At yarışları oyun mu, kumar mı? Karar vermek zor. Oyun da diyen bir çoğunluk var, kumar da…

At yarışı sözcüklerini sanıyorum ilk kez teyzem Evser hanımın eşi Ekrem beyden duydum.

Ekrem bey iyi bir entelektüel, hayatın tadını bilen, uslanmaz bir at yarışı oynayanıydı. 80’li yıllarda emekli olduktan sonra Veliefendi’deki yarışları izlemek için İzmir’den İstanbul’a gelip bir süre konuğum da olmuştu.

Ekrem bey misali şair ve yazarlar arasında at yarışına gönül verenlerin başında Necip Fazıl gelse gerek…

Üstadın bu konuda pek maharetli olduğu ve hatta Jokey Kulübü için “At’a Senfoni” başlıklı bir kitap yazdığı bilinmektedir.

Orhan Veli de at yarışlarına tutkundur.

Orhan Veli ile Fahir Aksoy, Ankara’da bir gün at yarışlarına gitmeye karar verirler, fakat paraları yok.

Orhan Veli’nin aklına felsefeci Prof. Nusret Hızır gelir.

Hemen kalkıp Hoca’nın evine giderler.

Hoca evde yalnızdır, eşi Neriman Hanım yoktur.

Orhan Veli de, Fahir Aksoy da sevinçten deliye dönerler.

Çünkü Neriman Hanım evde olsaydı Nusret Hızır’dan zırnık koparmanın olanağı yoktu.

Düşüncelerine göre en büyük sakınca ortadan kalkmıştır ve onluğa kavuş­maya çok az zaman kalmıştır.

Yarış edercesine durumu an­latırlar.

Hoca sakin sakin dinledikten sonra:

“Biraz gelir misiniz çocuklar,” der.

Yatak odasına gidilir. Komodinin çekmecesi çekilir.

Bir sürü para: Beşlikler, onluklar, ellilikler, yüzlükler kenetlenmiş bir durumdadırlar.

Hoca bakalım, hangisini kulağından tutup Orhan Veli’nin eline sıkıxtıracaktır.

Telaş ve heyecan içinde bir bekleyiş başlar. Sonra aralarında şu konuşma geçecektir:

“Şu paraları gördünüz mü?”

“Gördük.”

“Gördük, gördük tabii.”

“İşte ben bu paralardan bir tekine dahi dokunmak yetkisine sahip değilim.”

Orhan Veli son noktayı koyar:

“Sen söyle hangisini vereceğini, biz dokunuruz, böylece yetkini kötüye kullanmamış olursun.”

“Onlar sayılıdır Orhan, hiçbirine, ama hiçbirine dokunamayız. Aksilik bu ya, bende de yok. I am sorry, ne yazık ki size hiçbir yardımım dokunamayacak.”

“Hoppala.”

“İnanın ki bu böyle, uydurmuyorum.”

Ve at yarışı srüvenide o gün için orada sona erecektir.

Bugün tanıdığım iki at yarışçısı var. Biri Ülkü Tamer, biri de benim ona “Abi”, onun bana “Baba” dediği Ahmet Erhan…

Ülkü Tamer at yarışına arkadaş olarak sigarayı seçerken, Ahmet Erhan kaybedişin tesellisini “bira”da arayacaktır.

Erhan, Silivri’de yaşadığı son günlerde evde yarış kuponlarını doldurur. Fakat hava çok kötüdür, ortalığı seller sular götürmektedir.

Evden çıkmanın olanağı yoktur.

Bir arkadaşını çağırır, kuponu ganyan bayiine yatırsın diye…

Fakat hava muhalefetinden dolayı arkadaşı da kuponu yatıramayacaktır.

Bunun üzerine arkadaşına şöyle diyecektir Ahmet Erhan:

“Boş ver, iyi oldu. Bu kez bir kazandık, Jokey Kulübü kaybetti.”

Şimdi soracaksınız: “Sen hiç at yarışı oynadın mı?”

Evet, İzmir’de Şirinyer’de bir arkadaş ile at yarışına gittik. Ortaklaşa bir altılı ganyan oynadık.

Bu sırada arkamızdan gelen biri, gişenin bütün kuponlarını aldı. Bunun üzerine arkadaş bizim kuponları da ona verdi.

Nedenini sorunca, “İşin raconu budur” dedi.

Ve sonunda yarışı o adamın para yatırdığı at kazanacaktı.

Sanırım ilk büyük bir serveti de orada yitirmiş oldum.