Aralarında Metin Altıok, Behçet Aysan, Hasret Gültekin’in de olduğu 33 aydın ve yazarın gericiler tarafından öldürüldüğü, Sivas Katliamı’nın 29’uncu yılı. Sivas, ülke tarihinde karanlık bir sayfa olarak duruyor. Binlerce gerici tarafından Madımak Oteli’nin yakılmasıyla gerçekleştirilen katliam, siyasal İslam’ın önünü açan en önemli olaylardan. Ateş hâlâ yanıyor ancak şimdi bu ateşi söndürme, acıyı dindirme, ışığı büyütme vakti.

Ateşi söndür, ışığı çoğalt
Fotoğraf: Depophotos

Haber Merkezi

Bugün Sivas Katliamı’nın 29’uncu yılı. Dava dosyasındaki ifadelere göre bu katliam Hizbullah, İslami Hareket Teşkilatı, Kaplancılar gibi gerici yapılanmaların kontrolünde gerçekleştirildi. Altına mutlaka bir başka gerçeği de eklememiz gerekiyor “Devlet gözetiminde ve kontrolünde”. Bu yüzdendir ki Sivas Katliamı’nın üzerinden 29 yıldır geçmesine rağmen hâlâ tam anlamıyla aydınlatılmadı.

Katliam, 2 Temmuz 1993’te kültürel etkinlik için Sivas’ta bulunan ve aralarında Aziz Nesin, Metin Altıok, Behçet Aysan, Hasret Gültekin gibi çok sayıda aydın, yazar ve sanatçının kaldığı Madımak Oteli’nde gerçekleştirildi. Gün boyu devam eden gösteriler sonrasında sayıları 15 bini geçen gerici topluluğun otele yönelik saldırısı, otelin ateşe verilmesi ve 33 aydın ile 2 otel çalışanın yanarak yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.

Bu ülke kanlı tertipler, gerici ayaklanmalar ve sonuçlarında toplu katliamlar gördü. Her biri acıları uzun yıllar geçmeyen büyük yaralar açtı. Maraş, Çorum, Ankara Gar gibi liste uzar gider. Ama Sivas bir başka.

Tam bir gün boyunca, ülkenin en önemli aydınlarının, yazarlarının, sanatçılarının olduğu bir otel gericiler tarafında sarıldı. Kentin tam göbeğinde yüzlerce polisin ve binlerce askerin birkaç kilometre karelik alanda var olmasına rağmen tek birinin bile kıpırdamadı. Hem de sosyal demokrat bir partinin iktidar ortağı olduğu bir dönemde gerçekleşti katliam.




Şurası çok açık ki Sivas Katliamı bilinçli kısa ve uzun vadeli hayata sokulan bir programın en kanlı virajlarından biridir. Hem Türkiye’nin de içinde bulunduğu büyük Ortadoğu coğrafyasında hem de ülkede siyasal İslam’ın önünü açan ona karşı koyabilecek sol ve ilerici toplumsal muhalefeti ezen en önemli operasyondan. Büyük bir acı ve derin bir yara.

20 yıllık AKP iktidarının hazırlayıcısıdır. Dönemin Fazilet Partisi’nde sonra AKP’de önemli görevlerde bulunan birçok ismin sanık avukatı olarak sahne almaları tesadüf değil.

Sivas’ın ateşi hâlâ kor ve yanıyor. Karanlığı geçmedi. Ama ışığını da söndüremediler. Bu ışık aynı zamanda ülkenin her noktasından gerici iktidara karşı yükselen laik, demokratik ve özgür Türkiye talebinin kendisidir.

'LAİKLİĞİ KAZANACAĞIZ'

SOL Parti MYK Üyesi Göksu CENGİZ: 2 Temmuz 93. Türkiye yakın tarihinin en karanlık gününün üzerinden neredeyse 30 yıl geçmişken o günü yaratan dinci gerici karanlığın memlekette nefes alınabilecek bir yer bırakmadığı günlerden geçiyoruz. Tarikat ve cemaat ağlarının gençlerin hayatlarını korkunç bir karanlığa sürüklediği, çocuklarımızın cemaat yurtlarında, tarikatların eline bırakıldığı, kadınlarının yaşamlarının her gün tehdit altında olduğu, Medeni Kanun dahil olmak üzere kazanılmış haklarının hedef gösterildiği bir dinci gerici tek adam rejimi altında, belki bundan 30 yıl öncesinin karanlık toplum istencinin tam da ortasında yaşıyoruz. Hem 30 yıl öncesini hem de bugünü hazırlayan aydınlık geleceğimizi bunca acıyla sınayan bu dinci gericiliğin köklerini nereden aldığını ısrarla hatırlatmak neyle kavga ettiğimizi bilmek açısından da önemlidir.

Cumhuriyet tarihi boyunca emekçi halk kesimlerinin kendi kaderine sahip çıktığı, hakları için mücadele ettiği her dönemeçte parçalayıcı bir unsur olarak doğrudan emperyalizm tarafından örgütlenen dinci gericilik Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden bir darbe de örgütlemeye çalışmış FETÖ’ye kadar Türkiye emekçi sınıflarının karşısında konumlanmıştır. Geçmişini ve gelecek ülküsünü buradan alan Türkiye sağı yalnızca basit anlamda bir yaşam tarzı kavgasının ötesinde emekçi sınıfların doğrudan karşısında kendini konumlandıran bir siyasetin mimarıdır ve 80 darbesinden, Madımak Katliamı’na, Maraş’tan tek adam rejiminin Türkiye’sine kadar her dönemeçte emekçi sınıfların karşısında örgütlenmede konumlandırılmıştır. Bugün laiklik mücadelesine sahip çıkmak tam da bu sebeple sol bir toplum düşünde yatar.

SIKIŞTIKLARI ALAN

Türkiye’de sağın temellerini laiklik karşıtlığının örgütlenmesinden aldığı bilinen bir gerçek. Bugüne kadar birbirinin devamcısı olarak konumlandırılabilecek sağ siyasetin ana damarları hep benzer bir dinci gerici siyasetin halkın parçalanmasında kullanıldığı biliniyor. Ancak bugün geleceğe dair en çok kaygı oluşturan başka bir durum var ki memleketi bir arada tutan milyonların geleceğini tehlikeye atıyor. Bu da Meclis muhalefeti oluşturan bütün düzen partilerinin benzer bir gerici siyasetin parçası olmaya giden siyaseti ve dilidir. Verili ve değişmez bir sağ seçmen ve söylem tanımına kendini yaklaştırmak, belli bir oranda oy kazanabilmek vaadiyle süren bu konumlanış, muhalefet açısından elle tutulur bir sonuç doğurmamasının yanı sıra toplumun AKP’li ya da AKP’siz geleceği açısından da büyük bir tehlikedir. Mevcut gerici söylemin güçlenmesinin yarattığı tahribat bir yana aslının başarısız bir kopyası konumundan ileri gidemeyen bir muhalif söylemin kazanma gibi bir şansı olmadığını görmek zorundayız.

DEVRİMCİ BİR DEĞİŞİM ŞART

Bu ikilem bugün değişimin kıyısında bir toplum için siyasetin nasılı konusunda bize önemli ipuçları sunuyor. Bugün AKP iktidarını, tek adam rejimini ve beraberindeki tüm tarikat, cemaat ağlarını sağ, dinci gerici ve faşizan bir söylemi ve örgütlenmeyi kaybetme noktasına getiren yaşamlarına, özgürlüklerine, demokratik ve laik bir Türkiye’yi kazanma inancına sahip çıkan milyonların değişim için verdiği mücadeledir. Bugün toplumsal alanı belirleyen bu değişim isteğinin ve direnişin milyonlarca kadının ve gencin hayatını doğrudan etkilediğini, bu memleketle kurdukları bağı ifade ettiğini görmek mümkün. Ancak mevcut siyasetin muhalefeti de içine alacak şekilde doğrudan AKP zihniyeti tarafından belirlenişinin yarattığı ikilem mevcut siyasi iklimi dağıtacak bir devrimci dönüşüm söyleminin ve siyasetinin örgütlenmesine duyulan ihtiyacı daha da belirgin hale getiriyor. Bugün Sivas’ın ışığına sahip çıkacak, aydınlık, laik ve demokratik bir Türkiye siyasetini örgütleyebilecek devrimci ve sol bir siyasetin güçlenmesi bütün toplum kesimlerinin geleceğini değiştirebilecek, bugün dinci gericilik altında ezilen, paramparça edilen ve kendi geleceğine sahip çıkma iradesi kırılan, yoksulluğa mahkum edilen emekçi halk kesimlerinin ve elbette memleketin kaderini belirleyebilecek güçtedir. SOL Parti’nin çağrısı milyonların aydınlık bir gelecek talebini örgütleme bunun için laikliği birlikte kazanma çağrısıdır.

atesi-sondur-isigi-cogalt-1036157-1.

BU BİR DERS OLSA YİNE YAŞAR MIYIZ?

Behçet Aysan'ın kızı Eren Aysan: Bir Orta Çağ karanlığının topluma sunduğu, hâlâ o karanlığın isinden kurtulamadığımız bir yangın, katliam ve linç vahşetinde babam şair Behçet Aysan’ı yitirdim. Yaşasaydı belki sayısız şiire imza atacak, istediği romanı yazacak, bir yandan da hekimlik mesleğini sürdürecekti. Bir insanın kaybını şüphesiz ölümün katı gerçekliği içinde düşününce çaresizlikle bütünleşebileceğimiz bir sarmalda kayboluruz. Oysa toprak altına giden yalnızca beden değil, onun biriktirdiği değerler, bilgi ve yaratıcılıktır.

Açık konuşmak gerekirse hayatım boyunca babamın yaşam hakkının ihlali sonucunda yapacaklarının yarım kalmasının hüznünü atlatamadım. Yirmi dokuz koca sene geçmiş o karanlık günün ardından. Zaman, hileli bir zar gibi. Bu süre içinde her yıl yasımla özdeşleşen bir göreve dönüştü yazmak. Ama ilk defa yazının derdime derman olamadığı bir dönemin içinden akıyorum. Çaresizim. “Önce ekmekler bozuldu” demişti Oktay Akbal abimiz. Neler yaşadık, neler gördük; unuttuk tökezleyen, kararan, sararan her şeyi. Bir sürü öldürüme tanık bırakıldık Sivas’tan sonra da… Gazi, Ahmet Taner Kışlalı, Habemitoğlu, Dink, Tahir Elçi cinayetleri birbirini izledi. Gezi’de gül yüzlü evlatlarımızı yitirdik. Bugün hâlâ aynı cezasızlık sarmalının içinden akıyoruz.

Adaletsizlik kuşatıyor dört bir yanımızı. Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimini, yaşadığımız medeniyet kaybını, cehaletin başlar üstüne alınmasını düşünün. O yüzden yalnızca kendi acımızdan söz açmak; ne yalan söyleyeyim ayıp geliyor. Tanıdığım herkes kalbinde derin bir sızıyla dolaşıyor. Kıyaslanan, ötekileştirilen, bir tarafça kutsallaştırılan öldürümleri değil bütün öldürümleri içimde taşıyarak yazıyorum bu satırları. Başbağlar Katliamı’nda yavrusu öldürülen bir ananın gözyaşından taşıyorum. En iyi biz anlarız birbirimizi. Bir tek bunu biliyorum.

Irk, dil, nefret, mezhep ayrımına girmeden insanların kucaklaştığı bir aralık yaşansa, Sivas Katliamı bize en büyük ders olsa diyeceğimiz günleri sizce yaşar mıyız? Babam Behçet Aysan’ın, “Birgün bir nar ağacının dibinde yine/ bir başka çocuklar / Türkiye’yi konuşacaklar…” dizelerine ihtiyacımız var!

'İNSANLIK SUÇUNDA ZAMANAŞIMI OLMAZ'

Sivas Katliamı davası avukatı Şenal Sarıhan: Davanın 29’uncu yılındayız. Bu davanın sanıkların yargılandığı üçüncü aşaması. Davanın devam ettiği sırada çok sayıda sanık tahliye edilmişti. Bir grup sanık haklarındaki ceza kesinleşmiş olmasına karşın yakalanamadılar ve yurtdışına çıktılar. Bir kısım sanık hakkında da bozmadan sonra ifadelerine başvurulamadı. Bozmaya karşı ne dedikleri sorulamadığı için bunlar hakkındaki mahkemeler devam etti. Ceza alanların infazı yapıldı mı yapılmadı mı bu bilgilere sahip değiliz. Firariler zaten yurtdışındalar ve iade edilmediler. 1993’ten bu yana mahkeme yürürken tahliye edilenlerin hiçbiri hemen hemen yakalanmadı.

Yakanların kişisel değil, siyasi olarak husumetleri vardır. Onların dini inanışlarına, siyasi olarak düşmanlıkları vardır. Bu tür katliamlar sistemli biçimde yürümüştür. Hâlâ da devam ediyor, birtakım Alevi evlerinin kapılarına çarpı konulması gibi. Bizce insanlık suçudur ve zamanaşımına uğramaması gerekir. Bütün çabalarımıza rağmen bugüne kadar firari sanıkların herhangi bir iadesi sağlanamadı. Sadece biri yakalandı ve ceza oldu bunların dışında yakalanma gerçekleştirilemedi. Ayrıca dosyaya göre 15 bin eylemci var bunların yalnızca 151’i ceza aldı. Bu da bir hukuki eksiklik olarak önümüzde duruyor. Emniyet’in yeterli bir çaba göstermediğinin işareti olarak duruyor. Bundan da önemli olarak bu yargılamada bu eylemleri gerçekleştiren örgüt hakkında herhangi bir örgüt gündeme gelmedi. Oysa biz esas hakkındaki mütalaamızda bu eylemin dinci gerici bir koalisyon tarafından gerçekleştirildiğinden söz ettik. Bu iddialarımız ne yazık ki kabul edilmedi. Bunlar değerlendirilmedi. Böylece bir grup kişinin kendi iradeleriyle yaptıkları bir eylem gibi ortada kaldı. Davanın bugüne kadar gündemde kalmasında ailelerin büyük bir payı var. Onları duruşma kapılarından ancak kendi ölümleri ayırabildi. Şuna inanıyoruz ki çoğu zaman yargı kararlarının yazmadığı kararı tarih karar verir. Tarih bunu insanlığa karşı bir suç olarak nitelendirecektir.

DEVLET DESTEKLİ YARGILAMA

26 Mayıs 1993
Salman Ruşdi’nin basılması yasaklanan ‘Şeytan Ayetleri’ kitabını Aziz Nesin, Aydınlık Gazetesi’nde yayımlamaya başladı. 1 Temmuz’da Sivas’ta başlayacak ve Aziz Nesin’in de katılacağı 4. Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri öncesinde kentte “Bugün hesap günüdür” bildirileri dağıtıldı.

1 Temmuz 1993
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne katılmak için çok sayıda aydın, yazar ve sanatçı Sivas’a gitti. Yerel gazeteler, aydınları hedef alan manşetler attı.

2 Temmuz 1993
Cuma namazının ardından etkinliklerin yapıldığı kültür merkezinin önüne yürüyüş başladı. “Sivas laiklere mezar olacak” diye yürüyen kitle daha sonra Madımak Oteli’nin önüne yürüdü. Çevredeki araçlar ateşe verildi. İtfaiyenin alana girmesi engellenirken yardım katliam başladıktan 8 saat sonra geldi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” dedi.

21 Ekim 1993
İlk davanın sonucunda 85 sanık, 2 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı, diğer sanıklar ise beraat etti. Ancak tutuksuz yargılanmak için serbest bırakılan sanıklardan birçoğu ortadan kayboldu.

1997
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1997 yılında müdahil avukatlarının temyiz ettiği davayı bozdu. Yeniden yargılama sonucunda 33 sanık hakkında idam cezası verildi.

1998
Karar, bir yıl sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yeniden bozuldu. Sanık sayısı da 125’ten 33’e indi.

2000
Mahkeme, 33 sanık için ‘idam’ kararı aldı. 3 sanık Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak için Hizbullah, İslami Hareket Teşkilatı, Kaplancılar üyelerinin isimlerini verdi. 33 sanık hakkında verilen idam kararı müebbet hapse çevrildi.

10 Temmuz 2011
Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan firari eski Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak’ın hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Erçakmak’ın yeri öldükten sonra tespit edildi. Sanıkların aranırken evlendiği, askerlik yaptığı belirlendi.

13 Mart 2012
Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Cafer Erçakmak ile 6 kişi yönünden süren dava zamanaşımından düşürüldü. Dosya, 2014’te AYM’ye taşındı. Yakalandıktan sonra bırakılan bazı isimler kayboldu. Katliam 2023’te 30’uncu yılını doldurduğu için dosya zaman aşımına uğratılarak kapatılacak.