Son yılların moda akımlarından biri, büyük şirketlerin ulusal gün ve bayramlarda dokunaklı, etkileyici, insanın gözünden iki damla yaş akıtmak üzerine kurulmuş reklam filmleri çektirmeleri. Atatürkçü kitleler bu reklam filmlerini gerçekten hislenerek, bir duygu patlaması içerisinde izliyorlar. Sosyal medya ise bu duygu patlamasını kolektifleştiriyor; bu filmleri izlemek, izlettirmek, paylaşmak, bunlar üzerine söz söylemek, bir tür politik ayine dönüşüyor, bu da tüm ayinlerde olduğu gibi manevi bir doyum, bir tatmin yaratıyor.

Bunun gerisinde ise bir tür çaresizlik var. Bu filmler üzerinden yitirilen bir geçmişe ve geleceğe, elden kayıp giden bir devrime, bir cumhuriyete, bilinçli ya da bilinçsizce ağıt yakılıyor. Atatürkçü olarak adlandırılan kitlelerin önüne siyasi bir program konulmadığı, bu kitleleri politize edecek bir aktör olmadığı, bu kitleler siyaset sahnesinde yer almadığı ölçüde, Atatürkçülük bir dünya görüşü, bir politik duruş olmaktan çıkıyor, bir hissiyata, burukluğun ve küskünlüğün damgasını vurduğu bir romantizme, “geçmiş güzel günlere özlem”e, yani nostaljiye dönüşüyor.

Öte yandan, Atatürkçü kitlelerin azımsanmayacak bir kısmı açısından bu filmler –mış gibi yapmaya yardımcı oluyor. Bu filmler sayesinde, daha kolay rejim değişmemiş gibi yapılabiliyor, daha kolay Cumhuriyet çökertilmemiş, kurumları ele geçirilmemiş gibi davranılabiliyor. Hakikat katlanılamaz hale geldiğinde en kolayı inkâr etmek çünkü ve bu filmler bu inkârı besliyor, güçlendiriyor, yaygınlaştırıyor.

Dahası, bu filmler, bugünlere nasıl gelindiğinin üzerini örtüyor. Türkiye sermaye sınıfı, sanki sol düşmanlığıyla, sol korkusuyla İslamcılara iktidar kapılarını açmamış, sanki Cumhuriyet’e ihanet etmemiş, sanki 12 Mart’a, 12 Eylül’e, Kenan Evren’e, Turgut Özal’a övgüler düzmemiş gibi, bu filmler üzerinden hem kendini aklıyor hem gerçekleri gizliyor.

Oysa bugünlere durup dururken gelinmedi, İslamcılık, tarikatlar, yeşil sermaye durup dururken güçlenmedi. “Komünizme karşı dinini bilmesi gereken nesiller”den, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden, İlim Yayma Cemiyeti’nden, Türk-İslam sentezinden, Milliyetçi Cephe hükümetlerinden, Fethullahçı çeteden, Mumcu’ların, Turan Dursun’ların öldürülmesinden, Sivas katliamından bugünlere gelindi. Sol bitirildikçe, sol ezildikçe, sola tekme tokat girişildikçe, ülkede İslamcılık yükseldi, halkın inançları, dini duyguları daha kolay istismar edildi, daha kolay sömürüldü ve sermaye, Koç’u’yla, Sabancı’sıyla, TÜSİAD’ıyla bunun bir parçasıydı, Cumhuriyet’i birlikte yıktılar ve şimdi hiç utanmadan o filmleri çektiriyorlar, hiç utanmadan timsah gözyaşları döküyorlar.

Her siyasal mücadele, mevcut duruma dair tespitlerle başlar, o tespite göre bir yol haritası çıkarılır. Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin, bir siyasal mücadele içerisine gireceklerse öncelikle bu saçma sapan filmlere gözyaşı dökmeyi bırakıp, bir durum tespiti yapmaları gerekiyor. Durum o reklam filmlerindeki gibi değil, durum “memleketin bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş” sözündeki gibi. Cumhuriyet yıkıldı, rejim değiştirildi ve inşa edilen rejimle Cumhuriyet’in ve kurucu felsefesinin uzaktan yakından alakası yok.

Bu gerçekler görülmeden, o reklam filmleriyle kendini kandırmaktan vazgeçmeden, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i nostaljik ve romantik değil, politik bir bilinçle kavramadan, yeni bir cumhuriyet kurmanın politik bir mücadele olduğunu bilmeden tek bir adım bile atılamaz. Hakikat budur ve hakikatten kaçarak varabileceğimiz bir yer yoktur.