Geçen yazımda anlatmıştım, bedavaya kapattığı yeni ama hepsi defolu malları açtığı yer tezgahında sağlam diye pazarlayan, ancak foyası meydana  çıktığında başına neler geleceğini de bildiğinden, zabıta memuruyla önceden anlaşıp bir süre sonra kendini kovalattırtan üç kağıtçıyı. İnsanları kandırmış ve müşterilerini kazıklayıp haksız kazanç elde ederken zabıtanın şahsında kamu gücünü de fesada bulaştıran kendisi olduğu halde masum, mağdur ve mazlum konumuna geçiyordu ve bu bana ‘her nedense’ hep AKP’yi çağrıştırıyordu.

 Diyelim ki, adam her ne satıyorsa, işte ondan aldınız.  Eve varınca kullanmayı denersiniz: “Hay Allah, mal bozuk çıkmış”tır. Oysa, mal bozuk çıkmış falan değil, siz bozukluğu satın almışsınızdır; daha doğrusu, o tezgahta, sizden ve sizin dışınızdaki bütün diğer müşterilerden de bağımsız olarak pazarlanan, dolayısıyla o tezgahın müşterisi olduğunuzda alabileceğiniz tek şey bizatihi ‘bozukluK’turr; zira o tezgah gözlerden uzakta, el altından, karanlıkta, kapalı kapılar ardında yapılmış pazarlıklar, varılmış mutabakatlar, kurulmuş ittifaklar zemininde açılmış bir tezgahtır.

 ‘Yetmez ama evet’çilerin beyni en fazla gravyerleşmiş olanlarından biri haykırıyordu evvelsi gün, canhıraş, AKP’ye hitaben, bira yasağı ‘skandal’ı vesilesiyle: “Bir çuval inciri berbat ettiniz”. Tamam ortada binbir torbadan oluşmuş devasa bir çuval var; ama o çuval, incir çuvalı falan değildi ki bir çuval incirin berbat edilmesi söz konusu olsun. Çuvaldan çıkartıp sana bir incir veriyorlardı, -ki, her torbaya herkese göre bir incir yerleştirmek bunların özel uzmanlık alanı-  sen de çuvalı incir çuvalı zannediyordun.

 Ali Bayramoğlu, bu yaratıklarla tabii ki bir tutulmamalı; ama, o da diyordu ki, “bunca yol alınmışken ….”. Tamam epey bir yol aldılar, hatta ‘erken kifayet’ yanılgısı içinde finale geldiklerini de sanıyor olabilirler ama, bu yol neyin yolu, ne yönde bir yol? Benzer şekilde, “tam da barış umutları yeşermişken …” diye lafa başlayanlar oldu; olmaya da devam ediyor dönem dönem, konjonktür konjonktür. Bunlar tam tamına, adamı günlerce aç bırakıp öldürdükten sonra “tam da açlığa alışıyordu ki, gidiverdi garibim” diye yerinen fıkra kahramanına benziyorlar.

 Bayramoğlu’na yapılan çirkefliği kınamak iyi güzel de, bu tür çirkeflikleri hayat kaynağı ve varoluş tarzı haline getirmiş olan güruhu gittiği her yere yanında taşıyarak taltif ve teşvik eden, muteberleştirip cesaretlendiren Erdoğan’a laf etmemek fazlasıyla oportünist bir ikiyüzlülük. Hakeza, bir de Hrant’ın (çoğu da posthume=ölüm/defin sonrası) ‘arkadaş’ları var; onların yaptığı da muhayyel ve/veya mütekait bir Ergenekon üzerinden muvazzaf ve fiili Ergenekon’un üzerini örtmek: Ne Cemil Çiçek dediler ne Ramazan Akyürek; ne MİTçilerden söz ettiler ne de Vali veya Emniyet Müdüründen. Ramazan münasebetiyle özel ateşkesçiler de, aslında her şeyi dinsellik fonu üzerinden Yeni Dünya Düzeni’nin dayattığı parametrelere hapsetme peşindeki AKP’nin konu mankenliğinden başka bir şey yapmıyorlar. Bu arada, üzerinde çok daha uzun ve çok boyutlu olarak durmak lazım; ama, yine de değinmeden geçmeyelim: Çamlıca’nın tepesine cami dikme projesi, doğrudan doğruya laikliğe aykırı, bölücü, meydan okuyucu bir savaş projesi; üstüne üstlük sadece görgüsüzlük, Vandalizm ve cehalet değil, buram buram ‘fallik dönemde fiksasyon’ da kokan. Politik olarak ise çok ucuz: Karşı çıkan herkesi din düşmanı ilan etme şantajı üzerinden esir alma hesabına dayanıyor.

Ucuzluk deyince, başbakanın insanların burnunu nasıl sürtebileceğini bir kez daha ispatlamak üzere geçilemez kıldığı köprülerden geçişi parasız ilan etmesi geliyor; ardından bir iki Kürtçe konser ve TRT Şeş’i Kürtçe ”hayırlı olsun”la açarak Kürtleri tavlama hayal ve projesi; ama, en çok da, ‘büyük devlet’in Dolmabahçede’ki ‘kahvaltılı açılım’ soytarılığına katılmadı diye, Tarkan’ın evini basıp kendisini de kokainman ilan ederek içeri alma alicenaplığı.

Neyse biz, bir türlü cevabı verilmeyen birkaç soruyu sıralayalım: Uçağa ne oldu; Uludere’de vur emrini kim verdi; Urfa’daki tutsakları diri diri yakmak kimin marifeti; kadın cinayetlerini patlatma karşılığında da Suudilerden mali destek alıyor musunuz; önümüzdeki bayram Şam’da şeker yiyebilecek miyiz; Silvan saldırısının, Serap’ı yakanların, Kumrular bombacısının önünü kim açtı; Manisa’daki Arınç’a Ankara’dan suikast girişiminde bulunanlar kim; bir de, Türkiye’nin selameti konusunda da Putin’le görüş alış verişinde bulundunuz mu?