Televizyon kanalları, gazeteler şehitliğin kutsallığından söz etmeye devam ediyorlar hâlâ. Vatan savunması gibi gerekçeler de ekleniyor konuşmalara. Kahramanlık hikayeleri, kalleşçe pusuya düşürülmeler, dolup taşacak şehitlik tepesi vs. Ama “artık” ateş, “gerçekten” sadece düştüğü yeri yakıyor.

Sosyal medyada, “medyaya yansımayan şehit yakınlarının tepkileri”, başlıklı görüntüler var. Yoksul, sokakların, yoksul evlerin, yoksullarının acıyla kavrulan bedenlerinden yükselen feryatlarına, şehit yakınlarının hükümeti protesto eden, ana avrat küfreden haykırışları karışıyor. Görüntülerin altındaki yorumlarda bu savaş neden soruları ve üzüntü ifadeleri de var ama ağırlıklı yorumlar daha farklı.

Görüntülerin eski olduğunu yazanlar var. Ne fark edecekse? RTE karşıtlarının kötü niyetli propogandaları olduğunu iddia edenleri de geçelim. Ölenlerin “maaşlı asker”, profesyonel oldukları, ölmelerinin de “normal” olduğunu yazan yorumlara ne diyeceğiz?.

Hatta bir yorum da “oğlunuz askerlikten gönderdiği paraları cebinize indirirken durum böyle değildi” diye bir ifade bile var. Bunu yazabilenin, iki ağlar sızlarlar sonra şehit maaşıyla yan gelir yatarlar, diye düşünebileceğini de bekleyebiliriz.

Şimdi bu yorumları, Zeytinburnu’ ndan göçmenleri sınıra götürme sırasına giren taksi, otobüs ve özel araç sahiplerini, sosyal medya fenomenine dönmekten mutlu Reis’ ine bağlı insan kaçakçısını ve o “meşum gülüşü” bir arada düşünün. Türkiye’ nin büyük bir hızla bir toplum, bir millet ve bir devlet olma halinden uzaklaştığının daha büyük bir kanıtı olamaz. Bu zihniyet kabile bile değil, örgütsüz çeteden öte tanımı yok.

Yıllardır ensarlığıyla övünenler şimdi ellerinde dört milyon rehine varmış da şantaj için kullanmaktan kaçınmayacaklarmış gibi konuşuyorlar. Sınırı geçebilen kişi sayısı bir kaç yüzken yetmiş bin insan gitti diyerek, göçmenlerin umutla sınıra yığılmalarını kışkırtmaya çalışan bir bakandan söz ediyoruz. 36 bizden gitti ama biz de iki bin onlardan götürdük, şu kadar da maddi hasar verdik diye hesap tutan ve kendini karlı bulan bir komutan var. Trump’ ın iştahını kabartmak için petrol yemi kullanmakla övünen bir Cumhurbaşkanı.

Olan yalnızca yoksullara olmuyor. Bu kirli hesabın bedelini yine biz ödeyeceğiz. Eğer, biz diyebileceğimiz bir Türkiye hala kalırsa.

Kendi bekaları ve rantlarından başka hiç bir ilkeleri olmayan, saf kötülüğün vücut bulmuş hali olan bir ittifakla karşı karşıyayız. Her birimiz onların gözünde pazarlığa sunulacak “kelle” den öte değere sahip değiliz.

Az değiliz. Sayıca onlar az gerçekten Onları çok gösteren ellerinde tuttukları güç. Azın kendini çok gösterdiği, çoğun kendini az hissettiği zamanlardayız. Bizi tüm farklılıklarımızla ortaklaştıracak son derece yalın ve güç gerektirmeyen bir payda var; Barış talebi.

Barış çadırının altında toplanmak için siyaseten aynı olmak gerekmiyor. Barış tıpkı Gezi gibi ve ondan çok daha büyük bir çadır, hepimizi içine alabilir.

Görüntülerde evladının ardından bir baba, ateş düştüğü yeri yakmasın herkesin ocağını yaksın diye haykırıyor. İlenmiyor o baba, beni, bizi yalnız bırakmayın diyor. Hissedin, bizi görün diyor. Asker olmaktan başka geçinme imkanı kalmayan yoksul gençlerin insanlıktan çıkmalarına neden olan bu düzene karşı birleşemezsek, bir daha bir toplum olma şansımız kalmayabilir.