Cemal Granda, Başkomiser Mustafa Kamil Efendinin oğlu. Küçük yaşta Bursa'ya nakli mekân eylemişler. 15 yaşında ailecek ver elini İstanbul 1925. Kandilli'ye yerleşmişler.

Cemal Granda... Yemyeşil Yalova sırtlarında emekli ikramiyesiyle yaptırdığı minicik bahçeli evinde ömrünü tamamlarken, Atatürk'ün yanında geçen 12 yıllık hizmeti bir sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Ona geceli gündüzlü uşaklık ettiği için "kendini dünyanın en şanslı insanı" sayıyordu. Hatta "dünyaya bir daha gelmiş olsa" yine onun hizmetkârı olmayı isterdi.

Deniz yollarında kamarotluktan aklının kenarından bile geçmeyen bir işe, Atatürk'ün hizmetkârlığına seçilişinin hikâyesi, 1910 yılında İzmir'in Salihli ilçesinde dünyaya gelişiyle başlıyor. Granda, Başkomiser Mustafa Kamil Efendinin oğlu. Küçük yaşta Bursa'ya nakli mekân eylemişler. 15 yaşında ailecek ver elini İstanbul 1925. Kandilli'ye yerleşmişler. O zamanlar "Seyrüsefain" denen Devlet Denizyolları İdaresinde çalışmak üzere "gemilere yazılmış". İlk görevi; Karadeniz-Akdeniz seferi yapan Reşitpaşa vapurunda stajyer kamarotluk.

AYDA BİN LİRA KAZANABİLİRDİ
12 Haziran 1926'da "seyyar sergi" haline getirilen Karadeniz vapuruyla Avrupa limanlarında uzun bir geziye çıktı. Genç Türkiye Cumhuriyeti'ni Avrupa'ya tanıtmak ve kabul ettirmek için devletçe düzenlenen bu propaganda gezisi üç ay beş gün sürdü. Gezide iki İtalyan metrdotelle tanıştı. Çok şık giyinen metrdoteller, o zamanın parasıyla ayda bin lira kazanıyorlardı. Öyle ki, günde üç kez elbise değiştirdikleri oluyordu. İşte bu İtalyanlar onu heveslendirmişti. Onlara imrenerek garsonluğa geçti.

Atatürk'ü o güne kadar hiç görmemişti. Yalnız bir keresinde yine Karadeniz vapuruyla sefere çıkıldığında, bir telsiz emriyle yoldan dönüp Atatürk'ü Mudanya'dan alıp Bandır-ma'ya götürmüşlerdi. Gerek Mudanya'dan gemiye binerken, gerek Bandırma iskelesine çıkarken onu uzaktan korka korka izlemişti. Biri o an çıkıp da Atanın hizmetkârı olacağını söyleseydi, her halde ona çıldırmış gözüyle bakardı.

Gel zaman git zaman mahiyetine girdiği Atatürk, onun soyadını çok garip bulmuş, bunun anlamını öğrenmek istemişti: Soyadı kanunu çıktığında herkes pazardan karpuz seçer gibi isim beğenirken o da kendine gemilerde "ikinci direk" anlamına gelen "meslekten" bir soyadı seçmişti: Granda. Ama tercihini asıl belirleyen, o devrin sinema starlarından Karinen Miranda'ya olan umutsuz aşkı olmuştu. "Miranda-Granda". Sürekli Tayyare Piyangosu alıyordu. Eğer büyük ikramiye çıkarsa, gidip Carmen Miranda'yı alacak, onun soyadına kafiye uydurup, bir Granda ekleyecekti.

BEŞ YILLIK TREN TARİHİ
Atatürk'ün hizmetine girdiği 3 Temmuz 1927'den ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar yanında geçen 12 yıllık dönemde anılarından hatırda kalmış olanları 1947 yazından itibaren kaleme almaya başladı. Önce bunları bir kitap haline getirmeyi düşünmüyordu. Falih Rıfkı Atay'ın Hakimiyeti Milliye gazetesinde çıkan Samsun-Ankara demiryolunu anlatan "Beş yıllık tren tarihi" adlı bir yazısını okumuştu. Bu makale çok hoşuna gitti. Hatta o gecelerden birinde Atanın sofrasına konuk gelen Falih Rıfka Atay'ı bu yüzden tebrik bile etmişti. O sıra Atay'ın yanında bulunan Ruşen Eşref Ünaydın, Granda'ya "Sen de yazabilirsin" demişti. Halbuki o "ne haddime" diye kendine böyle bir şeyi yakıştıramıyordu, şaşırmıştı. Alt tarafı bir uşak anılarını yazacak ha... Olacak şey değil! "Nasıl yazarım" diye sormuş bulundu. "Madem ki konuşuyorsun, yazarsın da. İşte böyle bize konuştuğun gibi yaz, yazarlığın sırrı burada" demişti Ruşen Eşref.

Ancak tam da bu sıralar cesaretini kıran bir olay oldu. Dolmabahçe Sarayına şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadının (hauseda-me) saklı saklı tuttuğu notlar ele geçti ve bu yüzden işinden kovuldu. Granda aynı akıbete uğramaktan çok korktu. Ancak Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali de onu cesaretlendirenler arasındaydı. Bir gün Nişanta-şı'ndaki evinde ziyaretine gitmişti. Genç ve güzel eşi Füreyya'nm tazyikiyle o da anılarına yazıyordu. Kılıç Ali, elindeki bir belgeyi işaret ederek, "Cemal, bak şu 1926 nutku" dedi. Granda, "1926 değil efendim, 1927" diye düzeltince, dikkati Kılıç Ali'nin hoşuna gitmiş, "sen de hatıralarını yazmalısın" demişti. İşte bundan sonra aklına geldikçe hatırladıklarını not etmeye başladı.

'ATATÜRK'ÜN SOFRASI'
Atatürk'ün ölümünden sonra çok sıkıntıya düşmüş, üzüntülü günler yaşamıştı. 800 lira emekli maaşıyla ayrıldığı son işi Denizcilik Bankasının Termal Oteli Mubayaa memurluğuna gelinceye kadar hayli varta atlattı. İstanbul'da bir işte tutunamıyordu. Sonunda Atatürk döneminin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a gidip, kendisine bir iş bulmasını rica etti. Zonguldak'ta, Etibank Ereğli Kömür İşletmeleri İdare Amirliğinde Daireler Müdürü olan kardeşi İhsan Soyak'ın da himmetiyle işe yerleşti. Görevi kırka yakın binanın kontrolü, bekçi ve odacıların giyinmeleri ve temizliğe uymalarını sağlamaktı.

Bu işte çok bol zamanı oluyordu. Hatıralarını yazmaya burada hız verdi. 1959 yılında Şehir Gazetesi'nin Yazı İşleri Müdürü olan Kemal Onan (Con Kemal) bu yazılan gördü ve yayınlamayı istedi. O sıralarda Turhan Gür-kan'la tanıştı. Günlerce oturup, bazen gazete idarehanesinde, bazen Nuruosmaniye'deki İkbal Kıraathanesinde notları elden geçirdiler. Böylece Atatürk'e ilişkin anıları, Gürkan'ın düzeltmesiyle ilk kez 1959'un 4 Mart / 31 Mayıs 1959 tarihleri arasında, Şehir gazetesinde "Atatürk'ün sofrası" başlığı altında çıktı. Bunların içinde unutulanlar vardı. Sonradan yapılan eklerle gazete tefrikası 432 sayfalık bir kitap haline geldi ve takip eden yıllarda kitabı iki baskı yaptı. En son 1973'te "Atatürk'ün uşağı idim" başlığıyla Hürriyet Yayınlan tarafından basıldı.