Thora Gudmundsdottir, İzlandalı bir polisiye roman kahramanı. Boşanmış, 16 yaşındaki oğlu ve 6 yaşındaki kızıyla birlikte yaşıyor. İzlanda denince akla gelen soğuk iklimin tersine son derece sıcakkanlı olan bu avukat kadın, kahramanı olduğu romanlarda epey karanlık cinayet davalarının peşinde koşuyor.

Thora’nın soyadı, sonundaki ‘dottir’ (daughter/kız evlat) eki sayesinde ‘Gudmundsların Kızı’ anlamına geliyor. Eğer Thora oğlan olsaydı, soyadı ‘Gudmundsson’ olacaktı. Aynı şey, bu kadın kahramanın yaratıcısı olan Yrsa Sigurdardottir için de geçerli -‘Sigurdarların Kızı’.

Bu isim uygulamasını olumsuz anlamda cinsiyetçi bulanlar da olabilir tabii, ama ben ‘...oğlu’ soyadlı kadınların ülkesinde yaşadığım ve sürekli öldürülmelerine tanık olduğum için, bunu İzlanda kültüründe kadın-erkek eşitliğinin önemli bir göstergesi olarak görüyorum.

Tabii bu ‘...kızı’ eki her zaman aynı eşitliği vurgulamıyor. Benzer bir dil uygulaması Arapça’da da var: Erkek adları, mesela ’Ebu Talib’in oğlu’ anlamına gelen Ali bin Ebu Talib örneğindeki gibi ‘bin/ibn’ ile kurulurken, kadın adları ‘Fatıma binti Muhammed’deki (Muhammed’in kızı Fatıma) gibi ‘binti/bintü’ ile oluşturuluyor. Ama buradan eşitlik değil, 21’inci yüzyıla kadar uzanmayı başarmış bir kadın düşmanlığı çıkıyor.

Bu iki coğrafyanın arasında sıkışıp kalmış ama ne yazık ki ikincisinin kültüründen beslenen, 8 Mart’ta “Bugün her alanda kadının adı varsa bizim sayemizdedir.” diyen ‘adam’ın iki hafta sonra tam bir darbeci mantığıyla gece yarısı bir kararname çıkararak İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettiği bu ülkede yaşamak her gün biraz daha zorlaşıyor. Ama özellikle bu zorluk sayesinde, bu ülkenin kadınları özgürlük ve eşitliklerini kazandıklarında değerini bilecekleri için her şey çok güzel olacak.

***

Yaşar Kemal’in Çukurova ve Toroslar için yaptığının bir benzerini Kapadokya için yapan Gürsel Korat’ın Güvercin’e Ağıt adlı müthiş romanında, Anadolu ortaçağının en karmaşık günlerindeki inanç çeşitliliğinin kadın-erkek ilişkilerine yansımasını gösteren şöyle çok güzel bir pasaj var:

"Çiftaslan Dergahı'nın halifesi kadındı. Bu durum Anadolu'da o zamana kadar görülmüş bir şey değildi; tüm dervişlerin erkek olduğu bir dünyada bir kadının derviş olması, değişik dinlerden gelen müritleri tek çatı altında toplayıp tanrıyı erkek yüzüyle imleyen öğretiyi yadsıması şaşırtıcıydı. Gülbeyaz'ın başını çektiği dergâh bu nedenle bağımsız bir ocaktı; çünkü ne Hacıbektaş Abdalları, ne Mevleviler ve ne de Baraklılar için bir kadının halifeliği kabul edilebilir bir görüş değildi. Gülbeyaz Hatun'un sorusu şuydu: Tanrı erkek midir? Erkek ise kadınlar hangi varlıktan türemiştir? Eğer kadın erkekten türemişse neden şimdi erkeği de kadını da yine kadınlar doğurmaktadır? Bu bir çeliş¬kidir ve tanrı kendisiyle çelişemez. Bu durumda tanrının erkeği de kadını da ayrı ayrı yaratıp sonra da birleşmelerini buyurmasından başka bir şey akla yakın değildir. Haydar-ı Zülcelal'in başını çektiği Çiftaslan öğretisinin simgesi erkek yüzü değil de çift gövdeli tek başlı bir aslan olduğuna göre Haydari dervişlerin tanrıyı erkek yüzüyle düşünmeleri saçmadır. Aya Dimitri hazretleri zıtlıkların bir arada olduğunu göstermek için kiliselere çift gövdeli tek başlı aslan resimleri çizmişti ve bu aslanlan kadın ve erkeğin zıtlığını ve birliğini temsil etmekten başka bir anlamı yoktu." (Gürsel Korat, Güvercine Ağıt, İletişim Yay., İstanbul, 1999, s.21)

Gülbeyaz Hatun’dan Gudmundsların Kızı Thora’ya doğru böyle bir yol var işte, üzerinde coşkuyla koşulacak bir yol.