Evlilik aşkın dayanılmaz tutkusundan kurtulma imkânı vermiş, ancak bireysel arzuyu, idealleştirmeye yarayan, evliliği sürdüren küçük şeyler, yok etmiştir. Bu normalleşme dayanılmaz olduğunda ya da arzunun ayartıcılığına katlanılamadığında evlilik biter.

Aşkın gözü kördür ama evliliğin değil

Murat Tırpan

Not: Bu yazı okuyucunun filmi izlediğini varsaymaktadır.

Evlilik nedir? İki insanın soyun devamı, birikimin korunması vs. gibi farklı nedenlerle yaptıkları toplumsal bir anlaşma mı yoksa Platoncu hikâyedeki gibi kişinin en sonunda bulduğu ruh eşiyle ömrünü geçirmek için dahil olmayı seçtiği bir kurum mu? Romantik aşkın kaçınılmaz sonucu evlilik midir yoksa tam aksine sonunda bu aşkı yok eden bir müessese mi?

Noah Baumbach’ın filmi Marriage Story bir evliliğin bitişine odaklanırken bu soruya bir cevap veriyor aslında. Film iki karakterin birbiri hakkında sevdikleri şeyleri listeledikleri bir sekansla açılıyor. Öyle küçük şeyler var ki burada; mesela Charlie için Nicole’un evin her yerine çoğu içilmemiş çay bardakları bırakması, ya da Nicole için Charlie’nin yemekleri kıtlıktan çıkmış gibi yemesi bile sevilebilecek şeyler. Bu “küçük şeyler” Kıvanç Sezer’in aynı adlı filmindeki gibi evliliği bitiren değil, aşkı başlatan, en azından sürdüren şeyler. Aşk küçük şeylerle tanımlanıyor, küçüklüğümün sakızlarından çıkan tariflere benziyor biraz. Buna âşık olunan nesnenin “idealleştirilmesi” diyebiliriz. Ancak Baumbach sert bir kesmeyle bu romantizmi bitiriyor, bir psikoloğun ofisindeyiz ve ayrılmak üzere olan bir çiftle baş başayız. Anlıyoruz ki ikili bunları boşanma danışmanı istediği için yazmışlar. Baumbach seyirciye diyor ki evlilik romantik aşkın bilinçli olarak normalleştirilmesi sonucunu getirir. Aşkı bitirebilir, ya da en azından bitmesini engelleyen bir garanti değildir.


Filmde kötü biri yoktur. Gerçekten de Noah Baumbach’ın filminin erdemlerinden biri bu; sinemada çatışması olan, ama kötü karakteri olmayan bir hikâyeyi anlatmak çok zordur. Gerçek hayat o kadar basit değildir ama Aristo’dan beri hikâyelerde kötüler kolayca ayrım yapılabilecek bir çatışma kaynağı sağlar. Bir karakter iyi, diğeri kötü ise, izleyicinin kime karşı olması gerektiği ve herhangi bir yüzleşmenin terimlerini tanımlamasının kolay olduğu ortada. Baumbach filmde boşanmış bir çiftin çatışmalarını acı veren uç noktalara kadar yükseltirken, meseleyi kolayca bir kahraman ve düşman eksenine dönüştürebilirdi. Ancak o zaten kariyerini (Mürekkep Balığı ve Balina, Frances Ha, Meyerowitz Hikâyeleri) kişisel yüzleşmelerde iyi ve kötü taraflar arasındaki gri alanları keşfetmek üzerine kuran bir yönetmen. Marriage Story de mutlaklık sunmayı reddeden böyle bir iş, bu haliyle de hayata çok yakın duruyor.

Filmde Adam Driver’ın canlandırdığı Charlie bir tiyatro yönetmeni ve Scarlett Johansson’ın oynadığı Nicole şu anda Charlie’nin şovlarında rol alan eski bir sinema oyuncusudur. Kötü kişi yok dedik, peki filmde Charlie daha suçlu görünmüyor mu? Çünkü adam set amiri kız ile birlikte olmuş, eşini aldatmıştır. Filmde aldatma ilişkiyi bitiren yegâne şey değildir, aldatma aslında ilişkiyi bitme noktasına getiren şeylerin bir sonucudur. Charlie “kanepede yatmak zorunda kaldığı bir gecenin ertesinde” beraber olmuştur set amiriyle. Adamın “Onunla yattığıma değil onunla güldüğüme üzül!” sözleri bunu ifade eder.

Filmin iki unutulmayacak sekansı var, açılışta çiftlerin birbirlerini neden sevdiklerini anlattığı kısım ile filmin ortalarındaki büyük bir kavga. Bu iki sahne diyalektik bir anlam ifade eder. Charlie ve Nicole büyük bir kavga ederler ve birbirlerine nefret kusarlar. Charlie kadına “Çocuğumun üzülmeyeceğini bilsem yarın ölmüş olmanı dilerdim” diyecek hale bile gelir. Elimizde birbirini çok sevmiş bir çift var, ardından birbirinden nefret etme düzeyinde bir çift. Bu tez ve anti tez ikiliği filmin sonunda bir senteze bağlanır, ayrılmış ama birbirinin bağcığını bağlayacak kadar hala seven bir çift. Bilindik “sevenler ayrılmasın” dersi değil bu, sevenler yeni bir ilişki biçimi içinde devam edebilirler.

Peki, evliliğin sürmesi mümkün değil mi? Gayet “ucuz” bir filmden çok çarpıcı bulduğum bir örneği kullanalım. Bay ve Bayan Smith filminde Brad Pitt ve Angelina Jolie evliliklerinden fena halde sıkılmış ve buna deva bulmak için terapiste başvuran bir çifttir. Ancak birbirinden sakladıkları bir şey vardır, aslında rakip iki organizasyona profesyonel tetikçi olarak çalışmaktadırlar. Daha sonra anlarız ki her birine diğerini öldürme görevi de verilmiştir. Evlilik birtakım katillerin normal görünmeleri için bir kılıf mıdır? Evlilik sonunda birbirini öldürmek zorunda kalacak iki katilin birlikteliği midir? Yoksa evlilik o kadar sıkıcılaşır ki taraflar bunu yok edebilmek için katil oldukları fantezisini mi kurarlar? O film tez antitez sentez üçlüsünü olumsuzun olumsuzlanması noktasına götürür; elimizde mutsuz bir çift vardır (bir zamanla mutluydular), sonra bir çift kiralık katil ve sonra yine aşk. Filmin sonunda çift evlerini tamir ederler! Peki, Charlie ve Nicole de öyle olduklarını bilmeyen iki katil midir, evlilik mutlaka bir ölümle mi biter?

Marriage Story’de çiftin birbirini sevmesine neden olan ayrıntılar birbirlerine (filmin sonu hariç) asla okunmaz, geçersiz kılınmıştır bunlar artık. Her evliliğin doğasında olan “eşi idealleştirme” yok olmuştur. Evliliğe dair Pascalcı formül “Eşini sevmiyor musun? O halde onunla evlen, ortak bir hayatın ritüellerini benimse ve aşk kendi kendine ortaya çıkacaktır!” değil, tam aksine şudur: “Birine çok mu âşıksın? O halde evlen, aşırı tutkulu bağlanmandan kurtulmak, onu sıkıcı gündelik işlerle ikame etmek için ilişkini ritüele dönüştür” O kişiye çılgınca âşık mısın? Öyleyse evlen onunla ve gündelik yaşamında onun nasıl biri olduğunu, tüm o kaba tiklerini, sefilliğini, pis donlarını, horlamasını bir gör! Aşkın gözü kördür ama evlilik göz doktoruna gitmektir. Evlilik aşkın dayanılmaz tutkusundan kurtulma imkânı vermiş, ancak bireysel arzuyu, idealleştirmeye yarayan, evliliği sürdüren küçük şeyler, yok etmiştir. Bu normalleşme dayanılmaz olduğunda ya da arzunun ayartıcılığına katlanılamadığında (set amiri) evlilik biter. Evlilik bir aşk tutkusunun kamusal düzenin Büyük Öteki’sine kaydedilip, devlet ve nihai büyük öteki olan Tanrı tarafından tanınması işlemiyse bu durumda da “kayıt sildirme” işlemine yani boşanmaya gerek vardır. Devreye yine düzen girer, avukatlar işleri karıştırır, aşkın son kırıntılarına da zarar verirler. Filmin tek kötü adamı belki de bu anlamda hukuk düzenidir. Marriage Story bu yüzden hukuk mücadelesi sürecine uzun zaman harcar. Sistem kendi bozulmuşluğunu kişilere de aktarır, boşanma bir iştir, birileri için para kapısıdır.


Marriage Story hüzünlü bir film, bu hüzün daha çok şuradan kaynaklanır, Charlie ve Nicole ayrılıyor, ama yine de birbirlerini seviyorlar. Birbirlerine duydukları hassasiyet kaybolmuyor ve birbirlerinin hayatlarının bir parçası olarak kalacaklar. Onları boşanmaya iten, büyük, dramatik bir olay aslında yok.

Evliliğin kendisi sevilenin gönüllü olarak arzu nesnesi olmaktan çıkarıldığı bir süreçtir, iki taraf da iki katil gibi yavaş yavaş ideal eşlerini öldürüp normalleştirirler. Lacancı terimlerle konuşursak, evlilik eşten “onda ondan daha fazla olan’ı, objet a’yı, yani arzunun nesne-nedenini çıkarır, eşi sıradan bir nesneye indirger. Bazen bu durum iş görebilir ve hayata katlanmanın bir aracı olabilir, ancak Nicole ve Charlie gibi iki farklı şehrin, yani iki farklı dünyanın iki güçlü egosu olan insanı söz konusu olduğunda; devreye tiyatro ve sinema/TV gibi yeni arzu nesneleri girdiğinde anlamsızlaşır işte. Baştaki sahnede iki tarafın da birbirini tanımladıkları cümlelerde tek bir ortak sözcük bulunur; ikisi de rekabetçidirler. Rekabetçi olanların arzu nesnelerine ve sürekli arzulamaya ihtiyaçları vardır!

Marriage Story kimseyi suçlamayan bir film, evliliğin arzu nesnesini normalleştirme özelliği ya işe yarayacaktır ya da buradaki gibi ayrılığa neden olacaktır, ki Baumbach’ın filmlerinde genellikle işe yaramaz. Charlie ve Nicole fotoğraflardan birbirlerini çıkararak, toplumsaldaki kayıtları silerek hayata devam ederler. Geriye birbirleri hakkında yazdıkları güzel şeyler, evin köşelerine bırakılmış yarı dolu bardakların anısı kalır.

cukurda-defineci-avi-540867-1.