahpe.

Bunları, iki eliyle böğrünü okşaya sıvazlıya söylemek: Sapkınlığın her türlüsüne uzanabilecek, belki de çoktan uzanmış bir narsizmin tezahürü.

Aziz Yıldırım şikeci/çeteci mi; Haberal darbeci/Ergenekocu mu? Geçin bir kere Ergenekonculuğu; şaka gibi; cambazhane cazgırının boyalı leblebisi: Yaratık, çığırıyor herkes için ”o da Ergenekoncu, şu da” diye, “atın onu da içeri; yoksa, abime söylerim, seni de toplatır”. Abisi, sadece narsist değil; Oidipus kompleksi de var, bu iki adama karşı: Biri Fenerli, biri Rizeli ve ikisi de adeta birer ilah; epey bir aşağılardan baktığı için kendi gözünde; dolayısıyla, bunların burnunu sürtmek de, rüşt ispatı.

Benim için ise, tam bir ‘katharsis’; yani, bir anda temizleniverme kinden, nefretten, uktelerinden, kötü duygularından. Ama, işte tam bu noktada, üç ‘Koca Charles’dan en ufak tefeği, hani şu aslında bizden olanı, anacığı kaçmak zorunda kalmasaydı, bizim buralardan, can derdinde Françe nâm diyara, adı Şahnur kalacak olan, dikiliveriyor karşıma, kocaman, koskocaman; zira vuruyor insanın suratına şappadanak en evrensel hakikatı: “Seul l’amour peut tuer l’amour”; yani “aşkı yalnız aşk öldürür”; dolayısıyla kini, nefreti de yine ancak kin ve nefret.

Charles Aznavour bir şarkısında söylüyor bunu ve de çok doğru: Kütahyalısı, Kasımpaşalısı her gün her yerde boy gösteriyor olmasalardı avaz avaz, kin değilse de nefretim hâlâ Haberal ile Yıldırım’a akıyor olacaktı: Biri, takımının kaptanını dövdürtmüş beslemelerine; biri de Fransızca’yı yasaklatmış ‘üniversite’sinde, soykırıma soykırım dediler diye; ki bunlar da fazlasıyla yeter, adamı nefretlik etmeye, adam olanın gözünde.

Diğer iki ‘Koca Charles’ın biri, zaten adı üstünde Charlemagne (magne/magnus=koca, ulu, haşmetli), ötekisi de “Cezayir’de cinayet işliyoruz” dedi diye “içeri attırtsana” dedikleri Jean-Paul Sartre için “Mösyö Sartre, Fransa’dır” diyebilmiş 2 metre 4’lük, rikkat dolu yurtsever: Charles de Gaulle; bahçedeki kümesin önünden geçmez, geçse bile hiç o tarafa bakmazmış “tanıdığım tavuğu yiyemem” diye; Nato’yu da Paris’ten kovmuştu “ülkemde giremediğim tek bir oda bile istemem” diyerek. Bir de, hep yanlış bilinir, FNL (Ulusal Kurtuluş Cephesi) 800 bin şehit vermişti; ama, 1960’a gelindiğinde askerî açıdan tümüyle bitmişti; yine de de Gaulle referandum düzenledi “Cezayir Fransız kalsın mı” diye; sonuç ‘hayır’ çıkınca da çekti gitti; zira “süngüyle her şey yapılır ama, bir tek üzerine oturulmaz” ana dilinde söylenmişti.

Bu arada ‘Charles’ın ‘Şarl’ diye okunduğunu da söyleyelim: Evvelsi gün Fatih Altaylı, ‘Şarlıs’ Aznavur diyordu televizyonda, Galatasaray Fransızcasıyla. Aznavour ise, üç ay bile olmadı, Sarkozy Ermeniden çok Ermenicilik oynamaya kalkınca Erivan’da, “salt uktelerine, kinine, nefretine odaklanmış bir halk, yaşadığı felaketin üstesinden gelmek bir yana, kendi kendisini kendi elleriyle zehirleyip ölüme götürür” diyordu kendi soydaşlarına.

Sevgili Hrant da aynı şeyi yazmıştı, 6 yıl önce: Suçladılar, yargıladılar, mahkûm ettiler, sonra da katlettiler. Kendisini koruması gerekenler, bu işi yapmamak bir yana, cinayetin önünü açtılar adeta; sonra da, değil yargılanıp cezalandırılmak, sorgulanmalarına bile izin verilmedi; tam tersine hemen hepsi yükseltildi; vali yapıldı, vekil seçtirildi; bir iki jandarma rütbelisi yargılandıysa da, bu, hak, adalet uğruna ve Hrant’ın hatırına değil, askerofobi gereği yapıldı. Herkesin en mahrem görüntüleri, görüşmeleri, notları kaydedilip çarşaf çarşaf yayınlanırken devlet desteğinde/himayesinde, cinayet saatinde yapılan telefon görüşmelerini mahkemeye vermedi başbakanın adamları, ‘mahremiyete saygı’ adına.

Bir şebeke cinayeti kararttı; bu arada Nedim Şener’in de hayatını. En fazla midemi bulandıran ise, buradaki devlet terörünün baş sorumlusu, Fransa’ya ifade özgürlüğü dersi vermeye kalkarken, ‘yetmez ama evet’çilerin en azılılarının da ‘Hrant dostu’ olarak ortalıkta dolaşması. Mesele, ar damarı meselesi: Dün, hemen fırladılar ortalığa, “Uludere katliamı Erdoğan’a karşı bir Silivri-Kandil tezgahı” diye; en çirkefleri ise, her halde yarın dahil eder bu ‘tezgah’a, OdaTV üzerinden, ya Ahmet Hakan’ı ya da namert olmayan herhangi başka birini; Hüseyin Çelik de “terorist sanmışlar” diyor; yani, terorist olsalardı, ortada ne silah, ne çatışma, hiçbir şey yokken sırf ‘canlı kürt’tür diye insanların tepesine bomba yağdırmak meşrû bu AKP’linin gözünde.

200 bininci defa tekrarlıyorum, özellikle cahiller için: Eylemin somut içeriğinden bağımsız ‘terör’ diye bir şey yoktur; dolayısıyla ‘terorist’ de bir cins isim değil, sadece bir sıfat olup, ‘dehşet/tedhiş’ kavramları bin yıldır dilimizde varken terör, terorizm gibi içeriği muğlak yabancı terimleri resmî metinler üzerinden hayatın bütün alanlarına dayatanlar, varlıklarını şu ya da bu şekilde/ölçüde Yeni Dünya Düzeni’nin patronlarına maşalık etmeye bağlamış emek düşmanı/kan düşkünü asalak unsurlardır.