Yakın tarihe ışık tutan kitaplar serisinden Ateşi Çalan Yolcular’ın ilk kitabı Ayrıntı Yayınları etiketiyle çıktı. Bu çalışma özelinde Şehriban Teyhani ve İlbay Kahraman ile bir araya geldik. İkiliden nasıl bir yol izlediklerini, çalışmanın siyasal boyutunu anlatmalarını istedik.

Ateşi Çalan Yolcular

Soner Sert

1957 yılında Erzincan İliç ilçesi Kerege köyünde dünyaya gelen Şehriban Teyrani, 1964’te ailesiyle birlikte İstanbul’a gelir. 1974 yılında devrimci mücadele ile tanışır. İ.D.O.D’ta aktif olarak yer alır. Dev-Yol Dev-Sol ayrılında Dev-Yol’da kalır. 1981’de gözaltına alınır. 1986’ya kadar Metris ve Sağmalcılar özel tip cezaevi önü mücadelesinde ailelerle birlikte hareket eden Teyrani, İ.H.D’nin kuruluş çalışmasında da aktif olarak görev alır.

1986 sonu Mersin’e yerleşir fakat Kırşehir firarı sonrası yeniden gözaltına alınır. “Mersin İ.H.D, Mersin Halkevleri ve ilk Memur Sendika çalışmasında Tüm BEL SEN kuruluşlarında kurucu üye olarak yer aldım. Kısa bir süre ÖDP’de çalışmalara katıldım. Mersin 78’liler Derneği kurucuları arasında yer aldım. Mersin Kadın çalışmasında aktif yer aldım” sözleriyle yaşamını aktaran Teyhani, Ateşi Çalan Yolcular 1/Kamer Teyhani isimli kitabın yazarı.

Uzun yıllar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde çalıştıktan sonra emekli olan İlbay Kahraman, Ayrıntı Yayınevi’nin ortaklığını ve genel yayın yönetmenliğini üstleniyor. Kendisini klasik olarak anlatmasını istediğimizde, “1981 yılında Devrimci Yol örgütü üyesi olduğum gerekçesiyle tutuklandım. Daha sonra bu iddiaların hepsinden mahkemede beraat ettim. 1983 yılında 1402 sayılı yasayla fakültedeki görevime bir gerekçe gösterilmeden (görülen lüzum üzerine) son verildi. 1990 yılında idare mahkemesinde açtığım dava sonucu görevime iade edildim” sözleriyle yanıt veren Kahraman, Ateşi Çalan Yolcular 1/Kamer Teyhani Kitabı’nın hem yayıncısı hem de anlatıcılarından biri.

Bu çalışma özelinde ŞehribanTeyhani ve İlbay Kahraman ile bir araya geldik. İkiliden nasıl bir yol izlediklerini, çalışmanın siyasal boyutunu ve önümüzdeki süreç içinde gerçekleştirmeyi düşündükleri çalışmaları anlatmalarını istedik.

Yaşamını yitirmiş bir arkadaşınızın, yoldaşınızın üzerine bir kitap hazırlamak fikri, size ne hissettiriyor? Acı, hüzün, keder, umut… Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?

Şehriban Teyhani: Son görev gibi gördüm unutulmasın diye tarihe not düşülmesini ve sınıf mücadelesi tarihi bir gün yazılacak ve o yazılacak tarihe bugünden minik minik notlar düşülsün istedim. O da bu büyük ve anlamlı tarihte üzerine düşeni yerine getirdi. Tabii ki bu saydığınız acı, hüzün, keder hepsi var. Hatta daha fazlası...

Umuda gelince işte o konuda belki de aynı anlama geliyor ama ben umut sözcüğünü kullanmak istemiyorum. O sözcükte bir yanıyla olmayacak bir şeyi istemek, beklemek anlamı da yüklü diye düşünüyorum. Hâlbuki bizimki umudun ötesinde, biliyoruz ve olacak diyoruz.

İlbay Kahraman: İnsanın sevdiklerini kaybetmesi kötü bir duygu. Biz devrimciler genelde katı insanlar olarak tanınsak da özünde duygusal insanlarız. Dostlarımızı kaybettiğimizde de en azından üzülür, sarsılırız. Kamer’in hastalandığı günden, ölümüne kadar birlikteydik. O günlerde her acıya Şehriban’la birlikte dayanmak zorunda kaldık ve birbirimizin omuzunda ağladık. Kamer’e doktoru çok fazla zamanının kalmadığını söylediğinde yanındaydım. Yıkıldığını ve yapacak daha çok şey vardı dediğini biliyorum. Bu aynı zamanda bir umudun ifadesiydi.

Biz geleceği geçmişin üzerine inşa etmek isteyen insanlarız. Geçmişteki hatalarımızdan ders alıp geleceği daha sağlam temeller üzerinde inşa etmeliyiz. Bu kitap da bu amaçla hazırlandı. Devrimci Yol’un az bilinen bir yönünü, işçilerin örgütlenme mücadelesini ve buradaki İstanbul teşkilatının rolünü bu mücadeleye katılan arkadaşlarımız üzerinden anlatmaya çalıştık.

Kitap, biçimi itibariyle belgesel sinemayı andırıyor. Çeşitli kişiler farklı zamanlar bir araya geliyor ve bir dönemin atmosferinde, eğrisiyle doğrusuyla bir kişiyi anlatıyor. Dolayısıyla türsel olarak bakıldığında, klasik bir biyografinin dışında bir çalışma. Siz bu hususta ne düşünüyorsunuz? Yola çıkarken biçimsel bir anlatı fikri var mıydı kafanızda?

Ş.T.: Kitabı ilk düşündüğümde sadece Kamer’in anlatılmasını istemiştim. İlerleyen süreçte arkadaşlarla sohbetlerde sadece Kamer’in yaşamını anlatmak ne Kamer’i tam olarak anlatacaktı ne de süreci. Çünkü Kamer 1974’ten aramızdan ayrıldığı 2000’e kadar kesintisiz bu mücadelenin içinde oldu. (Bedel ödedi sözünü o da ben de sevmeyiz ve doğru bulmayız.) Düşündüğü gibi yaşadı, bir devrimci, sosyalist gibi yaşadı ve sürecin önüne koyduğu sorumlulukları yerine getirmeye çalıştı. Ve böyle ayrıldı aramızdan.

Kamer’i anlatmak 1973 sonundan 1978’e kadar İstanbul Devrimci Gençlik mücadelesini 1978’den sonra Dev-Yol işçi çalışmasını ve 1973’e kadar gelen kabadayılık sürecini anlatmaktı.

Kitapta eksik olan bu sözünü ettiğim kabadayılık sürecidir. Çünkü ikinci kitapta Kamer’in kendi sözleri ve o dönemdeki gençlik mücadelesindeki arkadaşlarının anlatımları olacak.Yaşam çok yönlü olunca anlatmak da bir o kadar çok yönlü oluyor. Bu sohbetlerden klasik bir biyografiden ziyade sözlü tarih anlatımı, biraz belgesel tadında olsun istedim.
Hatta elimde bulunan tüm video çekimlerini hiç sansüre uğratmadan bir sayfa üzerinden yayınlayıp, oraya ek yapmak isteyen arkadaşlara da bu olanağı sunmak gibi bir proje olarak düşündüm, hâlâ da öyle düşünüyorum.

İ.K.: O dönemde görev alan veya tanıklıkları olan devrimciler şimdilerde 60-70 yaş arasındalar. Bazılarımız hâlâ olayları ilk günkü gibi ayrıntılarıyla anlatıyor, bazılarımız ise tarih ve olayları karıştırabiliyor. Bu yüzden farklı arkadaşlarımızın tanıklıkları birbirimizin eksikliklerini anlamamıza veya farklı bir pencereden bakmamıza yardım ediyor. Bu nedenle bu kitaplar klasik bir biyografi kitabı olmaktan ziyade bir döneme ışık tutacak çalışmalar olarak değerlendirilmeli.

Yayınevinizden çıkan her ‘yakın tarih’ kitabı, aynı zamanda hafıza meselesine içkin de bir üretim… Günümüzde, güncel siyasetin bu denli seri ve çabuk değiştiği bir ortamda, solun bellekle olan ilişkisini, özellikle yayıncılık bağlamında nasıl yorumluyorsunuz?

İ.K.: Ben tarihçi ve siyaset bilimci değilim, bu kitaplar eksiklikler içerebilir ama gelecekte solun tarihini yazmak isteyen tarihçi ve siyaset bilimcilere önemli bilgiler aktarıyor.

Türkiye’de sosyalistler kendi deneyim ve birikimlerini bir sonraki kuşağa yeterince aktaramamıştır. Biz bu dizideki kitaplarla bu deneyimleri toparlamaya çalıştık. Bundan sonraki görev siyasetçilere düşecek. Onlar bu bilgileri alıp, düzenleyecek, eksikleri tamamlayıp, yanlışları ayıklayarak geleceğe notlar düşecekler. Biz buna vesile olabilirsek görevimizi yapmışız demektir.

12 Eylül öncesi işçi örgütlenmesinde mücadele yürüten Kamer Teyhani’nin yaşamı ve siyaseti, bugüne, bugünün işçi örgütlenmelerine ne söylüyor sizce? Ne düşünüyorsunuz?

Ş.T.: Bugünkü sayısal istatiksel rakamları birebir hatırlamıyorum ama ülkede sendikalı işçi sayısı yaklaşık yüzde 10 ve her yıl 1200 işçi yaşamını iş cinayetlerinde kaybediyor. Hayatını kaybeden işçilerin sadece 20’si sendikalı. Kitapta örgütlü ve sendikalı işçi sınıfının gücünün neler yapabildiğini; Çorum Alpagutta, Erzurum Aşkalede ve daha birçok üretim yerinde kazandığı ekonomik, sosyal, siyasal kazanımlarına tanıklık ediliyor. Dolayısıyla örgütlü olmanın önemi belirtiliyor. Esas olanın da sendikalı örgütlenmenin yanı sıra sınıfın siyasi örgütlenmesinin öneminin altı çiziliyor.

İ.K.: Kamer 1970 sonrası devrimci mücadelenin içerisinde yer alan, sorumluluklar üstlenen önemli arkadaşlarımızdan biri. Hem gençlik hem de işçi örgütlenmesi içinde militan roller üstlendi. Onun siyasi yaşamını o günün devrimci mücadelesinden ve Devrimci Yol’dan bağımsız değerlendiremeyiz. Hepimiz bu yapının içinde aldığımız görevleri yerine getirmeye çalışan insanlardık. Öne çıkan ve başarılı olan arkadaşlarımız dönemin ruhunu ve Devrimci Yol’un mücadele anlayışını daha iyi kavrayan kişilerdir. Kamer bu arkadaşlarımızdan birisidir.

Bugün ise o günlerden çok farklı koşullarda yaşıyoruz. Sosyalistler Türkiye ve Dünya genelinde yenilgiye uğradılar ve prestijlerini kaybettiler. Devletler ise bizim örgütlenme zeminimizi kendi açılarından tahkim ettiler. Rakamları yanlış hatırlıyor olabilirim ama o dönem DİSK’in üye sayısı 600.000 civarında iken, bu gün tüm konfederasyonların üye sayısı 1.000.000’u geçmiyor. 12 Eylül sola karşı yapılmış, solun üzerinden buldozer gibi geçmiş bir harekettir. Dolayısıyla toparlanmak uzun bir süre gerektirebilir. O dönemde sosyalizmi görmeden ölmeyeceğim derken, şimdi torunlarım görsün diye mücadele ediyorum.

Çalışmada, Teyhani’yi odağa alarak komite olgusu üzerinde sıkça durulduğu görülüyor. Bu komiteleri sadece direniş merkezli değil de yönetim bazlı da yorumluyorsunuz. O gün, bu yapı neden bu denli önemliydi? Nasıl açıklıyorsunuz? Ek olarak bugün, bu siyasi yapının bir karşılığı var mı?

Ş.T.: Devrimci yol bir hareketi örgütlemek üzere değil hayatı ve pratiği örgütlemek üzere gelişen ve örgütlenen hareketti. Demokratik, çoğulcu mücadele anlayışına sahip, yerinden yönetimin önemini kavramış ve gereklerini yerine getiren bunun için de kolektif bir yönetim işleyişini hayata geçirmiş bir siyasal hareketti. Ayrıca alınan kararları işin öznesi olması gerekenlere aldırtan mekanizmaların kurulmasını öngörmüş bir hareketti. Komite, konsey, direniş komiteleri diye hayata geçirilmeye çalışılan ve hayata geçirilen şey, esasen kendi iç örgütlülüğünü sağlayan işçilerin, mahallelilerin, öğrencilerin, kadınların ve diğer tüm alanların tartışarak karar almasını sağlayan organizasyondu aslında ve bu gelecekte devleti yönetecek nüveleri bugünden örgütleyen örgütlenmeydi. Belli bir siyasal bakış açısıyla ülke genelinde koordinasyon görevini yerine getiren siyasal bir hareketti. Her zaman bir karşılığı var. 1988’lerdeki devrimciler sürecinde Halkevlerinin çalışmaları, gezi ve sonrası yapılan forumlar, doğrudan demokrasi tartışmaları, yatay örgütlenme denemeleri, herkesin oyunun eşitlenme talepleri, Soma direnişi gibi işçi eylemleri Dev-Yol’un bakış açısıyla benzerlikler taşır ve son olarak Dev-Yol bir bakışın nedeni değil o bakışın ürünüdür.

İ.K.: Bence Devrimci Yol’un en önemli saptamalarından biri ‘Direniş Komiteleri’dir. Bu solun mücadele anlayışını geliştirecek, birlikte olmanın yollarını açacak bir örgütlenme modeliydi. Diğer yanıyla temsili demokrasi-doğrudan demokrasi ikilemi içerisinde doğrudan demokrasi uygulamaları için, sıradan insanların inisiyatif almalarını kolaylaştıracak bir örgütlenme modeliydi. İş yerinde örgütlemeye çalıştığınız işçiyi, mahallesinde de yalnız bırakmıyor ve mücadelenin bir parçası olduğuna inandırıyordunuz. Bu işçiler gelecekte de sendikaları ve ülkeyi yönetmeyi öğrenecekti. Bu açıdan Direniş Komiteleri ve halkın kendini yönetmesi, yönetmeyi öğrenmesi demokrasi açısından çok önemlidir.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Ş.T.: Evet, var. Ateşi Çalan Yolcular 2’yi hazırlıyorum ayrıca İ.D.O.D’la ilgili ön çalışmalara başladım. Teşekkür ediyorum.

İ.K.: Hazırladığımız birçok kitap var. Hüseyin Cevahir için hazırladığımız bir kitap var. Ailesine 30 Haziran’a yetiştirme sözü vermiştim. Elimizde olmayan nedenlerle geciktirdik, sonbahara yayımlamaya çalışıyoruz. Kızıldere Katliamında yaşamını kaybeden yoldaşlarımız için anı kitaplar çıkarmaya devam edeceğiz (Daha önce Sinan Kazım Özüdoğru, Sebahattin Kurt, Saffet Alp, Cihan Alptekin kitaplarını yayımlamıştık). Ulaş Bardakçı için bir kitap yayımlamayı çok isterim.