Lenin’in “Ne yapmalı?” sorusu, Çernişevski’nin “Nasıl yapmalı?” sorusuna karşı bir anımsatmaydı. Uzun yıllar sonra Moğollar “Bir şey yapmalı” sözünü dilimize doladı ama galiba son sözü “Sadece yap” diyerek Nike markası koydu.

Aslında tüm bunlardan önce Marx’a kulak vermek gerek: “Felsefeciler dünyayı farklı biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir”

Hayat onu anlamamıza fırsat vermeden kendiliğinden biçim değiştiriyor. Bu yıl metaverse çıktı, geçen yıl pandemiyi konuşuyorduk ve birkaç yıl öncesine dek TikTok yoktu. Bizi meşgul eden şeyler şaşırtıcı bir hızla değişse de de temel sorun binlerce yıldır aynı: Gücü ele geçiren tiranlar, onu kaybetmemek için her türlü alçaklığı yapıyorlar. Hepimizi topluca yok etmemelerinin tek nedeni işlerine yaramamız. Bizi kullanacakları ölçekte yaşatıp, doz aşımında yok ediyorlar. Kitle araştırmalarının temel nedeni bu dozu tutturmak.

Bizi pil gibi tükettikleri bir matriksin içinde yaşarken hangi rengi seçersek seçelim, her şekilde hapı yutuyoruz. Belki çoğu insan sırf bu sezgiyle “seçim yapmak”tan kaçınıyor ve bilmemeyi tercih ediyor. Kaptırıp gitmelerimizin, instagramda “akış”ı çok sevmemizin nedeni mücadeleden kaçmak olabilir mi?

***

2022 yılında kendini sosyalist ve veya anarşist diye tanımlayan bir insanın ne yapar, akıp giden bu dünyayı nasıl yorumlar ve daha önemlisi nasıl değiştirebilir? Burada yazdığım ve yazacağım her söz, çok büyük oranda tekrardan ibaret. Belki, olur ya, birkaç açılmamış kapıyı tıklatabilir veya yeni gelen dostlara yüzyılların demini sıcak sıcak ulaştırmaya katkı sunabilirim.

Muhalif sözcüğünü bana “aynı sistem içinde olma” ön kabulü içeriyor gibi geliyor. 2022’de böyle bir ön kabülle hala sosyalist veya anarşist kalınabilinir mi? Norveçli bir sosyalist için hala mümkün olan bu durum bizim ülkemizde artık bir lüks mü? Hiçbir şarlatanlığın, masalın, zırvanın arkasına sığınmadan, insanların yaşadıkları dünyayı hem doğayla hem de zamanla adil biçimde paylaşma gayreti, bunun tam tersi davranışlarla nasıl bir araya gelebilir? 1942’de Almanya’da olduğunuzu varsayın, şöyle mi muhalefet yapacaksınız: “Sizin Çingene ve Yahudi soykırımı yaptığınızı biliyorum, buna katılmasam da saygı duyuyorum. Ancak bunu bahane ederek kömür fiyatlarına zam yapmanız kabul edilemez.”

Muhalif olmak aynı zamanda edilgen olmak, kuralları başkasının koyduğunu peşinen kabul etmek gibi geliyor bana. Türkiye’deki mevcut siyasal sistem sadece seçim barajıyla değil, sendikal hakları gasptan açık şiddete kadar pek çok şikeyle sosyalist veya anarşist bir düşüncenin gelişmesini engelliyor zaten. Seçim sonuçları da bir noktada anlamsız kalıyor. Seçimi her şekilde kapitalizm kazancaksa bundan bize ne? Halkı “kandırarak” seçim kazanmak mı, seçimi kaybetsek bile yüreklere Prometheus’un ateşini taşımak mı diye sorulsa ikincisini seçerim. Bu nedenle de sosyalistlerin etkili ve dönüştürücü bir muhalefet etmesinin koşulları her zamankinden daha zor.

***

Ne yapmalı, nasıl yapmalı ve bir şey yapmalı sözlerine “sadece yap”ı eklemek çokomelli. Çünkü hiçbir şey yapmamak da çözüm değil. Örneğin meclisteki mevcut muhalefeti dönüştürebiliriz. Bu muhalefetin parçası olmadan da dostu olabiliriz. CHP ve HDP içinde taş taş üstüne koymaya çalışan insanlar olduğu kadar, “böyle gelmiş böyle gider”, hatta “böyle gelmiş, böyle gitsin” diyenler de var. Her iki parti de birbirine benzemeyen, birbirinden hoşlanmayan nüveleri bir arada tutmaya çalışıyor. Gündelik hırgür o kadar yoğun ki, bilgi üretmeye, stratejik planlar yapmaya vakit kalmıyor, bu işler çoğunlukla angarya sayılıyor. GDO’lu mısır ithalatı hakkında nasıl tavır almalıyız, tarımda verimlilik nasıl artar ve su israfı nasıl önlenir, ergen şiddetine karşı ne gibi önlemler alınabilir gibi binlerce konuda bu partileri beslemeyi görev edinebiliriz.

2010’lu yıllar boyunca CHP örgütlerini tek tek dolaştım, bazen üç kişinin geldiği boş salonlarda, bazen yüzlerce kişinin not alarak dinlediği amfilerde konuşmalar yaptım. Kim çağırdıysa gittim. Bu konuşmaları “Radikal Sevgi Kitabı” diye parti içi eğitim kitabı haline getirdim. O kitapta kaçınmamız gereken şeylerin başına “kibir” yazdım. Kibri “alaycılık”, “yüksek siyasi nutuklar” ve “telaş” maddeleri izledi. Zaman içinde gördüm ki, tüm partileri kemiren dört temel davranış şekli bunlar.

***

Benim yönetme şansına sahip olduğum kampanyaların stratejisinin adı “Radikal Sevgi”ydi ve iki ana bir ek maddeden oluşuyordu: Bir: “Erdoğan’ı görmezden gel”, İki: “Erdoğan’ı sevenleri sevmeye çalış.”… Çok basit gibi görünen bu iki maddenin tam tersi bir anlayışla muhalefet edildi bu ülkede yıllarca. Tüm oklar Erdoğan’a yönetildi ve Erdoğan’ı seven seçmen kibirle, alayla, nutuklar ve telaşla kutuplaştırıldı. Böyle yapınca da hep AKP kazandı, muhalefet kaybetti. Sadece CHP’de de değil… Örneğin 2015 Haziran ve kasım seçimlerini kıyaslarken aradaki terör dalgasından bahsederiz, bu doğrudur, itirazım yok. Ama pek söz edilmeyen bir konu daha var: Haziran seçiminde halay çeken, bağlama çalan, ortak yaşam için ezilenlerin sesi olan HDP’nin, kasım seçiminde “Seni başkan seçtirmeyeceğiz” sloganına hapsolup, tüm muhalefetini Erdoğan karşıtlığı üzerinden yapmasının hiç mi etkisi olmadı? Haziranda çoğu geçmişte AKP’ye oy vermiş seçmenden inanılmaz bir oy alan bir parti, başka uğursuz nedenlerin yanı sıra, kendi dilini “radikal sevgi” kurallarının tam tersine çevirmenin olumsuz etkisini de yaşamadı mı?

***

Radikal Sevgi stratejisinin ek maddesi “Twitter’dan çıkın”… Twitter icat edildiği günden beri toplumları kutuplaştırıyor ve kamplara bölüyor. Bu diyalog değil, herkesin kendi köyünde kaval çalması. Dönüştürücü bir yanı da yok, çünkü biz Twitter’a gömülmüşken kitle iletişim araçlarına sahip olan egemenlere kendi kapsama alanlarında muazzam sakinlikte bir liman hediye ediyoruz. O kitle iletişim araçlarını tüketen işçi emekçi köylü çoğunluğa seslenecek, onlarla dialog kuracak hiçbir alanımız kalmıyor ve öte yandan paradoksal biçimde konuşmaktan çenemiz yoruluyor. Kimle? Kendi kendimizle…

Yoğun istibdat dönemlerinden sonra devrimci bir kuşak doğar. Hapishanelere okul denmesi boşuna değil. Ülke bir hapishaneye dönüşmüşse, böyle dönemlerde bilgi ve kitleselleşme artar. Saçma Tweetler atıp birbirimize sataşarak harcadığımız enerjinin bir kısmını uzun zamandır konuşmadığımız mahalleliyle sohbete, bir kısmını da yeni gelen gençlere kucak açmaya ayırabiliriz. Ateşi bizden önceki devrimci kuşaklar çaldılar zaten, onu söndürmemek ve gelecek kuşaklara taşımak da pek çok “muhalefet” türünden daha hayırlı.